Yalanlar, Yalancılar ve Bölünmüş Kişilikler

-
Aa
+
a
a
a

Siyaset dilinin uzun zamandır hiç olmadığı kadar bulanıklaştığı dönemlerinden birini yaşıyoruz. Altın Portakal Film Festivali’nin açılışı bile siyasal saflaşmanın konusu haline gelebiliyor. Bir Sırp milliyetçisi olarak Kusturica, İsrail'de çıkan ırkçı vatandaşlık yasası ve Erdoğan'ın asimilasyona dair sözleri 'dengeleri' altüst ediyor. Bu süreçte sosyalistler neleri kaale almalılar?

Dünyanın dönüşmesi, değişmesi iyi ve kötü tüm anlamlarıyla kaçınılmaz bir gerçeklik. İnsanlar hiç yokken, kapitalizmden önce ya da sonra, her durumda kaçınılmaz olarak değişiyor-uz-. Siyasetler ve onları temsil eden çıkar grupları da değişiyorlar. Ancak siyasi dilin hiç olmadığı kadar eğildiği, kavramların birbirlerini kovalayıp, 'yuvaları' dışında hayat buldukları bir zamanın en sıkı fırtınalarını yaşadığımızı söylemek de yanlış olmaz. Nerede 'durduğun', kimlerle 'muhatap' olduğun, kendini hangi çıkarlarla tanımladığın bu belirsizlik içinde bazen bir şey ifade etmez hale gelebiliyor.

Mesela haftanın gözde konularından Altın Portakal ödül törenini ve Kusturica'nın jüri başkanlığını ele alalım. Emir Kusturica'nın ırkçı, savaş sırasında ölümleri ve imha politikalarını destekleyen tavrı sebebiyle, haklı olarak Semih Kaplanoğlu tarafından protesto edilmesi ve ardından Kültür Bakanı da dahil bir grup devletlûnun "sivil" tavır takınmaları vakası yine bir tartışma konusu.

Normalde sosyalistlerin ırkçılığı ve savaş merakını afişe etmeleriyle ilgili aralarında konuşacakları bir 'incelik' yoktur. Ama biz kafamızı kaşıya kaşıya sessizce tartışıyoruz.

Faşizme karşı mücadele?

Halbuki ödül töreninin tek protestosunu kimin gerçekleştirdiğini görmek bile bu anlamsızlığı özetliyor: Antalya Büyükşehir Belediye Meclis üyesi MHP'li Reşat Oktay. Oktay, eylem sonrasında, Kusturica'yı "Sırp milliyetçisi, faşist ve ırkçı" olması sebebiyle protesto ettiğini açıkladı. Üstelik memleketin ırkçılık üretim merkezinin şefi Bahçeli de kendisini arayıp "hassasiyetinden dolayı" teşekkür etti. Öğreniyoruz ki milliyetçilik, ırkçılık ve faşistlik MHP tarafından protesto edilesi bir şeymiş.

Tabii bir de hikâyenin öteki yanı var. Emir Kusturica'ya soracak olursak, kendisi bırakın faşist, milliyetçi falan olmayı, "solda" bir insan. Kusturica, "Kariyerime başladığımdan beri benim anti- emperyalist bir yapım var. Bütün çalışmalarımı ve anlayışımı bunun üzerine kurdum. Bana bu noktadan gelen saldırıları anlamsız buluyorum. O zaman, söylemek doğru olur ki, benim uğruna savaştığım şey Birleşik Yugoslavya'ydı... Miloşeviç, Yugoslavya'nın parçalanmaması için uğraştı. Bana göre Yugoslavya Berlin duvarının yıkılmasından sonra parçalandı. Amerika'nın ve Avrupalıların Balkanlar'ı yeniden şekillendirme istediği yüzünden yıkıldı" diyor.

Kusturica'nın görüşlerinin tamamını okumak isteyenler sol.org.tr'ye bakabilirler. Bu mantığa göre Boşnaklar, Hırvatlar gibi kendini Sırp görmeyenler, 'kendilerinin' farkına emperyalizmin oyunları sonucunda varmışlar. Türkiye'de bazı 'solların' Kürtler'i bölücü ve oyuna gelenler olarak görmesi gibi argümanlara alışık olduğumuzdan anlamakta güçlük çekmiyoruz. Özetle MHPliler'in "ırkçı" olduğu için protesto ettikleri Kusturica, aynı Miloseviç'in çevresinde örgütlenen "sosyalist" Sırplar gibi "antiemperyalist" olabiliyor.

Irkçılığın düşmanları?

Neyse, şizoid hallere devam edelim. İsrail'de dün itibariyle ırkçı/ayrımcı bir vatandaşlık yasası hükümet tarafından Meclis'e sevk edildi. Geçen yıl Meclis'te reddedilen tasarı, İsrail vatandaşı olmak isteyenlerin ''Yahudi ve demokratik devlete'' bağlılık yemini etmelerini öngörüyor. İsrail basınında durumun bir garip olduğunu düşünen yazarlar, İsrail içindeki Arapların böyle bir yeminle devletin "Yahudi" olmasını kutsamasının ırkçı sayılacağına vurgu yaparken, bazıları da inançsız vatandaşların da Yahudiliği kutsamasının saçmalığını anlatmaya çalışıyorlar. Nüfusunun %25'i Yahudi olmayan bir devletin vatandaşı olmak için etnik temelli yeminler edilmesini beklemenin ırkçı bir tavır olduğu gayet açık. Tabii mantık gereği, nüfusunun tamamı Yahudi olsaydı da 'resmi ideoloji' için yemin ettirmek ırkçı ve faşizan olurdu.

Türkiye basınında yasa tasarısını ve İsrail'in rezilliğini ifşa etmek üzere kalemler çalışmaya başladılar bile. Türkiyeli yazarlar yasanın ırkçı ve faşizan olduğuna dair söylediklerinde haklılar. Tabii koşulların benzerlerini memleketlerinde de algılayabildikleri ölçüde. Bu memlekette yetişmiş bir üniversite mezunu olarak diplomamı almadan önce, İstanbul Üniversitesi’nin öğrenci işlerinde, "yüksek sesle" 'Atatürk'e, bilimum çağdaşlığa ve ilkelere' bağlı kalacağıma dair ettiğim yemin ne olacak? Peki yıllarca söyleyip, hâlâ ezberden okuyabildiğim Andımız'ı nasıl tanımlamak gerekir? “Türküm, doğruyum çalışkanım,” diye başlayanı diyorum. Galiba bu zorunlu tekrarlardan kendime ait hissettiğim bir 'doğruluk' kaldı. Ötesi Kemalist kardeşlerimin beğenileri. O halde "Varlığım varlıklarına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!" diyeyim. Bana düşen kısım da bu.

Asimile masallar?

Tabii kişilik yarılmalarına dair önemli bir vak'a olarak Başbakan'ı da unutmamak gerekir. Recep Tayyip Erdoğan, Almanya ziyaretinde, iki sene önce Köln'de yaptığı "asimilasyon" konuşmasının arkasında durup durmadığı sorusuyla karşılaşınca, 'doğruluktan yana' bir tutum sergiledi. Erdoğan konuya dair bir noktadan ötekine çizilmiş bir çizgi kadar düz: "Konuyu adeta matematik olarak görüyorum, iki kere iki dört eder ve bilimsel bir altyapısı var. Asimilasyon bir insanın değerlerinin zaman zaman zorla devşirilmesidir. Dinde, kültürde, bir değişime zorla tabi tutulmasıdır. Geleneklerinden zorla tecrit edilmesidir ki, buna zorlamak kesinlikle bir insanlık suçudur" deyiverdi. Söylediklerini alkışlarla karşılamamak mümkün değil. Tabii 'Türk' olmayan bir Türkiye vatandaşı bu sözler karşısında afallarsa mazur görmek gerekir. Mesela ana babasının Türkçe'nin bir diyalektini değil de Kürtçe diye bir dil konuştuğunu yeni öğrenmiş bir Kürt olduğunuzu düşünün. Bu konuşmadan sonra 'anadil tartışmaları’nı, hapisteki binlerce BDPli'yi, operasyonları ve tankları nasıl değerlendirirdiniz? Erdoğan'ın başında olduğu hükümetle ilgili ne hissederdiniz?

Altına imza atılacak üç sol perspektifli eylem, Kusturica'yı ırkçı söylemleri; İsrail'i faşizan politikaları; Almanya'yı ayrımcı ve totaliter kararları sebebiyle protesto etmek, hak savunucularının, sosyalistlerin ya da kendini adaletten yana görenlerin asla geri duramayacakları eylemler. Ancak eylemlerin faillerini diğer eylemleriyle bir çizgiye oturtmak mümkün mü bilemiyorum... Gerçi yeni konuşların ve pusulası şaşmış söylemlerin ortasında böylesi durumlar sıradan bir hal alıyorlar.

Sosyalistler sürekli sorgulamalı

İnsanların ve grupların neler yaptığını, ne sebeple yaptıklarını anlamanın çetrefilli bir yolu var ise o da söylediklerinden öte yaptıklarına bakmak olabilir. Tabii bir aktivist değilseniz, ağır medya dezenformasyonu içinde olay takip edebiliyor olmak zorunlu bir meziyet. Hâlâ nerede durduğunuzu bilmek istiyorsanız, sanırım anlamak için yapılabilecek en iyi şey 'solda' olmakla ilgili basit sorulara basit yanıtlar aramak olacak.

Lâkin, 'sınıfın yanında tutum almak' 'anti emperyalizm' 'anti faşist olmak' ve hatta 'sosyalist' olmak bugünlerde kimin ağzında ne anlama geliyor; kavramak, işin içinden çıkmak zor olabiliyor. O halde basit sorular soralım kendimize. "Ulusal değerlere/çıkarlara" inanıyor musunuz? "Gerektiğinde vatan için" gibi cümleler sizi heyecanlandırıyor mu?

Kendinizi "kökü dışarıda" emperyalistlerin oyunu yüzünden "cennet vatanı" güçsüz düşmüş bir insan olarak mı görüyorsunuz? O halde size geçmiş olsun. Kusturica ya da Oktay kadar sosyalist, Erdoğan ve AKP kadar demokrat, Ulusalcılar kadar ırkçılık karşıtısınız. Orwell'i bir kez daha anmanın zamanıdır: "Yalan evrenselleştiğinde, gerçeği söylemek devrimci bir eylem haline gelir." Bu ara "doğrudan" yana olmak için, her gün nerede "durduğunu" sorgulamak gerekiyor.