Türkiye Kyoto'yu İmzala!

-
Aa
+
a
a
a

Küresel iklim değişikliği konusunda her geçen gün yeni bilimsel raporlar yayımlanıyor, neredeyse bütün gazetelerin bu konuyla ilgili bir köşesi var. Moda dergilerinde bile iklim değişimi temalı çekimler yapılıyor; popçusundan, ekinsiz kalan çiftçisine kadar herkesin dilinde 'çağımızın en büyük sorunu' var. Uzun yıllardır bilim insanlarının söylediklerine kulaklarını tıkayanlar, küresel ısınmanın önümüzdeki birkaç yüzyılın sorunu olmadığını, bugün bile etkisini yaşadığımız bir sorun olduğunu artık kabul ediyorlar. Peki ne oldu da durumun ehemmiyetini bir anda kavradık?  

Geçen Ağustos ayında, Kanada'da bile kuraklık tehlikesi olduğu açıklandı. Yağışsız hava şartları yüzünden göllerdeki su seviyesi büyük oranda düşmüştü. Aynı dönemlerde Türkiye'den de çarpıcı haberler işitmeye başladık. Konya Kapalı Havzası'nda göller, nehirler kurumuştu ve ekili hububatın yüzde 80'i yanmıştı. Neredeyse 2 milyon ton hububat yandı. İklim değişikliği yüzünden tarımın yok olacağını anladık. Raporlara göre; 2050 yılına kadar yaklaşık 200 milyon kişi sadece tarım yapamadığından göç edecek. Dünya çapında buğday fiyatlarının artması sonucunda İtalya'da makarna fiyatları tavan yaptı. Yaklaşık dört yıldır Marmara Bölgesi'ndeki zeytin ağaçlarının var-yok yıllarının karıştığı açıklandı. Hindistan'da yüzlerce kişi güneş çarpmasından veya aşırı sıvı kaybından öldü. Ankara'da barajlardaki doluluk oranı şu anda yüzde 1'e inmiş durumda. Yazın insanlara “tatile çıkın” önerisinde bulunan Belediye Başkanı Melih Gökçek ise Ankara'nın daha 4-5 aylık suyu olduğunu iddia ediyor. Ekim ayının ilk haftasında Kuzey Kutbu'nda sıcaklık 22 dereceye ulaştı. Artık ülkeler boyunda eriyen buz kütlelerinin haberlerine alıştık. 2040'a kadar hiç buzul kalmayacak. Yaz boyunca yaşanan sellerde birçok Afrika ülkesinden 1 milyon insan etkilendi. 200'den fazla insan öldü, binlercesi evsiz kaldı.

İklim değişikliği sosyal adaletsizlik yaratıyor. Dünyanın gelişmişleri 'çevreye duyarlı' yeni otomobilleriyle, küresel ısınma sabrımızı taşırma kredi kartlarıyla, klimalarıyla soruna çare bulduğunu zannederken, dünyanın en yoksul bölgeleri sellerle, kuraklıkla, salgın hastalıklarla boğuşuyor. İklim değişikliği ilk olarak en yoksulları vuruyor.

Tüm bu örnekler yaşanmakta olan felaketin ufak bir kısmı. Yok olan bitki ve hayvan türlerinden, küresel ısınma yüzünden yaşanacak salgın hastalıklardan, ileride su için çıkabilecek savaş tehlikelerinden bahsetmiyorum bile.

'İklim değişikliği kapımızda' olmaktan çıktı davetsiz bir misafir olarak salonumuzun baş köşesinde duruyor. Gerçi 'davetsiz' demek pek de doğru olmaz. 18. yüzyıldan, sanayileşmenin başlamasından, yani buharlı makinelerin kullanılmaya başlanmasından itibaren sera gazı salımı radikal bir şekilde arttı. Petrol, kömür, doğalgaz gibi fosil yakıtların yoğun kullanımı sonucu iklim değişikliği, yüzde 99 insanın yarattığı bir felaket olarak karşımızda.

Salonumuzdaki felaketten maalesef ona çay ikram etmeyerek, kötü ev sahibesi rolü oynayarak kurtulamayız. Yani bu felaketin etkilerini azaltmak için, senin, benim, üst komşunun, bakkalın daha az elini yıkaması, tüm dünyanın aynı anda varolan ampullerini tasarruf ampulleriyle değiştirmesi yetmez. Tabi ki  herkesin üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi, duyarlılığını kendi yaşamındaki pratiklerle de göstermesi önemli. Ancak bu ne kadar etkili olabilir? Diyelim ki hepimiz bundan sonra çöpümüzü azaltmaya, ambalajlı ürünlerden kaçınmaya başladık, tüm dünyadaki fabrikalar fosur fosur karbon gazını salmaya devam ederken bizim çöpler iklim değişiminin zararlarını hafifletmeye yetebilir mi?Yapılması gereken; sera gazı salımlarının indirilmesi konusunda yaptırımlar uygulanması, alternatif enerji kaynaklarına yönelinmesi için hükümetlere baskı uygulamak. Bunun içinse ilk adım Kyoto Protokolü. Eksikleri bol bir anlaşma, ancak hükümetlerin sorunu kabul ettiğinin bir göstergesi. Adım atmamakta ısrar eden ülkelerden birisi ABD. Aynı zamanda dünyanın en çok sera gazı salan ülkelerinden biri. “Küresel ısınma diye bir şey yoktur” diyen, bu konudaki bilimsel raporların yayımlanmasını engelleyen başkan George W. Bush bile, durumu daha fazla reddedemeyip bu konuyla ilgili uluslararası anlaşmalara imza atabileceğini söyledi. Tabi küçük bir ekleme yapmayı unutmadı; “küresel ısınma ile ilgili mücadele, ekonomik kalkınmayı engellememeli”, sanki bu felaketin en büyük sorumlusu “en çok ben gelişeceğim, en çok ben sanayileşeceğim” diyen ülkeler değilmiş gibi, “her ülke kendi küresel ısınma hedeflerini belirlemeli”, sanki iklim değişimi küresel bir sorun değilmiş gibi.

Kyoto Protokolü'nü imzalamayan bir diğer ülke Türkiye. Hükümetin bu konudaki tutumu pek çeşitli. Her zamanki gibi önce inkâr devreye girdi. Ardından 2012'de sona erecek olan anlaşmayı “2015'te imzalarız” denildi. Gerekçe ise Türkiye'nin daha fazla sanayileşmeye yani daha fazla karbon gazı salmaya hakkı olduğu, kalkınmanın olumsuz etkileneceği idi. Bir süre sonra küresel ısınmanın ehemmiyeti büyük bir mevzu olduğu kabul edildi, lakin fatura, halısını yıkayan Ayşe Teyze ile şoför Mehmet Amca'ya kesildi, dikkatli olmaları istenildi. Gelinen son nokta da Başbakan Erdoğan'ın geçen günlerde yaptığı açıklama; "Küresel ısınma konusuyla da yakından ilgileniyoruz. Türkiye 2008 yılında Kyoto mekanizması içinde yer alacaktır. Bunun için çalışmalarımız sürüyor."

Türkiye'de her üç kişiden biri iklim değişimini en büyük sorun olarak görüyor, 160 binden fazla insan “Türkiye Kyoto'yu İmzala” imza kampanyasına destek verdi. Türkiye'nin Kyoto Protokolü'nü imzalamasına, nükleer santral sevdasından vazgeçmesine, alternatif enerji üretimine her geçen gün yaklaşıyoruz. Kyoto Protokolü'nü imzalamış olan ülkeler, “daha ciddi önlemler almak lazım' diyerek, 8 Aralık'ta Bali'de toplanacak. Onlarca ülkede hükümetlerin o ciddi önlemleri bir an evvel alması için gösteriler düzenlenecek.  Hükümete ilk adımı attırmak için tüm dünya ile aynı anda 8 Aralık'ta sokağa çıkabilmeli, “Kyoto'yu imzala!” diyebilmeliyiz.

Küresel Eylem Grubu aktivisti Meltem Oral

www.kureseleylem.org

 

 Yazı ilk olarak Radikal Genç'te yayımlanmıştır.