Öldüren sermaye ya da medya şiddeti

-
Aa
+
a
a
a

7 Aralık 2004Prof. Dr. Edibe Sözen*

Hayat ölümcül bir seyir izliyor. En büyük gösterge, insanlığın kendini yeniden üretememesi.

Toplumların "otopsi"ye ihtiyacı var der, Alman muhafazakâr sosyolog N. Luhmann. Yeni hayat sistemleri kurmak için otopsinin gerekli olduğunu söyler. Otopsi gerekli, çünkü bir zamanların insanlık adına ortaya çıkardığı evrensel ilkelerin yerini, barbar ya da zalim bir anlayış almış. Bu zalimane anlayışın en büyük destekçisi ve hatta koruyucusu medyalar iken, anlayışın en büyük göstergesi de şiddet. Süreç "hiç"e, ya da "hiçliğe" dahil olan her şeyi içine alarak bir virüs gibi yayılıyor, AIDS'ten, kanserden daha büyük bir hızla, kimi zaman sinsice kimi zaman da bas bas bağırarak ve insanları birer şiddet bağımlısı yaparak.

M. Eliade, insanlar yanı başlarındaki savaşa duyarlılık göstermiyorlarsa orada dini duygunun ya da insanlık duygusunu bitmiş olduğunu söyler. İnsanlık duygusundan mahrum bırakılmış, şiddetin seyircisi haline getirilmiş insanlar zaten duyarlılıklarını da bir biçimde yitirmişlerdir. Sürecin aktörleri kimlerdir?

Bu soru sübjektif cevaplara maruz bir sorudur. Bu ülke hiçbir zaman, hiçbir şekilde bu denli şiddete maruz kalmamıştır. Tekrar tekrar kapkaççıları gösteren, tekrar tekrar TBMM'deki tartışmaları gözbebeğimize kadar yakınlaştıran, kocaları tarafından öldürülen kadınları, intihar eden erkekleri, alkollü araba kullanıcılarına ilişkin haberleri haber diye yutturan, sevgilisini ayağından nasıl kurşunlattığını koca koca karelerle evimizin içine taşıyan kasaba zihniyetli (kendi kasabası dışında dünyası olmayan anlamında) medya/lar şiddetin başat aktörleri veya üreticileridir.

Toplumu bu hale kim getirdi?

1950'lerden beri bilinen bir kriminolojik bulgu bize şunu söyler: Suç öğrenilen bir davranıştır. Gazetede verilen suç haberleri, aynı zamanda suçu öğretme özelliğine sahiptir. 1950'lerdeki bu bulgudan bile haberi olmayan medyalar, günün her saati kapkaç haberi vererek kaç kapkaççıyı cesaretlendirdiklerinin farkında mıdır acaba? Bakanlar Kurulu'nda görüşülmesi gereken medyanın sorumsuzluğudur, kapkaççılar meselesi de görüşülür, ancak öncelikli olan medyanın halidir. Bu tür haberleriyle medyalar, özellikle ticari kanallar, şimdilerde de her ne hikmetse bir şekilde TRT'ye de sirayet ederek şiddetin yaygınlaştırıcısı haline gelmişlerdir.

Savaşta ölen insanlara; haritadan silinen kentlere; geçmişinde yaşadığı medeniyetlere inat, medyalar her şeyi ama her şeyi darmadağın ederek, tozu dumana katarak, kadınların bedenlerine bir zincir ya da bir köle halkası takarak ölümcüllüğe doğru sürüklenirken, kurgulanmış bir engizisyon mahkemesi, boyunlara asılmış bir giyotin edasıyla, adeta ortaçağın karanlık, bulanık sularında oynamaktadır.

Asırlardır barış ve güven toplumu olan, sufiyane bir karaktere sahip olan bu toplum medyalardan önce de bir şiddet toplumu idi de, bizler mi büyük bir yanılsama içindeydik?

Tarihsel koşulları, kültürel yapısıyla bu toplum şiddet toplumu olamaz. Sohbet geleneğinin egemen olduğu bir toplum ancak insani değerler üretir. Ama bugün bu toplum bir şiddet toplumuna dönüşmüştür. Şiddetin sorumlusu medyalardır; bu topluma reva gördükleri şey de şiddeti seyrettirmektir: Hedef onun, insaniliğini göstermek değildir; hedef onun ayıbıyla, absürdlüğüyle, arsızlığıyla uğraşmaktır. Medyanın dünyadan ya da dünya hallerinden anladığı budur. Oysaki, modern olan "insanın ayıbını örtmektir". Psikiyatrist Robert Coles "The Secular Mind-1999" adlı eserinde insanlığın ilk eylemlerinden birinin "haya, utanma"olduğunu ifade eder. Psikiyatrik tanımda da olduğu gibi, insanlık sosyal hiyerarşisinin belki de en temel özelliğini belirleyen bu eylem nasıl olup da yok sayılmaktadır? Otorite boşluğu, denetimsizlik, vs. bunların hepsi birer sebep olarak sıralanabilir, temenniler sunulabilir. Ama bunlar yetersizdir. Medyalarda dozu gittikçe artan şiddet niye? Cevap şudur: Son yıllarda medya sermayesinin Türkiye'de insanlığı yeniden üretmek yerine, kültürdışı bir tavırla ve ölümcül bir biçimde kullanımıdır. Sürecin muhatabı yoktur, tek muhatap yine sermayenin kendisidir. Sermayenin insanla ve insanlıkla sınavı ağırdır, ve bugünün düzeni sermayenin düzenidir. Kimin yanında olduğunuz, kimin için konuştuğunuz, kimler için yazdığınız, kimler için 'göz açtığınız', kimler için 'göz yumduğunuz'un arkasında "öldüren sermaye" vardır. Vicdanlar susturulmuş ve duyarlılıklar azalmışsa, o zaman yaşadığınız dünyadan Tanrı da uzaklaştırılmıştır. Tanrı'nın uzaklaşmasından sorumlu olan yine medyalardır.

Öldüren sermaye teorisi

Öldüren sermaye, hem insanlığı hem Tanrı'yı uzaklaştırmıştır, alanından ya da toplumdan. Eleştirel aklın ön planda olması gereken bir durumda, akıllar durmuş, gözler kalıcı hipermetropluk kazanmış, büyük oranda da işitme kaybı yaşanmıştır, son 20 yılın Türkiye'sinde. Kültür ve medeniyet bilmeyen yabanıl medya, kendi çığırtkanlarını da üretmiştir. Hep birlikte "ölüm şarkıları"nı söyler çığırtkanlar, "birimiz hepimiz, hepimiz birimiz" için tarzında şarkılardır bunlar. "Yaşamak varken ölmek niye?", "özgürlük varken, kölelik niye? vs. türündeki sorular "öldüren sermaye" için birer antitez olmaktan öte bir anlam ifade etmez.

Tarihin hiçbir döneminde bu kadar yıkıcı bir üslubu ya da dili yaşamamıştır, bu toplum. Muhafazakar devrimci Ernest Jünger bu çağın "işçinin çağı" olduğunu, (işçi burada metafordur/teşbihtir), 1950'li yıllardan beri dünyanın işçileştirildiğini ve değerler manzumesinin buna göre belirlendiğini ifade eder. İşçilerin karşısında da yeni efendiler vardır. Yeni efendilerin karşısında da işçileştirilmiş kitleler. İktidar olan, teknolojinin yani araçsal aklın dilidir.

19. yüzyılın ekonomi sosyolojisinde tecessüm eden "burjuvazi" ve değerlerini belirleyen burjuvazinin dilinin yerini, işçinin dili almıştır. Argolaşmış, basite indirgenmiş, bedene indirgenmiş bir kitlesel dildir bu! Hollywood sineması bu tür dil örnekleriyle doludur. İngilizce bilmeyenler bile bu filmleri rahatlıkla anlayabilir. Yorumlamaya gerek duyulmayan, insani boyutu olamayan bir dildir bu. Tekrarlar, belli ritüeller, sloganik ifadeler ve dramatik hallerle, ölüm ve şiddet satılır. Özellikle prime-time haberlerinde medyaların haberlerinde de gözlemlenen budur: Tekrarlar, sloganik ifadeler ve dramatik haller... İşçinin dili, kitlelere maledilir. "Öldüren Sermaye?", Felluce' nin neresindedir?

Haritası olmayan, harita kullanmayan medyaların hiçbir yerine düşmez Felluce! Haritada kapkaççılar varken, damların saçaklarından kurtarılmaya çalışan kediler varken, alkol sınırını aşmış ünlüler varken; kimi zaman göklere çıkarılan kimi zaman yerin dibine batırılan siyasetçiler varken, diğerleri önemli değildir.

Bu bağlamda, bize uyan teori ne "Tarihin Sonu" ne de "Medeniyetler Çatışması" ne de başka bir küresel teoridir: bize uyan olsa olsa "Öldüren Sermaye" teorisidir ya da "Hayat Veren Sermayeye Karşı Öldüren Sermaye" teorisi.

*İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi

http://www.zaman.com.tr/?hn=118974&bl=yorumlar&trh=20041207