Savaşla Hiçbir Şey Sona Ermez

-
Aa
+
a
a
a

Silahlar susup barış sağlandığında, ABD ve müttefikleri mevzide mi kalacak, yoksa postallarını çıkarıp arka bahçelerine geri mi dönecek?

Radikal gazetesi, 19 Ekim 2001

Her zaman temkinliliğiyle bilinen Guardian bugün 'Bombardıman başladı' diye haykırmış. En az Guardian kadar ihtiyatlı Herald Tribune'de Bush'un 'Savaştayız' demesi yankılanıyor. İyi de kiminle savaştayız? Nasıl sona erecek bu savaş? Evet Usame bin Ladin'i cezalandırmalıyız. Adaletin huzuruna çıkarmalıyız. Her aklı başında insan gibi ben de başka bir çözüm göremiyorum. Gıda ve ilaç gönderin, yardım yapın, açlıktan ölen mültecileri, sakat yetimleri ve vücut parçalarını -pardon 'sivil zaiyat'ı- halledin, ama Bin Ladin ve o iğrenç adamları mutlaka yakalanmalı, başka seçeneğimiz yok. Fakat maalesef Amerika'nın bu günlerde intikamdan ziyade daha fazla dosta, daha az düşmana ihtiyacı var. Oysa Amerika hem kendisinin hem de biz Britanyalıların düşmanlarına düşman ekliyor; şu kaypak koalisyonu kurmamızı sağlayan onca rüşvet, tehdit ve vaate rağmen, ne zaman hedef şaşmış bir füze bir köyü haritaden silse yeni bir intihar bombacısı doğmasını önleyemeyiz; kimse bize ümitsizlik, nefret ve -yine intikamdan kurulu bu şeytani döngünün nasıl kırılacağını söyleyemez. Homoerotik bir narsisizmBin Ladin'in stilize edilmiş televizyon çekimleri ve fotoğraflarına bakınca homoerotik bir narsisist görülüyor. Belki de bir ümit kırıntısı çıkarabiliriz bundan. Kalaşnikofla poz verirken, düğünlere katılırken ya da kutsal bir metinden alıntı yaparken, mağrur hareketlerle tam da kameralara aşina bir aktörü andırıyor. Boylu poslu, yakışıklı, zarif, zeki ve etkileyici; hepsi de kıskanılası özellikler doğrusu, tabii eğer dünyanın bir numaralı kaçağı değilseniz, çünkü o zaman gizlemesi hayli zor zaaflara dönüşür bu özellikler. Ancak şu benim yorgun gözlerime kalırsa, hepsinden de önemlisi, Bin Ladin'in pek de bastıramadığı erkeksi kibri, kendini acındırma merakı ve spot ışıklarına gizli ihtirası. Muhtemelen sonunu da bu özellikleri getirecek; yapımcılığını, yönetmenliğini, senaristliğini ve ölümüne oyunculuğunu bizzat Bin Ladin'in üstlendiği, çarpıcı bir intihar sahnesiyle noktalanacak bir son. Bakunin'in keyfi Terörist çatışmaların genel kabul gören kuralları açısından savaş çok uzun zaman önce kaybedildi. Biz kaybettik tabii ki. Şimdiye dek aldığımız yenilgileri ve bizi bekleyen yenilgileri, nasıl bir zafer kazanarak telafi edebiliriz ki? Anarşizmin vaizi Bakunin, eylemin propagandası üzerine konuşmaya bayılırdı. Bunlardan daha teatral, daha etkili propaganda eylemleri tasavvur etmek güç doğrusu. Şu anda Bakunin mezarında, Bin Ladin de mağarasında ellerini ovuşturuyor olmalı. Tam da o kumaştan teröristlerin zevkten kudurdukları sürece girmiş bulunuyoruz: Telaş içinde polis ve istihbarat güçlerimizi ikiye katlayıp daha fazla yetkiyle donatıyoruz, yurttaşlık haklarını askıya alıyoruz, basın özgürlüğünü kısıtlıyoruz, haberleri maskaslayıp gizli sansür uyguluyoruz, birbirimizi gözlemeye başlıyoruz ve en beteri de camilere saldırıyor, sokaklarımızda insan avına çıkıyoruz, sırf derilerinin renginden korktuğumuz için. Tüm bu korkular tam saldırganlarımızın duymamızı istediği korkular aslında: Uçağa binmesem mi? Üst kattaki tuhaf çifti polise haber versem mi acaba? Bu sabah Başbakanlığın önünden geçmesem mi en iyisi? Çocuğum okuldan sağ salim dönebilecek mi? Hayatım boyunca yaptığım tasarruf boşa mı gidecek? 11 Eylül'e dek, Çeçenya'daki kasaplığından ötürü Vladimir Putin'e ahkâm kesmek ABD'yi pek memnun ediyordu. Kuzey Kafkaslar'daki insan hakları ihlallerinin Rusya'nın NATO ve ABD ile daha yakın ilişkiler kurmasını engellediği söyleniyordu kendisine. İhlalden kasıt da genel kabul gördüğü üzere topyekûn işkenceden, soykırıma kadar varan katliamlardı bu arada. Hatta ben dahil Putin'in Lahey'de Miloşeviç'le birlikte yargılanmasını, ikisini birden aradan çıkarılmasını önerenler de vardı. Hepsi geride kaldı artık. Yeni büyük koalisyonda Putin bazı ortaklarının yanında sütten çıkmış ak kaşık. G-8'in ekonomik sömürgeciliğine karşı çığlıkları hatırlayan var mı aranızda? Ya Üçüncü Dünya'yı talan eden gözü dönmüş çokuluslu şirketlere karşı haykırışları? Prag, Seattle, Cenova rahatsız edici görüntüler serdi gözlerimizin önüne; kırık kafalar, kırık camlar, şiddet ve polisin zalimliği. Blair sarsıldı. Yine de tartışma ciddiydi. Ta şirketler Amerikası'nın beceriyle kullandığı hamaset dalgası içinde boğulup gidene kadar. Ya biz ya onlarBugünlerde Kyoto'yu gündeme getirin bakalım, hemen Amerikan karşıtı diye damgalanırsınız. Kıyımların tarihsel bir bağlamı olduğunu hatırlatmak, saldırılara bahane yaratmak oluyor. Bizim yanımızda yer alan biri böyle yapmaz. Böyle yapan biri de bize karşı demektir. 10 yıl önce dinleyen herkese Soğuk Savaş'ı geride bırakırken, küresel toplumu dönüştürme yönünde bir daha yakalanamayacak bir şansı da elimizden kaçırmak üzere olduğumuzu anlatan idealist bir baş belasıydım. Yeni Marshall planı nerede diye bağırıyordum. Amerikan Barış Güçleri'nin, Yurtdışı Gönüllü Hizmet birimlerinden genç erkekler ve kadınlarla onların kıta Avrupası'ndaki meslektaşları neden Sovyetler Birliği'ne akmıyordu? Yoksulluğu, açlığı, köleliği, tiranlığı, uyuşturucuyu, ırkçı ve dinci hoşgörüsüzlüğü, açgözlülüğü insanlığın gerçek düşmanları olarak tanımlayacak düşünce yapısına ve güce sahip dünya çapında devlet adamları neredeydi hani? Bin Ladin sağ olsun!Fakat, Bin Ladin ve adamları sağ olsun, artık bütün liderlerimiz dünya çapında birer devlet adamı; çok uzaklarda havaalanlarında boy göstererek seçim için küplerini dolduruyorlar. Haçlı seferlerinden dem vuran talihsiz konuşmalar yapıldı. Bunlar bulunmaz bir tarihi cehalet örneği. Haçlı seferlerini kaybettiğimizi hatırlıyorum ben, yanılıyor muyum? Neyse ki her şey yolunda: Berlusconi'nin sözleri yanlış anlaşılmış, başkanın yaptığı gönderme de artık kullanılmıyor. Bu arada Blair, yeni üstlendiği Amerika'nın korkusuz sözcüsü rolünü bütün hızıyla devam ettiriyor. Blair iyi konuşuyor, çünkü Bush berbat bir hatip. Şu anda her iki lider de yüksek düzeyde onaylanıyor, ama eğer tarih kitaplarını okumuşlarsa, tehlikeli bir sınır ötesi askeri harekât sırasında yükseklerde uçuyor olmanın, seçim günü zaferi garantilemek anlamına gelmediğini biliyorlardır. Bush halkın desteğini kaybetmeksizin, kaç ceset torbası temin edebilir acaba? İkiz kuleler ve Pentagon dehşetinden sonra Amerikalılar intikam istemiş olabilir, ama daha fazla Amerikan kanı dökülmesine pek rıza göstermez. Savaş mı dedim? Merak ediyorum, acaba Blair ya da Bush, hayatlarında hiç parçalarına ayrılmış bir çocuk gördü mü? Ya da korunmasız bir mülteci kampına düşen bir tek misket bombasının etkisine tanık oldu mu? Bu tür üzücü şeyler görmek generallik için muhakkak gerekli bir koşul değil, ikisinin de bu deneyimi yaşamasını istemem. Ama savaş derken parlayan o siyasi yüzleri görünce, kalbimi savaş için güçlendiren o siyasi sesleri duyduğumda hep aynı korkuyu hissediyorum içimde. Tanrı'yı karıştırmayınVe lütfen Bush -dizlerimin üstüne çöküyor ve yalvarıyorum size Blair- Tanrı'yı bu işlere karıştırmayın. Savaşları Tanrı'nın çıkardığını düşünmek, onu insanoğlunun en kötü özelliklerinden biriyle nitelemek demek. Ben kendisine inanmam, ama bildiğim kadarıyla Tanrı'nın tercihi gıda yardımlarının yerlerine ulaşacak kadar etkili olmasından, tıp ekiplerinin işlerine sadakatinden, evsizler ve matemdekilere rahat ve iyi çadırlar sağlanmasından, hiç mızmızlanmaksızın geçmiş günahlarımızı kabul etmemizden ve bunları düzeltmemizden yanadır. O bizim daha az açgözlü, daha az küstah, daha az muhteris olmamızı ister, hayatta kaybedenlere karşı daha az ihmalkâr olmamızı ister. Hayır, ortada yeni bir dünya düzeni yok henüz, bu Tanrı'nın savaşı da değil. Bu bizim istihbarat servislerimizin başarısızlığını ve Sovyet işgalciye karşı savaşmaları için İslamcı fanatikleri kullanır, onları silahlandırırken, sonra da harap olmuş, lidersiz bir ülkede terk ederkenki siyasi aptallığımızı kapatmak için giriştiğimiz korkunç, kaçınılmaz ve utanç verici bir asayiş tedbiri. Sonuçta, bir avuç yarı modern, yarı ortaçağdan kalma dinci fanatikleri arayıp bulup cezalandırmak gibi berbat bir görevimiz var, bizim kendilerine sunacağımız ölümle efsane haline gelecek fanatikler. Daha da artacaklarVe her şey bittiğinde, hiçbir şey bitmemiş olacak. Bin Ladin'in gölge orduları, onun yok oluşunun ardından gelen duygusal patlama içinde daha da kalabalıklaşacak, evet yok olup gideceklerine kalabalıklaşacaklar. Kendilerine lojistik destek sunan sessiz sempatizanların ağı da daha bir genişleyecek. Temkinli bir biçimde, satır aralarında, Batı bilincinin dünya üzerindeki yoksulların, evsizlerin ikilemine yeniden uyandığına inanmaya davet ediliyoruz. Ve muhtemelen korku, zorunluluk ve söylevlerden yeni bir siyasi ahlak doğuyor. Fakat silahlar susup da görünürde bir barış ortamı sağlandığında, ABD ve müttefikleri mevzilerinde mi kalacak, yoksa Soğuk Savaş'ın sonunda olduğu gibi postallarını çıkarıp kendi arka bahçelerine geri mi dönecekler? O arka bahçeler ki bundan böyle asla eskisi kadar güvenli birer sığınak olamayacak.