Yasak

-
Aa
+
a
a
a

Esir Pazarları ve Gayri Müslimlere Cariye Satma Yasağı

"Türkiye, yeryüzünden esareti ve esir ticaretini kaldıran beynelmilel anlaşmaya girinceye kadar İstanbul'da büyük Esir Hanı ve Esir Pazarı Nuruosmaniye camiinin Tavukpazarı tarafında idi. (…) Hicrî 967, Miladî 1559 yılında, gayrimüslimlerin esir ve âaadlı kullanması kat'î olarak yasak edildi. İstanbul Kadılığı'na gönderilen bir ferman ile gayrimüslimlerin yayında bulunan azadlı veya esir köle câriyelerin tespiti emredildi. Sonra aynı yıl çıkarılan ikinci bir ferman ile gayrimüslimlerin yanındaki esirlerin bedeli mukabilinde sahiplerinden alınarak Müslümanlara satılması ve azadlıların da Müslümanlar yayında çalışmalarının temini emrolundu. Bu tarihten itibaren gayrimüslimiler köle ve cariye kullanamadılar ise de, uygunsuz esirci ve esir dellâlları vasıtasıyla, nihayet birkaç gece için meşreblerine uygun ve kendilerini dilşad edecek köle ve cariye tedarikinde sıkıntı çekmediler."

Tütün Yasağı

"Tarihimizdeki yasakların en şiddetlilerinden biri tütün yasağı olmuştur. Tütün, memleketimize ancak on yedinci asır başlarında Birinci Ahmed zamanında İngiliz gemicileri tarafından getirilmiş ve kısa bir zaman içinde, ayak takımından kibar ve ricale ve ulemaya varınca her sınıf ve tabaka arasında sür'atle yayılmıştır. (…) İlk şiddetli tütün yasağını koyan ve tütün içenleri aman vermeyip ölüm cezasına çarptıran Dördüncü Murad'dır. Hicrî 1043 yılı seferin 27. Cuma günü (Miladî 1633), İstanbul'da Cibali kapısı dışında bir kalafat yerinde bir kalafatçı funda yakıp gemi kalafat ederken, ateş şiddetli poyraz ile civardaki kayıkhanelere sirayet etmiş, sür'atle büyümüş, sur üzerinden şehre atlamış, kol kol yayılarak tam yirmi dört saat, İstanbul'un dörtte birini kül etmişti. Yangından sonra halk arasında türlü dedikodular başlamış, bilhassa tütün keyfi için gidilen kahvehanelerde genç padişahın uğursuzluğundan bahsedilir olmuştu. Bunun üzerine Dördüncü Murad evvelâ kahvehaneleri kapatmış, tütün içilmesini de yasak ettirerek dellâllar vasıtasiyle tütün içenlerin idam edileceklerini ilân ettirmişti.

(…) İlk zamanlar halk tütün yasağına pek kulak asmamıştı. İnsan men edildiği şeye karşı haristir derler; tütün gizli gizli içilmeye başlandı. Bir duman keyfi uğruna kelle verenlerin sayısı kabardıkça, başta İstanbul gelmek üzere bütün imparatorluk halkını ciddi bir endişe aldı. Öyle ki hemen her sabah sokaklarda, kırk elli ceset görülüyordu; cellâdlar, tütün içerken tutulanların başlarını vurup kellelerini koltuklarının altına bırakıyor, padişahın emri mucibince ne için öldürüldüklerini anlatmak için çubuğunu da kesik başın içine veriyorlardı. Tütün içenleri arayıp yakalamak için hafiye teşkilatı kurulmuştu, bunlar geceleri bir hırsız gibi şüphelendikleri evlerin, bekâr odalarının damlarına çıkarlar, bacaları koklayarak tütün kokusu ararlardı.

(…) Dördüncü Murad'ın kendisi, mahrem yâranı ile gece gündüz içer bir ayyaştı, ölümü de içki yüzünden tutulduğu sirozdan olmuştu ve Bağdat seferinden döner dönmez ölüm döşeğine yatmıştı. Padişahın ölüm haberi yayılır yayılmaz, İmparatorluğun her tarafında kahveler derhal açılmış, tütün keseleri meydana çıkarak çubuklar tellendirilmişti. Tütün yasağının kaldırıldığına dair yeni bir emir çıkmamış, yasak kendiliğinden tavsamıştır.

(…) Şurasını da kaydetmek lazımdır ki tütün nispeten yeni olduğundan ve tütün yasağı da bir ara çok şiddetli olarak tatbik edildiğinden tütüncü esnafı için diğer esnafda olduğu gibi lonca teşkilatı kurulamamıştı, kendilerine devlet murakabesini[i] görecek bir kâhya tayin edilmemiş, tütüncüler başı boş esnaf olmuştu ve hemen hepsi de Yahudi idi".

Kahve Yasağı

"Türkiye'ye kahve on altıncı asırda, Kanunî Sultan Süleyman zamanında girdi.(…) İstanbul'da sür'atle çoğaldı ve yayıldı, işsiz güçsüz takımı, bilhassa kadı ve müderris ma'zulleri[ii] vakit geçirmek için kahvehanelere devama başladı; mahallelerde imamlar, müezzinler, hatta büyükçe rütbe sahipleri bile kahvehane müşterisi oldular. (…) Üçüncü Murad zamanında ilk kahve yasağı çıktı; kahvehaneler kapatıldı. Fakat kahvehane yarenliğinin tadı halkın damağında kalmıştı, kahvecilik de kârlı işti, mahalle aralarında, ara sokaklarda, çıkmaz sokaklarda bazı dükkânların ard kısımlarında gizli koltuk kahvehaneleri açıldı; kahveciler de bu yasağın tatbikine memur subaşı ile asesbaşıya ve adamlarına göz yumma payı verdiler (…) Payitahtın tanınmış uleması, şeyhleri, kahve müdavimleri hoş gördüler, kahve yasağı kaldırıldı. Bunun üzerine servet sahipleri, vezirler irad[iii] olarak gayet büyük mükellef kahvehaneler yaptırdılar ve kahveciden günde bir, iki altın kira alır oldular. (…) Memlekete tütünün girmesi ve tütün tiryakiliğinin yayılması, kahve safasına cila verdi ve kahvehanelerin şevkini, revnakını artırdı".

İçki Yasağı

"Memleketimizde devir devir konulmuş, şiddetle takip edilmiş, göz yumulup unutulmuş, sonra tekrar konmuş ve son zamanlara kadar devam etmiş yasaklardan biri alkollü içki yasağıdır. Hatta Cumhuriyet devrinde bile 1946 ve 1950 bir dereceli meb'us seçimi günlerinde yirmi dört saat için içki yasağı konulmuştur.

Hicrî 975, Miladî 1567 tarihinde İstanbul ve Galata kadılıklarına gönderilen bir fermanda, meyhane işletmenin yasak olduğu halde yeni meyhaneler peyda olduğu yazılmakta ve içki yasağının şiddetle tatbik edilerek meyhanelerin kapatılması emredilmektedir.

Hicrî 983, Miladî 1575 tarihinde İstanbul kadısına gönderilen bir fermandan öğreniliyor ki Lânga ve civarında oturan Ermeni ve Rumlar evlerinin alt kısmını meyhane yapmışlar… Buralara dadanan sarhoşlar, hamama giden kadınların yollarını çevirirler, camiye giden Müslümanlara alenen küfür eder ve üzerlerine şarap dökerlermiş. Bu yüzden kanlı kavgalar olmuş. Hatta bir seferinde bir azılı sarhoş kadınlar hamamına girip iç halvetten çıplak bir kadın yakalayıp zor ile kaldırmak istemiş. Hamamdaki kadınlar, biçareyi eli bıçaklı sarhoşun elinden kurtarmışlar. (…) Bu fermanla; mahalle aralarında, bilhassa mescid ve hamamlar civarındaki meyhanelerin kapatılması emir ediliyor…

Hicrî 1159, Miladî 1746 tarihli bir fermanda "İstanbul ve civarına bir katre şarap ve rakının sokulmaması" emrolunuyordu.

Hicrî 1206, Miladî 1791 tarihli fermanda "Fransız elçisinin Tekirdağından getireceği şaraplar için ne gibi tedbirler alınacağı" bildirilmektedir.

Hicrî 1092, Miladî 1681 Dördüncü Mehmed zamanında "şarap emaneti on yıldan beri kaldırılmıştır". Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa meyhanecilerden dört yüz kese akçe rüşvet almış, meyhane açmalarına göz yummuştur. Padişah da o sıra Çatalca civarında Yapağcı Çiftliğinde bulunuyordu. Haber alınca sadrazama: "Hattı Hümayunumla yasak olan hamr'e[iv] ne sebeple izin verdin" diye şiddetli bir ferman gönderdi; Kara Mustafa da hemen "Padişahla söyleşmek kolaydır" deyüp hiçbir şeyden haberi olmayan kethüdası Hasan Ağa'yı hapsettirdi, hesabını gördürüp geceleyin boğdurttu ve ölüsünü evine yolladı. Padişaha da "Benim haberim yok, kethüdam izin vermiş hattı hümayununuz gelmeden ben esasen haini boğdurtmuş ve cezasını vermiştim" diye cevap verdi.

III. Sultan Selim şarap, rakı ve onlara benzer ne kadar içki var ise hepsini şiddetle yasak etti. Rumlara ve Ermenilere, Patrikleri; Yahudilere Hahambaşı, Müslümanlara hocalar içki vermemeleri ve satmamaları için muhkem tenbih ettiler, aksi takdirde idam olunacaklarını bildirdiler. Ayyaşların hali kötüleşti amma çok geçmedi, el altından gizli içki satanlar peyda oldu. Meselâ bir adam eline bülbül kafesi alıp sokağa çıkar, sorana bülbülümü gezdirmeye giderim derdi, amma kafesin içine barsak konulurmuş, barsaklar da rakı ile doldurulmuş. Kafesin ağırlığından şüphelenen zabıta herifi yakalamış, rakıyı meydana çıkarmış. (…) Teneke boru satan ve boru vesaire lehimleyen Yahudiler türedi. Boruların içi rakı, şarap dolu idi. (…) Bir çok müptelâlar evlerinde, bahçelerinde inbikler kurup kendi içkilerini kendileri yapmaya başladılar. Sultan Beyezid tarafındaki bakırcılarda bu seneye kadar durup da müşterisi çıkmayan inbiklerin bir tanesi kalmadı, satıldı. Bazı çelebiler, çoğu Laz olan bakırcılara: "Sende inbik var mı?" diye sorarlarken kızarırlar, onlarda kıs kıs gülerek: "Sarhoşlar meyhaneciliğe heves etti. İnbikler yağma oldu yağma!" diye cevap verirlerdi"…

Geceleri Ezanla Yatsı Arası Sokağa Çıkma Yasağı

"İstanbul'da kopan ihtilâllerde yatsıdan sonra her ne surette olursa olsun gece sokağa çıkmak dahi yasak edilmişti. Yatsıdan sonra sokağa fenersiz çıkma yasağı, en şiddetli bir şekilde Dördüncü Murad zamanında tatbik edilmiş, bu yüzden İstanbul'da sekiz on sene içinde binden fazla erazil makulesi[v] katledilmiştir".

Kadınların, Kayıklara Erkeklerle Binme Yasağı

 "Fetihten İkinci Abdülhamid devri sonlarına kadar devam etmiş bir yasaktır. Kadınlar tek veya iki üç çifte kayıklara erkeklerle beraber binemezlerdi. Yasağın konulmasına sebeb, bazı hafimeşreb nâzenin taze kadınların kayıklarda, kırıkları olan erkeklerle buluşmalarına mâni olmaktı. Bazı kayıkçılar, bu oynaşmalara göz yumma karşılığı devletçe tesbit edilen narhdan kat kat üstün para kopardıkları için yasağa rağmen kayıklarına erkeklerle beraber kadın alırlar, görülüp de niçin aldığı sorulunca "erimdir dedi, aldım" derlerdi. Bu gibi uygunsuzlukların önüne geçilmesi içinde, kayıkçılar kâhyasına, bostancıbaşıya, sıkı sıkı şiddetli emirler verilirdi".

Kadınların Eyüp'de Kaymakçı Dükkânına Girme Yasağı

"On altıncı asırda konmuş bir yasaktır. Zamanımızdan yirmi beş, otuz yıl evveline kadar Eyyüb'ün kaymağı ve kaymakçı dükkânları İstanbul'un şöhretlerinden idi. On altıncı asırda, herhalde türbe ziyareti bahanesiyle Eyyüb'e gelen bazı hafifmeşreb kadınların kaymakçı dükkânlarına girip evvelce anlaştıkları erkeklerle bu dükkânlarda buluştukları görüldü ve Eyyüp Kadısı tarafından hükümete şikâyet edildi, bunun üzerine Eyyüb Kadısına Hicrî 981, Miladî 1573 tarihli bir yasak fermanı gönderildi".

Kadınların Mesire Yasağı

"Aşağıdaki satırlar Hicrî 1165, Miladî 1752 tarihli bir fermandan alınmıştır:

"Nisvan taifesinden[vi] bazılarının tenezzüh[vii] ve teferrüç[viii] bahanesiyle Üsküdar'dan Kısıklı, Bulgurlu, Çamlıca ve Merdivenköyüne, bazıları dahi Boğazdan Tokad, Akbaba, Dereseki ve Yuşaya arabalarla gidip ve edeb ve hayayı atıp envaı şenaati irtikâb ettikleri[ix] ihbar olunmuşdur. Bundan böyle, kadınların arabalarla bu uzak mesirelere gitmeleri yasak edilmiştir. Gidenlerle onları yasağa rağmen arabasına alıp götürecek arabacılar, yakalandıkları gibi İstanbul'dan taşraya sürüleceklerdir.

İstanbul'a Bekâr Uşağı Girme Yasağı

"İstanbul'a gelen bekâr uşakların şehre girebilmesi ve iş bulup kalması için sıkı kayıtlar konulurdu. Aşağıdaki satırlar Hicrî 1242, Miladî 1828 tarihli ihtisab nizamnamesinden[x] alınmıştır: "Bundan böyle İstanbul'a gelecek ve hâlen şehirde bulunan bekârlar için münasib semtlerde birer ikişer han tahsis olunacaktır ve bekârlar, Müslüman ve gayrimüslim olarak bu hanlarda yatıp kalkacaklardır. (…) Çekmece ve Bostancıbaşı köprülerindeki ihtisab memurları; İstanbul'a gelen bekâr uşakları dikkatle gözden geçireceklerdir".

Hamama Giden Gayrimüslimlere Nalın Giyme Yasağı

"Memleketimizde tatbik edilmiş eski yasaklardan garip olduğu kadar da hazin ve tuhaflarından biri de, çarşı hamamlarına giden gayrimüslimlerin nalın giymekten men edilmiş olmalarıdır. Her nedense, hamama giren gayrimüslimlerin Müslümanlardan ayırd edilmesi düşünülmüş, gayrimüslimlerin nalınsız dolaşmaları münasip görülmüş fakat Müslümanların da ayaklarından nalını bırakabileceklerine göre bu da kâfi görülmemiş gayrimüslimlere verilecek peştemallara, alâmet-i fârika olarak birer demir halka takılmıştır".

Arabaya ve Ata Binme Yasağı

"Tanzimat'tan evvelki devirde, İstanbul'da Padişahtan başka ancak üç kişi, eğer ata tercih ederlerse arabaya binme hakkına sahip idiler. Bu üç kişi ilmiye sınıfının en yüksek simaları olan Şeyhülislâm, Rumeli Kazaskeri ve Anadolu Kazaskeri Efendiler idi."

Çingenelere Ata Binme ve Kısrak Besleme Yasağı

"Tanzimat'tan evvelki eski İstanbul hayatının türlü kayıt ve yasaklarından biri de, Çingenelerin Büyükşehirde ata binmesinin ve atla dolaşmasının men edilmiş olmasıdır. Divanı Hümayun'dan İstanbul Kadısı ile Çingene tayfası subaşısına gönderilen bir fermanda: "Çingene tayfasının ata binmesi ve kısrak beslemesi yasak edilmiş olup lazım geldikçe eşeğe bineceklerdir. Sene 933, Miladî 1595". Aynı fermanda, sebep olarak, atlı Çingenelerin yollara bellere inip fesat ve şenaat[xi] işledikleri gösterilmiştir".

Arnavutlara Hamam Tellâkı Olma Yasağı

"Hicrî 1143, Miladî 1780 ihtilâline kadar İstanbul hamamlarında dellâk taifesi büyük ekseriyetle Arnavuddu. Bu ihtilâlde askerden evvel silaha sarılmış olan Büyükşehrin baldırı çıplak ve ayak takımının başına geçen Patrona Halil Bayezid hamamından çıkmıştı. (…)1918 yılına kadar İstanbul hamamlarına Arnavud milletinden dellâk sokulmamıştır".

Kiliselerde Çan Çalma Yasağı

"Bütün İslam âleminde olduğu gibi Türkiye'de de, bütün gayrimüslimlere geniş bir din ve mezheb hürriyeti verilmiştir fakat Hıristiyan kiliselerindeki çanlar kaldırtılmış, çan çaldırılmamıştır. Bu yasak, memleketimizde 1856 Paris muahedesine[xii] kadar devam etmiştir. Bu tarihten sonradır ki Türkiye'deki kiliselere çan kuleleri yapılmış ve kiliselerde çan çalınmaya başlamıştır".

Reşad Ekrem Koçu'nun Osmanlı Tarihinde Yasaklar isimli kitapçığındaki diğer yasaklar da şöyledir: Afyon ve Esrar Kullanma Yasağı; Kadınların Açık Saçık Gezmesi Yasağı; Saçak, Şahnişin, Çardak Yasağı; Umumi Yerlerde ve Bilhassa Kahvehanelerde Devlet Sohbeti Yasağı; Şehirdeki Konaklardan Yalılara, Yalılardan Konaklara Taşınma Yasağı; Silah Taşıma Yasağı; Surların Üzerine Ev Yapma Yasağı... Son yasak ise hayli ilginçtir:

Ay Yıldız Yasağı

"İkinci Mahmud zamanında kırmızı zemin üzerine beyaz ay-yıldız Türk bayrağı olarak kabul edildikten sonra; halk, her tarafta ay-yıldızı bir süs motifi olarak kullanmaya başladı. Seyyar esnaf takımlarına, dükkân sahipleri kapılarına, pencerelerine, duvarlarına birer ay-yıldız nakşettiler; kayıklar, arabalar, sürücü beygirleri ay-yıldızla süslendi. Hükümet bu merakı iyi karşılamadı, ay-yıldızın kadir ve kıymetini, şerefini korumak için, resmi daire ve askeri üniformalarda icab eden yerlerden ve bayrağımızdan gayri ay-yıldız kullanılmasını şiddetle yasak etti. Fakat bir müddet sonra bu yasak da tavsadı".

 

Derleyen: Cemal Ünlü

www.acikradyo.com.tr 

Yayın Tarihi; 14 Ağustos 2002 .

. Kaynak .

Reşat Ekrem Koçu; Osmanlı Tarihinde Yasaklar.İstanbul: Tarih Kütüphanesi Yayınları, 1950.

 

[i] Denetim.

[ii] Azledilmiş, işten çıkarılmış kişiler.