Vanlıyı ve balığını kurtaran, sivil girişim

-
Aa
+
a
a
a

Hülya Denizalp Demircan: Sevgili dinleyiciler, hatırlarsanız bir ay önce Tarih Vakfı’ndan Aylin Örnek ile “13. STK Sempozyumu”nu konuşurken Van’dan bir konuğumuz vardı. Sayın Doç. Dr. Mustafa Sarı. Kendisiyle, Van’daki sivil toplum çalışmaları ve kendi yürüttüğü “Gönüllü İnci Grubu” hakkında da konuşacağız. Hoşgeldiniz!

 

Bu arada, sevgili Aylin, Mustafa Beyin bu programında bulunmak istedi. Zaman zaman o da bize katkıda bulunacak.

 

Sevgili Mustafa Sarı, Van’da neler yapıyorsunuz? Önce genele dair bir soruyla başlayıp daha sonra özele inebiliriz.

 

Mustafa Sarı: Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Bölümü öğretim üyesiyim. Tokatlıyım. 1992 yılından bu yana Van’da yaşıyorum. Esas uzmanlık alanım, balıkçılık ve balıkçılık yönetimi. Dünyada sadece Van Gölü’nde yaşayan endemik bir balık var. Yerel adıyla Van Balığı, Türkçe’de ise İnci Kefali adıyla... Bu balık üzerinde 1992 yılında başlayan çeşitli çalışmalar yaptık. İnci Kefali’ne dair bilimsel bilgi çok çok azdı. Ne yer, nerelerde yaşar, hangi mevsimde nerelerde bulunur, nasıl avlanır ya da avlanan miktar nedir?.. 1993-1997 yılları arasında bu soruların yanıtlarını bulduk. Gördük ki, İnci Kefali ülkemiz için sanıldığından daha önemli bir balık.

 

Türkiye’nin -yıllık ortalamaları değişmekle birlikte- yılda 45.000 ton iç su balıkları üretimi var. İnci Kefali, 15.000 ton ile üçte bir kapasiteyle ilk sırada yer alıyor.

 

HDD: Ağırlıklı olarak Van ve yöresinde mi tüketiliyor?

 

MS: Evet ama örneğin Samsun, Siirt ve Urfa’da İnci Kefali satılırken gördüm.

 

HDD: Bir iç pazar oluşmuş durumda...

 

MS: Evet. Ancak, yoğunluklu olarak Van ve yöresinde tüketiliyor. Bölge insanının tüketim alışkanlıkları içine girmiş. Tuzlanıyor, kurutuluyor, salamurası yapılıyor, döner veya tandır biçiminde de yeniyor.

 

HDD: İnciKefali, Van’ın hamsisi herhalde...

 

MS: Evet. Biz de öyle diyoruz. Araştırmalarımızda gördük ki, İnci Kefali yanlış avlanıyor. Van Gölü tuzlu ve sodalı. Tuz oranı, Karadeniz’dekinden yüksektir. Karadeniz’de binde 17, Van Gölü’nün ise binde 19. Bu yüksek tuz oranı nedeniyle, balık gölde üreme imkânı bulamıyor. Nisan ayından itibaren, sürüler oluşturarak akarsulara giriyor. Buralarda yumurtasını bıraktıktan sonra, Van Gölüne geri dönüyor. Ne yazık ki, 1996 kayıtlarına göre, mevcut İnci Kefali avcılığının yüzde 93’ü bu akarsulardaki üreme göçü zamanında, daha yumurtasını bırakmamışken yapılıyor.

  Van'ın hamsisi

HDD: Tüketmek ve yok etmek için birebir!!!

 

MS: Evet. Aşırı avcılığın tüm parametreleri balığın üzerinde görülmekte; boyu kısalmakta, av verimi sürekli düşme eğiliminde... Buradan hareketle, “alternatif bir balıkçılık yönetimi oluşturalım”, dedik. Yani, balığın doğru avlanması hangi mevsimde, hangi ağlarla olmalıdır, vb... Ama sadece alternatif balıkçılık yöntemini ortaya koymak yetmiyor. Uygulamaya koymak istediğimizde karşımıza çok büyük bürokratik engellerle karşılaştık. Tek başımıza ve öğretim üyesi kimliğimizle bu engellerin üstesinden gelemeyeceğimizi anladık. Sivil toplum kuruluşlarına başvurduk. Alternatif Balıkçılık Yönetim Modelimizi de bu kuruluşlar aracılığıyla aktarmaya başladık. Aşama aşama çok sıkıntılar yaşayarak bugün bir noktaya geldik. Şu anda, yanlış avcılık önemli ölçüde kontrol altına alınmış, önerdiğimiz modeldeki “kış balıkçılığı” başlamış ve balıkçılık yapan kişinin cebine giren para 7-8 kat artmış durumda...

 

14 bin Vanlı besleniyor

 

HDD: Harika! Hem doğal hayatı korumaya hem de ekonomik gelişmeye katkısı olmuş durumda.

 

MS: Tabii ki. Van Gölü çevresinde 14 bin insan balıkçılıktan para kazanıyor. Onlar, doğadan para kazanırken, doğayı da korumayı öğrendi. Ama tüm bu değişiklikler yaşanırken bu insanların gelir düzeylerini de azaltmamanız gerekiyor. 1996 yılında İnci Kefali’nin 5 ila 8 kilosu 100 bin TL. idi. 1999’da enflasyona rağmen, yine 100 bin idi.  Şu anda kilosu 2 ila 2,5 milyon TL.

 

HDD: Peki, bu artış tüketicilerin alım gücünü etkilemedi mi?

 

MS: Görünüşte tüketicilerin aleyhine olmuş gibi gözüküyor amabir kamyon balığın üçte birini satıyor, geri kalanını da atıyorsunuz. Akşam tekrar avlıyorsunuz. Eski alışkanlıklar devam etseydi, bu balığın tüketimi de zaten azalarak bitecekti. Ayrıca, akarsuların etrafındaki fakir köylüler de bu balığa para vermiyor, kendileri avlıyor.  

 

Önlemeye çalıştığımız durumlar, balığın kamyonlarla doldurulması, kamyon kasalarının kenarlarından yumurtların akması vb... Yoksa, fakir insanlara karşı bir olumsuz durum olmadı.

 

HDD: Aklıma fakirlere karşı olumsuz bir durumdan öte, ne güzel üretici kazanıyor ama öte taraftan başka bir şeye de engel mi olunuyor, diye düşündüm. Bilmeden sordum ama şimdi öğrenmiş oldum.

 

Aylin, seninle yaptığımız bir sohbetimizde balık üretimiyle uğraştığınızı söylemiştin. Mustafa Beyin anlattıkları karşısında ne diyorsun?

 

Aylin Örnek: Ailenin bazı üyeleri Karadeniz’de alabalık üretimiyle ilgilendi. Ben de uzaktan izlemiştim. Bu nedenle, çok fazla ilgim olmamıştı. Ama bu üretme faaliyeti yürütülemedi.

 

HDD: Mustafa Bey, ben de sık sık Trakya ve Karadeniz kıyılarına giderim. Oralarda Alabalık üreticileri görüyor ve merak ediyorum. Çünkü, sürekliliğin olmadığını gözlüyorum. Bu üreticiler, para kazanabiliyor mu? Ortak sorunlar nelerdir? Bu konuda düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

 

MS: Oldukça detaylı bir konu.Belki de tek başına ele alınması gerekiyor. Bir kere ta başında “somon üretimi yapılacak” diye bir hata yapıldı. Tabii ki somon üretilmedi. Sadece bir iki çiftlikte denendi. Çiftliklerde bildiğimiz gökkuşağı alabalığı üretilmeye başlandı. Karadeniz’de yaz aylarında sıcaklık 20 derecenin üstüne çıkıyor. Alabalığın 21 derecenin üstünde yaşamı tehlikeye giriyor. Dolayısıyla balıkları kışın başında veya sonbaharda kafese koyacak ve mayıs ayından önce de satacaksınız. Satamazsanız, balıklarınızı çıkarıp, buzhaneye koymak zorundasınız. Buzhanenin yanısıra, kafeslerin yaz aylarında boş durması da ek bir maliyet oluşturmakta.

 

HDD: Bir de yaz aylarında oraya gidenlerin balık yemeleri için masalar da konuyor. “Bu mümkün değil,” diyorsunuz?  

 

MS: Alabalığın yukarıda belirttiğim olumsuz şartlarda Karadeniz’de yaz aylarında üretilmesi ve satılması mümkün değildir.

 

HDD: Peki, somon üretilmesi konusunda bilgisizlik mi, yoksa başka etkenler var mı?

 

MS: Somon çok daha soğuk sular ister. Karadeniz’in şartlarına uygun bir balık değildi. Adı somon kaldı. İstatistiklerde de öyle belirtildi. Türkiye’ye somon diye getirilen balık somon değildi. Çok küçük bir miktar getirilip üretildi. Ama şartlar nedeniyle, başarısız olundu. Üretilen gökkuşağı alabalığı idi. Bu konunun gerçekten ayrıca incelenmesi gerekir.

 

HDD: İsterseniz, biz yine güzelim İnci Kefalimizin üretimine dönelim. Sanıyorum, yeni bir dernek çalışmanız bulunmakta... Anlattığınız çalışmaları hangi STK’larla işbirliği yaparak yürüttünüz?

 

Çevre eğitimi projesi

 

MS: İlk başta, bizim çalışmamıza kimler ilgi duyuyor diye baktığımızda birkaç STK ile karşılaştık. Bir de, birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın ilişkide olduğu STK’lar vardı. Sevgili arkadaşlarım Şahika ve Asaf Ertan ÇEKÜL ve Av Yaban Hayatı Koruma Geliştirme Vakıfları ile ilişkileri vardı. İlk olarak, Av Yaban Hayatı Koruma Geliştirme Vakfı, sonra sırasıyla Türk Deniz Araştırmaları Vakfı, Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Vakfı ile irtibata geçtik. Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Vakfı’nın Başkanı Sayın Doç. Dr. Yücel Çağlar Van’a gelmişti. Bu vesileyle, küçük bir işbirliği gerçekleştirdik. Bugüne kadar, bu kuruluşlarla çalışmaya devam ediyoruz.

 

HDD: Yerel bir inisiyatifi geliştirmek için mi dernek kurma fikri oluştu?

 

MS: Bize destek veren bu kuruluşların desteğinin süreceğine eminiz. Ancak, konunun kişisellikten çıkıp, kurumsal bir kimlik kazanması gerekiyor. Mustafa Sarı olarak ilgileniyorum ama ismimim altında bir kurumsal kimlik gerekiyor. Belli bir süre sonra, insanlar “yerel olarak kimse kalmadı mı da, İstanbul ya da Ankara’dan gelip, bizim balığımıza müdahale ediyor” diyebiliyor. Bir de öğrencilerimize anlatıyoruz. Onlara “ben ne yapabilirim”in cevabını bulmalısınız, diyoruz. Onlar da bir gün gelip, “ne yapmamız gerekiyor” dediler. Bundan hareketle, GÖNÜLLÜ İNCİ GRUBU kurduk. İlk olarak, İnci Kefalinin korunması ile ilgili çalışmalar yaptı. Daha sonra, perspektifini genişletti. Şimdi, ilköğretim 4. ve 5. sınıf öğrencilerine sekiz farklı çevre eğitimi veriyorlar. Ağaçlandırma ve Atık Yönetimi adı altında projelerimiz var. Ama Çevre Eğitimi Projemizi daha çok önemsiyoruz. Van Gölü çevresinde endemik çok sayıda soğanlı bitki var. Ters Lale gibi...

 

HDD: Endemik, “dünyada eşi olmayan” anlamına mı geliyor?

 

MS: “Sadece, o bölgede bulunan...” Sizin belirttiğiniz anlam da yüklenebilir.

 

HDD: Hayvan ve bitkiler için geçerli herhalde?

 

MS: Evet. Gönüllü İnci Gurubu, ters lale ile ilgilenmeye başladı. Doküman hazırladı. O bölgedeki yetkililere dağıtıldı. Sonuçları alınmaya, soğanlı bitkilerin sökümü önlenmeye başlandı. Gönüllü İnci Grubu, yerelde böylesi bir çalışmalar zinciri içine girdi. Tabii ki, yerel bir inisiyatifi olarak gücünüz bir yere kadar. Resmi kurumsal bir kimlik kazanmanız gerekiyor. Bugünlerde bu kimliğimizi oluşturmakla uğraşıyoruz.

 

HDD: Ben de inanıyorum. Bugüne kadar yaptıklarınız, yapacaklarınızın teminatı oluyor.

 

MS: Teşekkür ederim.

 

HDD: Mustafa Bey, bu programı dinleyip de, sizin projeniz hakkında daha detaylı bilgi edinmek isteyenler olabilir. Size nasıl ulaşabilirler?

 

MS: Bize (0432) 225 14 01 no’lu direkt telefon ve (0432) 225 11 04 no’lu faks aracılığıyla ya da Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin web sayfası ( www.yyu.edu.tr )  üzerinden ulaşabilirler.

 

HDD: Geçen programda zaman kalmadığı için dile getirmek istediğiniz sorununuzu bu programda söylemenizi rica etmiştim. Ama yine zamanımız az. Kısaca dile getirmek ister misiniz?

 

MS:  Tabii ki isterim. İki yıldır yürüttüğümüz bu proje için BM Küresel Çevre Fonu – Küçük Destek Programı’ndan ve Av Yaban Hayatı Koruma Geliştirme Tanıtma Vakfı’ndan destek almıştık. Bu proje kapsamında eğitimi hedefledik. Balıkçı köylerine, suyu yanlış kullanan çiftçilere yönelik eğitimleri hedefledik. “Suyun yanlış kullanımı ile balıkçılığın ne ilgisi var?” diye aklınıza gelmesin. Çünkü bunlar bir bütün. İnsanlar suyu yanlış kullanıyorsa, derede su kalmayacak ve üreme zamanı dere ve akarsularda İnci Kefali zarar görecek. Dolayısıyla, bu eğitimleri başlattık. Diğer taraftan, balığın korunması için kırsalda jandarma, şehirde emniyet birimleriyle işbirliği yaptık. Öyle geniş bir yelpaze oluştu ki... balıkçılar, çiftçiler, jandarma, emniyet... Balıkçılar ve çiftçiler arasında projemize olumlu ya da olumsuz bakanlar.

 

HDD: Demokratik bir ortam mı oluştu? Yoksa sorunlar mı oluştu?

 

MS: Geçen programda Aylin Hanımın da belirttiği gibi, STK’lar arasında daha kavramlar bağlamında netlik yok. STK’larda çok kullanılan ama yanlış oturmuş bir kavram var: Katılımcılık. Bu kadar çok insanı topluyorsunuz, ama bir kararı alamıyorsunuz. O zaman dedik ki; “projemiz için, katılımcılığı tanımlayalım.” Proje ekibimizle tartışarak, şöyle bir tanıma ulaştık: Katılımcılık, sorunu kabul ederek başlıyor. Eğer, sorunu kabul etmiyorsanız, katılımcı olamazsınız. Balığın yanlış avlandığını, suyun yanlış kullanıldığını kabul ediyorsanız, sorunu da kabul ediyor ve katılımcı oluyorsunuz. Çözüm üretiyorsunuz. Katılımcı olmuyorsanız, katılımcı oluyorsunuz.

 

HDD: Çok teşekkür ederim.

 

MS:  Ben de ilginize çok teşekkür ediyorum.

 

(Açık Radyo’da yayınlanmıştır. Deşifre eden: Mehmet Yavuzkan)