Topuk

-
Aa
+
a
a
a

Agos 22 Haziran 2007Bizde topuktan vurma merakı var. Mafya değil. Kendi kendini topuktan vurma merakı.

Bir e-postayı özetliyorum: “Baskın Oran’ın seçim propagandası için hazırlanan fotoğraf ve kamera çekiminde yer aldım. Kendisinin hizmet alan-hizmet veren argümanını kullandığını biliyordum. Belki Meclis’e girince hizmet verene de sıra gelirdi, fikri değişirdi, vs. Ama cumartesi günü üzerine basa basa ‘Başörtülü üniversitede ders alabilir, ders veremez’ dedi. Kendisine verdiğim desteği, zaten küçücük de olsa, geri çekmek istiyorum. Kamera ve foto görüntülerimin bir işe yaramasını istemiyorum. Beni rahatsız edecek, vicdanımı kurcalayacak. Çıkarılmasını talep ediyorum”.

 

Ciddi biçimde örtülü bir hanım kızla konuşuyoruz, üniversiteye hem başörtülü hem mini etekli girilmesini savunduğumuzu söyledik, “Ama, kantinde şurada burada ahlaksız davranışlargöstermemek şartıyla tabii” dedi. Kendini üniversiteye sokmayanlara ne büyük iyilik yaptığının farkında değil.  

 

Partiler bu konuda enfes. AKP başta Yalçınbayır bütün insan hakları savunucularını temizledi. DP Susurlukçu Bucak’ı Urfa’da birinci sıraya koydu. CHP hâlâ 301’i savunuyor, daha ne? Bir örnek de Kürtlerden vermek lazım ama, bana vermemek yaraşır; anlayan anlamıştır. Onun yerine, Kürtlere ilişkin devlet tutumundan örnek vereyim. Danıştay 8. Dairesi, Türkçe dışında Kürtçe, Süryanice, İngilizce broşür bastırdığı için Diyarbakır Sur Belediye Meclisi’ni feshetti. Başkan Abdullah Demirbaş’ı da düşürdü. Ayrıca, 21 kişi için 3,5 yıl hapis istenmekte.

 

Başkan’ın yazılı açıklaması var: “Resmî yazışmalarda sadece resmî dil Türkçe kullanılmaktadır.” Üstelik, Türkiye’de “Cumhuriyetin temel ilkelerine ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olmamak” şartıyla, “geleneksel olarak kullanılan farklı dil ve lehçelerde” yayın yapmak serbest. Üstelik, 1992 yılında Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Misakı madde 3/1, “Yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı”ndan bahsediyor.

 

“Azınlık” kavramını resmen reddettiği ve bizim 12 Eylül anayasasının 3/1 maddesine benzer biçimde “Cumhuriyetin dili Fransızca’dır” dediği için bayıldığımız Fransa’nın belediyelerine bakalım. Durum, kimilerimizi sekte-i kalpten gönderebilir. Çünkü Almanya sınırına yakın olanlarda nizamname öngörmüşse Almanca’nın bir diyalekti olan Alsasça kullanılır. Dernek faaliyetlerinde de. Kamu kurumlarında da. Mahkemelerde, yargıç isterse bütün adli süreç boyunca. Seçim ve propaganda afişleri? 1919’dan beri. Karayolları üzerine dikilmiş levhalardaki yerleşim isimleri? 1979’dan beri. Yerel Dernekler Yasası? Bence onu hiç sormeğceğdiniz, çünkü İstinaf Mahkemesi bu yasanın Almanca olması nedeniyle geçersiz olduğu yolundaki bir başvuruyu 1975’te reddetti. Daha fazla çeşidimiz benim Karşı-İddianame’de var.

 

Biz ne yaptık bugüne kadar? Mart 2002’de ikinci AB uyum paketi “yasak dillerde yayın yapma yasağı”nı kaldırınca vatansever bürokratlarımız harekete geçti. TRT Kürtçe yayın yapamayacağını bildirdi, sonra da Danıştay’a gizlice dava açtı. Hükümet üçüncü uyum paketini çıkardı. Bürokrasimiz hemen yalnızca devlet radyosundan yayın yapılabileceği yorumunu getirdi. Altıncı paket çıkartıldı ve özellerden yayın yapmaya da izin çıktı. Bürokrasimiz hemen bir yönetmelik yaptı ve ancak “yerel olmayan” radyo ve TV’lerden yayın yapılabileceğine hükmetti. Bir altın vuruşla bitirelim: Haziran 2004’te, işleri uzatmak için RTÜK Diyarbakır Valiliği’ne yazıyla başvurdu ve orada hangi dilin konuşulduğunu sordu.

 

Devam. “Yerel diller”de kurs açılması gündeme gelince başvurunun yapıldığı valilik, Resmî Gazete’yi okuyacak yerde İçişleri’ne başvurup talebin yasal olup olmadığını sordu. Sonra, kursların adına itiraz etti. Sonra, mevcut İngilizce kurslarından ayrı bina tutulup kursların orada yeni müdür ve sekreterle yapılmasını istedi. Yedinci paket bunu da aşınca yeni yangın merdiveni istedi. O aşılınca, bina rölövesi istedi. O da aşılınca, bir altın vuruş da o denedi: Kapılar nizamnameye göre 90 cm olmalıydı; 85 cm olduğu için ruhsat verilemeyeceğini bildirdi.

 

Tabii, bu arada, Kürdoloji bulunmayan Türkiye’de Kürtçe öğretmen sertifikası istemeler, Kürtçe dil dersi için dilekçe veren 10.538 öğrenciden 446’sına “yasadışı örgüte yataklık”tan dava açmalar, bunların 3621’ini gözaltına almalar, 533’ünü tutuklamalar, 15’ine üç yıla kadar hapis vermeler, 7 öğrenciye “dilekçe vermeye teşebbüs”ten yarımşar ve birer dönem uzaklaştırma vermeler, daha sayayım mı, yaşandı. O kurslar ki, bugün öğrencisizlikten kapanmış bulunuyor. Daha fazla çeşidimiz benim Türkiye’de Azınlıklar’da var.

 

Yani, efendim, bütün bunlar kendi topuğumuza ateş etmek değil de nedir? Bir devlet kendi halkının 15 milyonunu kendisine yabancılaştırmak için bu kadar mı paralarmış kendini?

 

Türkiye hızlı gelişiyor. Torunlar soracak: “Dertleri neydi dede?” Biz bu kadar mantıksızlıktan hâlâ gebermediysek, cevap vereceğiz: “Milliyetçilikti, evladım. Vatanı milleti parçalanmaktankurtarmaktı”. Tatmin olmayacaklar: “Peki, Kürt milliyetçiliğini güçlendirdiklerini anlamıyorlar mıydı?” Boyun bükeceğiz:“Mevzubahis vatansa, gerisi teferruattır evladım”…