Özür Dilemeyi Bilmek

-
Aa
+
a
a
a

Çocuklarda belleğin zayıf olduğunu ve dikkatin kolay dağıldığını bilir ve bunu kullanırız. Çocuğun dikkatini dağıtacak ilgisini başka yöne çekecek bir şeyler bulup ağlamasını gidermeye çalışırız. Çocuklar yaşadıkları olayları çabuk unuturlar. Belleğin ve dikkatin zayıf olması, çocuğu çocuk yapan özelliklerdendir.

 

Yetişkinlerde ise bellek genellikle iyi gelişmiştir ve dikkat süresi daha uzundur. Çocuk – erişkin arasındaki bu ayrımı toplumlar için de kullanabiliriz. Dikkatlerinin ve sosyal belleğinin gücü ile orantılı olarak toplumların gelişmiş olduğunu düşünebiliriz.

 

Gelişmemiş toplumda dikkat bir çocuğun dikkati kadardır. Ciddi sorunların üzerinde uzun süre durulup çözüm üretilmesi genellikle olası değildir böylesi toplumlarda. Kolaylıkla gündem değiştirilerek sorun unutturulabilir. Beraberinde sosyal bellek de zayıftır. İstenmeyen, kötü olaylar bellekten kolaylıkla çıkarılır ve bir daha geri gelmemek üzere unutulur. Çocukların yaptıkları yaramazlıkları hiç olmamış, hiç yaşanmamış gibi gösterme çabalarını gelişmemiş toplumlarda da sık gözlemleriz.

 

Halbuki gelişmiş toplumlarda sosyal sorunlar üzerinde dikkat daha uzun sürelidir ve gündem sorun giderilmeden kolaylıkla değiştirilemez. Bu toplumların sosyal bellekleri de sağlamdır. Geçmişte yaptıklarını hatırlamaktan, onlardan ders çıkarmaktan ve gerektiğinde geçmişte yaptığı hataları gidermeye çalışmaktan çekinmez. Yaptığı hataları unutmak, üzerini örtmek yerine geriye dönüp özür dilemesini ve hatasını gidermeye çalışmasını bilen insanlardan oluşur gelişmiş toplumlar.

 

İçinde yaşadığımız topluma bu gözlükle baktığımız zaman gelişmiş toplum olmaktan çok, çocuksu özellikler taşıyan toplum özelliği gösterdiğimizi görüyoruz.

 

Bir örnek:

 

Almanya’ da 1893-1964 yılları arasındaOtto Pankok adlı bir resim ve heykel sanatçısı yaşamıştır. Musevi kökenli bir aileden gelmektedir. Yaptığı resimler ve özellikle taş baskı çalışmaları ile sanat tarihinde önemli bir yer işgal etmektedir. Nazi iktidarı sırasında çalışmakta olduğu üniversiteden atılmış, eserlerinin sergilenmesi “dejenere sanat “ olduğu gerekçesi ile yasaklanmıştır. Yaptığı resimleri saklamak zorunda kalmıştır. 1939’da resimlerinin bir kısmının yakılması üzerine evine çekilerek tarımla uğraşmıştır. Musevilere uygulanan izolasyon ve aşağılama propagandasından o da etkilenmiştir. 194’de saklanmaya başlamış, 1943 de resimleri ile birlikte İsviçre’ye kaçmış ancak orada Gestapo tarafından yakalanarak ülkesine iade edilmiştir. Savaşın bitimine kadar bir toplama kampında tutulmuş ve canını tesadüfler üzerine kurtarmıştır. Ancak yaşananlar Otto Pankok’un insanlık tarihinde ve sanat tarihindeki değerini değiştirmemiştir.

Einschlafende Ehra, 1932

 

Savaş sonrasında Otto Pankok serbest bırakılmıştır. Alman hükümeti yapılanların hata olduğunu kabul ederek özür dilemiş ve Profesör unvanı ile üniversitedeki görevine iade etmiştir. Dahası hükümet tarafından Otto Pankok adına bir de yüksek okul açılmıştır. Ülkenin önemli sanat okullarından biri olan bu okulun kurulmasında ve yönetiminde sanatçıya görev verilmiştir. Öldüğünde Alman hükümeti evinin müze haline getirilmesi için uğraş vermiş ve eserlerinin dünya çapında sergilenmesini organize ederek hatasını gidermeye çalışmıştır.

 

Kısaca aşağılanan, eserleri yasaklanan, toplama kamplarında yok edilmeye çalışılan bir Otto Pankok  için o zaman sesini çıkarmayarak yapılanları onaylayan Alman toplumunun olanları unutmak yerine hatayı fark edip gidermeye çalıştığını görüyoruz. Hatayı yapanlar, gidermek için de çalışmasını bilmiştir.

 

Biz de ise durum böyle değildir. İçinde yaşadığımız toplumda henüz bir  Otto Pankok örneği olmamıştır. Bir çocuk gibi hata yapmayı kabullenemiyor ve hiç olmamış gibi davranmayı, kolaylıkla unutmayı seçiyoruz. Bu konuya dikkatimizi vermek yerine dikkatimizin kolaylıkla başka yerlere yönelmesine ve gündemin hızlı değişimine seyirci kalıyoruz. İçimizden çıkan Nazım Hikmet’ ten bile özür dilemeyi beceremiyoruz. Bir çocuk gibi davranarak, onu vatandaşlıktan çıkarıp sanki böyle biri hiç yaşamamış gibi davranmayı tercih ediyoruz.

 

Sosyal yapımızın çocuksu olması nedeniyle diğer toplumlar tarafından yönlendirilmeye de açığız. Çocuk gibi şımartılmayı arzuluyoruz. Gelişmiş devletlerin hakkımızda konuşmasından bize destek çıkmasından büyük mutluluk duyuyoruz. Öksüz kalmaktan, bize destek olacak güçlü devlet bulamamaktan ciddi kaygılar duyuyoruz. Sosyal çocukluğumuz medyamıza, siyasetimize ve tüm sosyal ortamlarımıza yansıyor.

 

Çocuk gibi sabırsızca büyüyüp erişkin gibi olmayı çok istiyoruz. Gelişmiş ülkelere öykünüp  onların dikkatini çekmekten, onlardan “aferin“ almaktan çok hoşlanıyoruz.  En küçük bir tökezlemede yine çocuk gibi teselli edilmeyi bekliyoruz.

 

Peki, ne yapmalıyız?

 

Sosyal belleğimizi yeniden kazanmak zorundayız. Geçmişindeki sorunları doğru tanımlayıp, gelişmiş sosyal belleği ile tutarlı toplum yapısı gösteren bir ülkenin nasıl bu hale geldiğini sorgulamakla işe başlamalıyız. Demokrasi sürecimizde yaşanan kesintilerin sosyal bellek üzerinde bıraktığı kalıcı hasarları derinlemesine incelemeliyiz.

 

Geçmişimizdeki, arkamızı dönüp unutmaya çalıştığımız kabahatlerimiz ile yüzleşmek zorundayız. İçimizde yaşayan ve özür borçlu olduğumuz insanları arayıp bulmak ve konuşmak, konuşturmak zorundayız.

 

Dahası sosyal belleğin yeniden kazanılmasında, yaşananların unutulmamasında veri tabanı gibi çalışabilecek bir medya örgütlenmesine ciddi anlamda gereksinim olduğu açıkça görülüyor. Medyanın bu görevi üstlenebilmesi için, toplumsal duyarsızlığın verdiği zararlardan nasibini almasını beklememiz mi gerekiyor? Ne dersiniz?

 

[email protected]