Parkinson Hastalığı

-
Aa
+
a
a
a

Kişilik ve davranış üzerine etkileri

"Yenilik arayışının" Parkinsonlu hastalarda ortalamanın altında olması dikkat çekiyor.

"...Evet son dört yıldır Parkinson hastasıyım. Günlük hayatım mı? (...) Sonra, her gün aynı saatte telefonlarımı eder, mektuplarımı yazarım (...) Bürodan çıktığımda, hep aynı yolu izleyerekten eve ulaşırım.(...) Evet son otuz yıldır, yeni araba sahibi oldum olalı, aynı yerlerden geçerek ve giderim(...) Tabii, doğalgaz kazıları sırasında mecburen değiştirirdim yolumu. Ama kırk yıldır yaptığım işi, farklı bir şekilde yapmayı zaten sevmediğimden, gitmedim birkaç gün büroya. Kazılar tamamlanana kadar (...) Saat tam yedide sofraya oturmuş oluruz. Hemen öncesinde son ilacımı alırım. Tama sizin tavsiyenize uyarak (...) evet, alışkanlıklarıma çok bağlıyım. Zevk aldığım alışkanlıklarım mı? İşim, ailem, küçükler... Yıllardır böyle.(...) Sigara içmiyorum. Zevk almadım, lüzumsuz buldum içmedim..."

Sigara içmenin keyfi

İnsan niye sigara içmez ki? Sigarayla hiç karşılaşmadığı için belki. Olacak iş değil. Sigaranın zararlarından korunmak için? O tamam. Peki zevk almadığı için? Yaptığımız pek çok şeyin bize verdiği zevkin beynimizdeki doğuş yolculuğuna dopaminin yardımcı olduğu söylenir.  Bir tür "ödül-ceza" sisteminin yerleşmiş bulunduğu mezolimbik bölgedeki etkileşimler, her bir yaşantının zevk ve keyif vericiliğini belirlenmesine katkıda bulunurlar. Dopamin salgılanımının artış ve etkinliğindeki çoğalmalar, terazinin haz, keyif ve zevk kefesini ağır bastırırlar.

Sigaradan dopamine çizgiyi geriye doğru izlediğimizde, karşımıza ilk çıkan kimyasal madde nikotin olur. Nikotin, (pek çok etki yanı sıra)

dopamin etkinliğindeki artışın mezolimbik bölgede yoğunlaşması, sigara içiminin keyifle sonuçlanmasına yardımcı olur.

Sigara içmekten bir tad almadığını söyleyen bir Parkinson hastası, elbette ki, bütün Parkinson hastalarını temsil edemez. "Hakiki bilim" yöntemlerini kullanarak meseleye baktığınızda, sigaradan tad almayan başka Parkinsonlular aramalısınız. Sigara içmemeleri ya da sigaradan tad almamaları için başka neden bulunmayan bir grup Parkinson hastasının sigara içmemesi ile "hakiki bilim" açısından üstünde durulmaya değer bir olay olur. Hemen yeni bir soru çıkar karşınıza... Bu insanların sigara içmemesinde, sigaradan tad almamasında rol oynayabilecek ortak etken nedir? Bu ortak etken ilk bakışta Parkinson hastalığı gibi gözükse de, Parkinson ne yapıp edip de bu keyfi insanların elinden almaktadır?

Parkinson hastalığının nörobiyolojik temeli sayılan bozukluk, sigaranın insana tatsız gelişini de açıklayabilir... Parkinsonda beynin dopamin kullanan sistemleri ventral tegmentum ’dan başlayarak hasara uğramıştır. Hasardan nasibini alan sistemler arasında "ödül-ceza" sistemi de vardır. Keyif alma duygusunun maddi temellerinin yer aldığı bu sistem, başlıca tüketim malzemesi olan dopaminden yana sıkıntıda olduğu için, bir şeyin tadına varmak imkansızlaşabilir.

Parkinson hastalığındaki "dopaminsizlik durumu"nun yarattığı problemlerin yanında, sigara zevkinden mahrum kalmak çok önemli bir kayıp sayılmayabilir. Ancak sigaranın zevkine varamamanın akla getirdiği başka yaşantı ve davranış değişiklikleri var.

"Zevkine varamamak" ile Parkinson hastalığındaki kimyasal değişiklikler arasındaki ilişkiyi araştıranlar benzer bir denemeyi amfetaminle yapmışlar. Parkinsonlu kişiler keyif verici bir madde olan amfetaminin bu keyfinden fazla yararlanamadıklarında, beyinde dopamin aracılığıyla varolduğu sayılan bu yaşantıların Parkinson hastalığında belirgin bir kesintiye uğradığı düşünülmüş.

Yenilik arayışı

İnsan davranışlarını ve yaşantılarının beyindeki çeşitli kimyasal iletim sistemleri ile bağdaştırılması yani bir sevda değil. Dopamin, noradrenalin ve meşhur serotonin, davranışların üç temel rengi sayılıyor. Bu yönde araştırma yapanlar, ilk adım olarak, kişiliği oluşturan temel davranış örüntülerini tanımlıyorlar.

Daha sonra tanımlanan temel davranış örüntüleri ile bunlara karşılık gelen kimyasal maddeler bulunmaya çalışılıyor. Bu karşılıklı, tahmin edileceği gibi, hiçbir zaman mutlak ve birebir olmuyor. Daha ziyade, oluşan resimde hangi figürlerde daha çok hangi renk kullanılmış, onu kestirmeyi deniyorsunuz. Yani, hangi davranış örüntüsünde hangi nörotransmiter daha çok kullanılıyor gibi... Ama rengin analizini yapmak hangi boyaların ne kadarıyla oluşturulduğunu tam olarak bulmak pek kolay değil. Resimdeki figürleri tek tek ayırdedip, temel figürleri, yani temel davranış örüntülerini ortaya çıkarmak da o denli güç.

Kişilik, davranış ve kimyasal sistemler araştırıcılardan birisi olan Amerikalı psikiyatr James Cloninger, kişilik yapısını oluşturan temel davranış örüntülerinden birisini "yenilik arayışı" diye adlandırıyor. Yeni hedeflere yönelmek, yeni alışkanlıklar edinmek, değişik arayışların peşine düşmek, meraklılık ve kaşiflik yanını hep canlı tutmak gibi yönleri olan "yenilik arayışı" davranışının, Parkinsonlu kişilerde ortalamadan daha düşük belirginlikte olmasına dikkat çekiyor. Kimyasal düzeyde düşündüğünüzde, Parkinson hastalığı olan bir kişiye diğerlerinden ayırt eden "dopaminsizlik durumu"... Dopaminin yokluğunda olan bitenden, varlığında olanlar hakkında bilgi yürütmek mümkün. Böyle düşünüldüğünde, dopamin kullanan sistemlerin kişiliğin yeniliğine yönelik yanında rol oynadığını, hazza ve keyfe ilişkin etkinliklerde önemli payı bulunduğunu düşünebiliriz.

Dopamin kullanan sistemleri iyi işlemeyen kişilerin daha az esnek, daha kuralcı ve alışkanlıklarına bağlı, başkaları için keyif verici alışkanlıklardan aynı kişiler keyfi almayan kişilerden olması da beklenebilir. Tıpkı Parkinsonlularda görüldüğü öne sürülen kişilik özellikleri gibi...

Genellemeler hep doğru mu?

Bu noktada duralım. Kişilik profilleri olsun, belli kimyasal maddelerle belli davranışların bağlantılanması olsun, hep istatistiksel bazı genellemelere dayanıyor. Dolayısıyla, genellemelerin barındırılması beklenen hata paylarını gözardı etmemeli. Parkinson hastalığı, davranışlarda rolü olan dopamin hakkında bilgi edinmek için bir zemin sağlıyor. Aslında yazının başlangıcında anlattığım "dört yıllık Parkinsonlu" Ali beyin sözlerinde kendi hayatlarından, kişiliklerinden bir şeyler bulabilecek pek çok kişi olabilir. Onlarda ne Parkinson vardır, ne de olacaktır. Yine de, yaşadıkları anlar, bir şekilde Ali beyinkini andırır.

Galiba, psikiyatrları bu konulara çeken, Parkinson hastalığı gibi nörolojinin sahasında sayılan bir problemde ilgilendiren, bu andırış. İnsanların analarından-babalarından aldıkları gen mirasının ve bunun üzerine yaşamış oldukları her şeyin kişiliklerini biçimlendirmesi sırasında beyin kimyasında olan-bitenleri anlamak için Parkinsonlu insanların bazı özellikleri yardımcı olabilir. Dopaminin beynimizdeki etkinliği ile davranışlarımız arasındaki ilişkiye akıl erdirebiliriz. Dopamin dışındaki kimyasal maddelerin (yani diğer ‘temel renk’lerin) karışımlarının her bireyin hayatında ne tür görüntüler oluşturduğunu bu yoldan anlayabiliriz.

Dopaminsizleşme süreci

Peki ama bütün bunlar Ali bey için ne anlam taşıyor? Alışkanlıklarına sadakatli, hayatının önceden belli güzergahlarından gitmesi onun için bir mesele oluşturuyor mu? Bir de şu var; Ali beyin "böyle" olmasında Parkinsonlunun sorumluluğu ne kadar? Belli bir yaşta Parkinson hastalığı şeklinde ortaya çıkan ve çok daha eskilerden başlamış bir dopaminsizleşme söz konusu olabilir. Ali beye bakılırsa, o otuz yıldır aynı yoldan işine gidip-gelme hususunda kararlı. Bildi bileli "böyle" kişilik özelliklerine sahip kılan Parkinsonuna da sebep olmuş, denebilir. Yani dopamin giderek o kadar azalmış ki, bir hastalık olarak ortaya çıkıvermiş.

Ama Ali beyi "böyle" yapanın ya da bildiğimiz Ali bey yapanın yıllar önce başlayan sinsi bir Parkinson hastalığı olduğunu düşünmek, Ali beyin bir dopaminsizleşme sürecinin ürünü olduğunu söylemek benim aklıma pek yatmadı. Akla yatmamasının "hakiki bilim" terminolojisinde pek yeri yoktu. Ali beyin hayatında olan bitenleri daha etraflıca dinlemeye karar verdim.

"...Değişik bir şeyler yapmak, alışılmış çizginin dışına çıkmak mı? (gülümsedi,muzip muzip). Evet, eşimi çok sevmiştim, ona delicesine bağlanmıştım, (ben ‘ne var bunda’ dercesine bakmışım ki), gayrımüslimdi, tam 6-7 Eylül olayları sırasıydı, onca düşmanlık arasında her şeyi bir kenara atmaya, hayatımı olduğu gibi değiştirmeye hazırdım. Sizin deyişinizle, alışkanlıklarımı değiştirecektim. Hem de içim yanmadan... Bu kafama koyduğumu da yaptım..."

Ali bey ondan sonra hayatında kurduğu yeni düzeni bir daha hiç değiştirmemişti. Kurallarına bağlı hayatı içindeki tek tük titizlikle arttırmadan-eksiltmeden ve vaktini bile değiştirmeden sürdürmüştü.

Ali beyin hayatında dopaminsizliğin ne zaman devreye girdiğini kestirmek iyice zorlaşmıştı. "Yaşayan ruhun mucizesi" dopaminsizliğini zaman zaman etkisizleştirip, ona serüvenci adımlar attırmıştı belki. Sonra yine eski temposuna dönmüştü. Hep aynı duraklardan inilip binilen otobüsler gibi...

Dopamin (ve diğer kimyasal ortakların) etkinliğinin davranışlarımız üzerindeki etkinliğine bir model oluşturan Parkinson hastalığı, yarın öbür gün davranışlarımızın (ve yaşantımızın) dopamin ve ortakları üzerindeki etkisini de anlamamıza ışık tutabilir. Bir kenarlar da kalmış uyuyan dopamin kaynaklarını uyandırmanın yollarını bulabiliriz bir şekilde...

(1990’da Cumhuriyet Bilim Teknik’te yayımlanmıştı. Bugünlerde Parkinson hastalığının gazete başlıklarına geçmesi üzerine raftan indi.)