Türkiye'nin Avrupa'daki Yeri

-
Aa
+
a
a
a

 

Avi Haligua: Bugün AB hakkında konuşalım mı?

 

İlkay Sunar: 3 Ekim önemli bir gün tabii. Başbakan Tayyip Erdoğan da BM'ye gitmek için bugün yola çıktı, orada açılış sırasında konuşma yapacak. Esas gündemde olan, müzakereler başlayacak mı, başlamayacak mı?

 

AH: Galiba biraz sürünceme kalmış durumda.

 

İS: Tereddütler var, bir kaç önemli şey var; bir tanesi, çerçeve belge ne olacak, müzakerenin çerçevesini çizecek olan belge nasıl olacak? Kıbrıs'la ilgili bir deklarasyonumuz vardı, Güney Kıbrıs'la ilgili, ona karşı bir deklerasyon olması bekleniyor. Orada da değişik haberler gelmeye başladı.

 

AH: Deklarasyon olacak, yok olmayacak...

 

İS: İçeriğinde ne olacak gibi farklı yorumlar var. Bazen güncelin içinde kayboluyoruz, genel çerçeveye bakmakta yarar var. Hangi bağlamda Türkiye'nin müzakereleri başlıyor? AB'nin kendi durumu bugün nedir? Hep fazlaca kendi açımızdan bakıyoruz, halbuki AB'nin bütünü ne durumda diye bakmalıyız. 25 ülkeye ulaşan, son olarak 10-15 ülkeyi içine alan genişlemiş bir Avrupa var. Bugün AB'nin kafası karışık ve tam olarak söylemek gerekirse, AB'nin siyasal birlik üzerine kurulu yapısında bir gevşeme, çeşitli fikirler olmasına rağmen, AB dediğimiz birliğe doğru gidişte bir tökezleme, bir durma, hatta bir muhalefet var İngiltere'nin başını çektiği. Öbür tarafta da şöyle bir AB karşımıza çıkıyor, daha çok ekonomik birliğe dayanan.

 

Türkiye ile ilgili, 3 Ekim konuşmaları ile ilgili olarak ön plana çıkan unsur ise güvenlik. AB biraz şu yöne gidiyor; İngiltere bunun başını çekiyor, bir ekonomik birlik, ulus devletler bazında kurulmuş, fakat ekonomik bir entegrasyona giden bir Avrupa, aynı zamanda da ulus devletler arasındaki işbirliğine dayanan bir güvenlik Avrupa'sı görüyorum. Bu tarafa doğru gidiyor ve sancılar da buradan kaynaklanıyor diye düşünüyorum.

 

AH: Biraz da ekonominin etkisi var mı diye benim aklımda bir soru oluşuyor, çünkü işsizliğin artıyor olması ve gittikçe de sosyal devletten daha liberal bir devlete kayıyor olması da, Avrupa ülkelerinin tek tek, AB'ye güvenini biraz daha sarstı.

 

İS: Çok önemli bir noktaya değindin, son cümleni biraz daha değiştirebilirim, evet, neo liberal Avrupa ile sosyal devlet, refah devleti, sosyal demokrat Avrupa arasındaki gerilim de bu söylediğim kafa karışıklığının bir parçası. Fransa'daki oylamanın sonucunu da bu refah devletinden, sosyal devletten vazgeçme, neo liberal politikaların AB içinde gittikçe güç kazanmasına karşı da bir reaksiyon olarak görebiliriz. Bir de işsizlik var. Yalnız Almanya toparlanmaya baladı, çok enteresan, Almanya'da Schröder Merkel'e yetişmeye başladı. Herkes "sonunda atak yapıyor" diyor ama, şunu unutuyoruz, son bir kaç haftadır, hatta bir iki aydır, Almanya ekonomisinde bir toparlanma var. Ekonomi gerçekten çok önemli.

 

AH: Bir de bugün Independent'ta çıkan bir yazı var, aslında onlar da ilginç bir bakış açısı getirmişler. İki ayrı açıdan bakmışlar; bir Merkel'in vergi indirimlerine, Schröder'in sadece zenginlerden vergi alınmayacağını veya vergi indirimine zenginlerde de gidileceğini söylemesinin etkili olduğunu yazıyor. Bir de Katrina'nın Schröder'e büyük yardımı olduğunu, bunun ardından Amerikan serbest pazar siyasetinin zaaflarının daha iyi görüldüğünü söylüyor.

 

İS: İlginç. Yine bu çerçeve içinden gidersek, AB daha gevşek, siyasal bir birlikten ve kültürel birlikten vazgeçmiş, tabii ki demokratik hak ve özgürlükler üzerine, insan hakları üzerine kurulu, piyasa ekonomisini esas alan, ama piyasa ekonomisinin varyantları da var, neo liberal olabilir, sosyal demokrat olabilir ama gidişat daha çok neo liberal, piyasa ekonomisine doğru giden bir ekonomik işbirliği haline geliyor. Aynı zamanda da bir güvenlik çemberi. Türkiye nerede önem kazanıyor? Bana kalırsa, ekonomik ve güvenlik entegrasyonu üzerine kurulu Avrupa'ya Türkiye'nin girme şansı, derin Avrupa'dan siyasal ve kültürel birlik üzerine kurulu Avrupa'dan daha fazla.

 

Kıbrıs'taki durum, acaba ne olacak? Avrupa'daki muhalefeti bazen abartıyoruz. Bana kalırsa Türkiye'nin şansı eski derin AB'ye göre daha fazla. Dikkat edersek, Türkiye'ye karşı çıkanların çoğu da daha siyasal ve kültürel birliğe önem veren bir muhalefet diye düşünüyorum. Ben kişisel olarak, Türkiye'nin siyasal ve kültürel birlik üzerine kurulu bir Avrupa'da yer almasını isterim. Bir de siyasi gerçekler var, hayat var, orada da Türkiye'nin şansının, ekonomik ve güvenlik işbirliği üzerine kurulu Avrupa'da fazla olduğunu görüyorum. Nitekim, geçen gün gazetelerden birinde, İngiliz Büyükelçisi'nin verdiği bir mülakat vardı, orada durmadan vurguladığı şey şuydu; Türkiye'nin kendi bölgesinde çok önemli bir ülke olduğu, AB'nin güvenliğine ne kadar büyük bir katkıda bulunacağı, Ortadoğu'da olsun, Kafkaslar'da olsun, sorunların çözümüne nasıl büyük katkıda bulunabileceği, Asya, Hazar ve Karadeniz Avrupa pazarlarına ulaşan enerji nakil hatları üzerinde olan ve Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının devreye girmesiyle Türkiye'nin ne kadar önemli olacağı gibi, güvenlik politikalarını durmadan vurgulayan bir mesajı vardı. Ki biz bunları biliyoruz, örnek olarak veriyorum, illaki İngiliz Büyükelçisi'nin söylediği doğrudur diye değil, bunu biliyoruz zaten. Türkiye'nin AB'ye girmesini isteyen ülkelerin vurguladıkları şeylerden iki tanesi, Türkiye'nin ne kadar büyük bir pazar olduğu, bir de Türkiye'nin AB güvenlik politikalarına ne kadar büyük katkıda bulunacağı.

 

AH: Türkiye de bunu kanıtlamaya çalışıyor gibi sanki. Son İsrail-Pakistan görüşmesinin Türkiye'de olması, vs. bölgesel bir kuvvet olduğuna dair mesajlar gibi göründü gözüme.

 

İS: O da bu potanın içinde. Türkiye'nin önemi, İran'la, Suriye ile, İsrail ile iyi ilişkilerinin olması, bütün bunlar vurgulanıyor. Bir de haksızlık etmeyelim, üçüncüsü de, Türkiye'nin tek Müslüman ülke olarak, laik, demokratik bir rejime, sisteme sahip olması ve hukukun üstünlüğü, demokrasi, bireysel haklar, piyasa ekonomisi gibi konularda, Türkiye'nin bir model olarak görülmesi ve bunun da önemli bir etkisi olacağını, Ortadoğu gibi diktatörlüklerin, otoriter rejimlerin, Kafkaslar gibi karmakarışık bir ortamın olduğu yerde vurgulanıyor. Dolayısıyla bu üç açıdan, yani büyük bir Pazar olması, Avrupa'nın güvenliğine büyük katkısı olması ve Müslüman ve demokratik, laik bir ülke olarak bir model olmasının etkisinin, çok büyük güçlü bir ekonomik entegrasyon ve güvenlik işbirliği üzerine kurulmaya doğru giden bir Avrupa'da Türkiye'nin ben şansını arttırdığını görüyorum.

 

Kıbrıs meselesi, Orhan Pamuk meselesi vs. bunlar pürüzler fakat bunların önemli engel olduğuna inanmıyorum. Financial Times'da bugünlerde bir yazı çıkmış, bizim gazetelere de aksetti, Fransızler ve İngilizler biraraya gelmişler ve demişler ki "Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tanınması esasında müzakerelerin bir ön şartı değil, üye olmanın, birliğe katılmanın bir ön şartı olmalıdır" diye. Bir gevşeme olduğu görülüyor. Ben buna inanıyorum, Kıbrıs'ın bu noktada, müzakerelerin açılmasında bir engel teşkil etmeyeceğini, son dakikada buna bir formül bulunacağını sanıyorum. Tabii Pamuk meselesi de önemli, o da model olarak gösterilen Türkiye'nin demokratik, özgür bir ülke olmasına gölge düşürüyor.

 

AH: Daha yeni gelişme de var bu konuda, Orhan Pamuk'un zorla getirilmesine karar vermiş savcılık, ki gelmeyeceğine dair henüz bir işaret olmamasına rağmen.

 

İS: Orhan Pamuk yurt dışında değil mi?

 

AH: Herhalde onu vurgulamak istiyorlar.

 

İS: Ama negatif bir gelişme o. Dün de NY Times'da başyazı çıktı, "Turkish Identitiy" diye. Türk gazetelerinde de çıkmış, Orhan Pamuk'u bir sembol olarak kullanıp, Türkiye'nin kendi tarihi ile yüzleşmekte zorluk çektiğini ifadeeden bir yazı. NY Times, Türkiye'nin AB'ye girmesini destekleyen bir gazete, tabii bu da can sıkıcı.

 

AH: Truva atı teorilerini de baştan beri gündeme getirmişti ABD'nin bu desteği.

 

İS: Ama bunlar baş ağrısı, diş ağrısı, yani genel çerçeveyi kaybetmeyelim, dinamikleri, gidişatı kaybetmeyelim. Bir de bu terör yasası olayı var, onun da AB açısından yine bir diş ağırısı, baş ağrısı olacağına, ama onun da törpüleneceğine inanıyorum.

 

Özetlemek gerekirse, benim düşüncem Türkiye'nin şansının çok fazla olduğu. Türkiye'ye hiçbir zaman müzakerelerin dışında "hayır" demeyecekler, bu rasyonel değil AB politikaları açısından. Bizimkiler de blöf yapıyorlar, "uzaklaşırız" vs. diye. O arada açıkcası bu diş ve baş ağrıları dışında önemli bir sorun, yapısal bir sorun görmüyorum.

 

AH: Şu bir problem olabilir mi? Geçen hafta yapılan anlaşma vardı, Almanya ile Rusya arasında doğalgaz boru hattı anlaşması, doğrudan Orta Avrupa'ya oradan da Batı Avrupa'ya doğalgazın geçişi ile ilgili. Bu biraz bizim geçiş ülkesi durumunda olmamızı etkeleyen bir durum, bu da süreci biraz daha hafifletebilir mi, zorlaştırabilir mi Türkiye açısından?

 

İS: İtiraf edeyim onun farkında bile değilim, ama zannetmiyorum, çünkü Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı petrol nakliyatının %10'una yakını Türkiye'den geçecek diye bir laf var. Dolayısıyla onun çok önemli bir rol oynayacağını sanmıyorum, yani o kadar da ince ekonomik çıkar hesapları üzerine kurulu olduğunu zannetmiyorum. Fakat, Türkiye'nin içindeki gelişmeler de beni biraz kaygılandırıyor esasında, son zamanlarda tırmandırılan şiddet ve terör olayları, bir etnik milliyetçiliğe gidişatın tırmanması... Hep biz AB açısından bakıyoruz,  AB açısından hiç de fena değil biraz evvel çizdiğim çerçeve içerisinde, fakat içeride de AB'ye muhalefet edenlerin bir koalisyonu ve son zamanlardaki tırmanan şiddet ve terörle beraber negatif, olumsuz bir etkisi var. Yapılan anketlerde de Türk halkının AB'ye girelim diyen oranı düşmüş vaziyette. AB'de de Türkiye girsin diyenlerin oranı düştü. Bu gibi olayları halkların belirlediğine inanmıyorum, yine bunlar, elitler, politikacılar düzeyinde belirleniyor.

 

AH: Sürecin dönüşmesi çok hızlı olarak başka bir yöne gidebiliyor, aynı böyle negatif yöne gittiği gibi.

 

İS: Evet, yönlendirmelerle değil mi? Ben de öyle düşünüyorum. Kitleler, halklar çok çabuk liderler tarafından yönlendirilebiliyor, dolayısıyla o açıdan da bakınca esas büyük çıkarların, hesapların, o bahsettiğimiz güvenlik, piyasa ekonomisi olsun, Türkiye'nin bir model olarak ortaya çıkması olsun, bunların önemli ve baskın olduğuna inanıyorum. İçerideki muhalefetin yine arıza çıkaracağını, bunun da devam edeceğini düşünüyorum. fakat yine optimist bir notla bitirelim; onun da AB'nin Türkiye müzakerelerinin açılmasına ve ileride AB'ye üye olmasına engel olmayacağını düşünüyorum.

 

(13 Eylül 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)