Peter Greenaway'den Moab Öyküsü

-
Aa
+
a
a
a

Geri kalanlara geçmeden önce şunu peşinen söylemeliyim: Bu filmin metni tam bir klişeler ansiklopedisi! Greenaway bir trafik polisi edasıyla, şuradan alınmış bir bileşene geç diyor, sonra o bileşenin devamına dur deyip başka bir bileşene atlıyor. Neler yok ki metnin içinde: Kafka, Beckett, cinsel sorunlardan mustarip kötü adamlar, nemfoman kadınlar, esas oğlanın yanında dolaşan abartıcı vakanüvisler...

 

Henüz başlarda, bu metnin amacının öykü anlatmak olmadığı hissine kapılıyor insan. Greenaway’in asıl amacı bir film inşa etmek. Belki, seyircinin ilgisini gıdıklamak için, bir parça metinlerarası göndermeler yapmak. İlgideğer olan, Greenaway kendi filmlerine de göndermelerde bulunuyor – zaten, Luper kimi filmlerinde şöyle bir görünüp geçen bir kimliktir.

 

Film inşa etmek dedim. Greenaway, perdede birden çok anlatı bileşenini aynı anda sunarak inşa ediyor filmini. Ana görüntünün içinde açılan pencerelerde değişik bileşenler beliriyor sıklıkla. Ya da, görüntünün üzerinden kişilerin repliklerinin yazıya geçirilmiş hali akıtılıyor. Bu birden çok bileşenin, hemen her belirişlerinde, ana görüntüden farklı zaman akışlarında yürüdüklerini de belirtmek gerek. Bu nedenle, örneğin, yazıya geçirilmiş repliklerin, filmin ana zamanından önce mi yoksa sonra mı yazıldıkları anlaşılamıyor – ne senaryo diyebiliyorum bunlara ne de kayıt!

 

Bileşenlerin sayısı kimi anlarda epey artıyor. Benim sayabildiğim kadarıyla, yediye dek çıktıkları oldu: Ana görüntü, ana görüntü üzerinde açılmış üç değişik pencere, ana görüntünün ardında akan bir sözde belgesel, hepsinin üzerinden akan yazı ve son olarak, pencerelerden gelen konuşma metnini eşlemeyen, değişik bir ses kaydı.

 

Bunun yorucu olduğuna karşı çıkılacağını sanmıyorum – hele ikinci dilden izlemenin yüklediği fazladan zorlayıcılık da denkleme katılınca! Nedir, bir film seyretmenin kolay bir fiil olduğunu kim söyledi? Yine bu festivalde gösterilen Antonioni filmi L’Avventura, tüm yalınlığına rağmen kolay mı, örneğin? Sorulacak soru, belki, şu olabilir: Pekiyi, Greenaway’in filmi Antonioni’nin filmi misali kalıcı olabilir mi? Kim bilebilir, giderek, kimin umurunda?

 

Karşımızda, “Ben bunu yaptım işte!” diyen bir yönetmen var. O, kalıcı olmayı değil, deneyci olmayı yeğliyorsa, sadece deneyine saygılı olmak düşer seyirciye. Beğenip beğenmemek başka bir şeydir, kimi seyircilerden işittiğim gibi, bu filmin sinema adına kalıcı bir şey yapamadığını iddia etmek başka. Kendi adıma, böyle yönetmenleri beğenmesem de takdir ediyorum: Küstahlık, hemen her zaman, riyadan iyidir.