No.496 - Duyduk, Duymadık Demeyin!...

-
Aa
+
a
a
a

Ey Ahali! Duyduk duymadık demeyin!

 

Son aylarda "Kâinatın Tefrikası"nın bir "paleoklimatoloji" köşesi haline geldiğini fark etmişsindir, ey okur. McLuhan "Dünya Köyü' olduk" demişti ya hani, nâçiz tefrikacınız da o köyün delilerinden biri olarak, eline bir megafon geçirmiş, yüksekçe bir yere çıkmış, o megafonu, köyün büyük "şeamet tellallarına" uzatıyor. İşte "Bizim Köy"den son felâket haberleri:

 

Ey Ahali! Duyduk duymadık demeyin! Tepemizdeki buzlar "infilak hızıyla" dağılıyor – ve biz, uçurumun eşiğindeyiz!

 

Küresel ısınma denen korkunçluğu, bundan 18 küsur yıl önce bütün köye ilk olarak modelleriyle birlikte duyuran adam, "mikrofon" elde, bizzat konuşuyor! Amerika'nın ve dünyanın en önemli iklim bilimcilerinden, NASA Goddard Enstitüsü Başkanı James Hansen'dan bahsediyoruz. Bush yönetimi tarafından susturulmaya çalışıldığı ortaya çıkan Hansen, Independent gazetesine "muhabir" olarak aşağıdaki manşet haberi yazdırıyor:

 

"İklim Değişikliği – Eşikteyiz."

 

"Atlatma haber" şöyle:

 

 "Grönland'daki buz tepesi üzerinde uydularla yapılan son inceleme, buz başlığının bilim insanlarının korktuğundan daha da hızlı eridiğini ortaya koyuyor. Denize doğru akıp giden buz miktarı, beş yıl öncesinin iki katına çıkmış durumda...

 

Bu yeni uydu verileri, hayret verici bir ilerleme anlamına geliyor. Grönland buz örtüsünü alıp götüren buz akıntılarının ayrıntılı hareketine ilk kez tanık oluyoruz. Bu veriler, Grönland'ın yılda en az 200 kilometreküp buz kaybettiğini gösteriyor. Bu durum, bilim insanlarının buz örtüsünün hâlâ dengede olduğunu söyledikleri iki yıl öncesindeki durumdan bile çok farklı. Yüzlerce kilometreküp, çok buz demek. Ama bu, daha sadece başlangıç. Buz örtüsü bir kez çözülmeye başlamaya görsün, bir eşik noktasına ulaşmak an meselesi; bu eşiğin ötesindeki dağılma, infilak edercesine hızlı olacaktır. Burada bütün mesele, o eşik noktasına ne kadar yakın olduğumuz meselesi. 2005 yazında Grönland'da bütün erime dünya rekorları kırıldı. Dolayısıyla, uçurumun kenarında olabiliriz.

 

Neler olup bittiği konusunda bilgilerimiz çok yeni. Deniz seviyelerindeki yükselmeler hakkında bugünün tahminleri, buz örtülerine ilişkin iklim modellerini kullanıyor ve o modeller de buz örtülerinin bin yıl ya da daha uzun bir süre içinde dağılıp gideceğini öngörüyor. Ama, şimdi görüyoruz ki o modeller neredeyse tamamen değersiz, işe yaramaz şeyler. Çünkü, bunlar buz örtüsünü yavaş yavaş eriyecek tek bir buz bloku olarak ele alıyor. Oysa, olup bitenler çok daha dinamik.

 

Buz bir kez yüzeyde erimeye başlayınca, göller oluşturuyor ve bu göller de açılan yarıklardan buzun dibine boşalıyor. Buzun altında ırmaklar oluşuyor. Buz kütlesi de okyanusa doğru kayıyor.

 

NASA'daki bilim insanlarımız bunu Grönland'da ölçtüler. Buz akıntıları bir kez harekete geçtiler mi, etkileri buz örtüsünün ta içine kadar geçiyor. Buz örtüsünün oluşması uzun zaman alıyor, çünkü bu oluşum kar yağışı ile sınırlı. Ama parçalanıp dağılması infilak edercesine hızlı olabiliyor.

 

Bu süreç ne kadar hızlı olabilir? Şu anda, bence elimizdeki en iyi ölçü, geçmişte neler olduğu. Örneğin, biliyoruz ki, bundan 14 bin yıl önce deniz seviyeleri 400 yıl içinde 20 metre yükselmişti. Yani, bir yüzyılda 5 metre. Bu, son buz çağının sonlarına doğru olmuştu ve ortalıkta daha fazla buz vardı. Ama, öte yandan, ısınma da bugün olduğu kadar hızlı değildi. Bu süreç nereye kadar gidebilir? Son sefer, dünya bugün olduğundan 3 derece daha sıcaktı – bu yüzyıl içinde de işte böyle bir ısınma bekliyoruz – ve deniz seviyeleri de 25 metre daha yüksekti. Dolayısıyla, eğer derhal harekete geçmezsek, gene böyle bir durum olmasını bekleyebiliriz. Şu andaki hiçbir iklim ve buz modeli böyle bir durumu öngörmüyor. Ama ben, Dünya tarihinden çıkardığım kanıtları ve kendi gözlerimle gördüğüm kanıtları yeğlerim. Bence pek yakında deniz seviyelerindeki yükselme en büyük mesele, hatta küresel ısınmadan da büyük bir mesele olarak karşımıza çıkacak.Bu olursa, dünyanın nasıl bir yer olacağını söylemek zor. Başka bir gezegen olacak. Grönland'dan devasa buzdağı armadalarının (filolarının) kopacağını ve bunların güneye doğru seyrettikçe eriyeceklerini tahayyül edebiliriz. Tabii bir de, muazzam büyüklükte alanların sular altında kalacağını da... Ne kadar zamanımız kalmış olabilir? Karbondioksit salımlarını on yıl içinde stabilize etmemiz gerekiyor. Yoksa, sıcaklık 1 dereceden fazla artmış olacak. Bu da, son yarım milyon yıldan daha sıcak bir dünyamız olacağı ve pek çok şeyin de artık önü alınamaz hale gelmiş olacağı anlamına gelir. Bunu durduracaksak, yanan kömürden karbondioksit salımlarını ayırıp tutacak yeni teknolojileri bekleyemeyiz. Elimizde ne varsa artık onu kullanmak zorundayız. On yıldan bahsediyorsak bu, enerji verimliliği ve karbon yakmayan yenilenebilir enerji kaynakları üzerinde odaklanmamız anlamına gelir. Fazla zamanımız kalmadı."(Jim Hansen, "Climate Change: On the Edge", The Independent, 17 Şubat 2006, vurgular ÖM))

***

         

Duyduk duymadık demeyin, ey ahali!

 

Yerküreyi Eskisinden 30 Kat Hızlı Isıtıyoruz! – Eşikteyiz!

 

55 milyon yıl önce yeryüzünün gördüğü büyük Küresel Isınma konusunda dünyanın en büyük otoritesi kabul edilen James Zachos söylüyor bunu. Santa Cruz'daki Kaliforniya Üniversitesi öğretim üyesi, paleoklimatolog James Zachos'tan söz ediyoruz. American Association for the Advancement of Science (AAAS) adını taşıyan saygın bilim kurumunun son toplantısında verdiği tebliğde diyor ki: İnsanlığın karbondiyoksit ve metan gibi başlıca iki sera gazının şimdiki salımı, 55 milyon yıl önce doğal sebeplerle ortaya çıkan Küresel Isınma döneminde olduğundan 30 kat hızlı!

 

"Dinozorların yok oluşundan sonra, 55 milyon yıl önce görülen ve sadece Antarktika'da (Güney Kutup Bölgesi'nde) canlıların yaşamasına imkân bırakan bu küresel ısınmaya yol açan emisyonlar muhtemelen 10 bin yıl sürdü. Şimdi biz, fosil yakıtları yakarak aynı miktarı gelecek üç yüz yıl içinde atmosfere salmış olacağız." Profesör Zachos bu korkunç uyarının adından, iklim tarihinden kanıtlara bakıyor – tıpkı Hansen gibi – ve bu kanıtlardan daha da dramatik şu tespiti yapıyor – tıpkı Hansen gibi: Dünya iklimi bir eşikten geçmekte!Bu eşiğin ötesine geçildiğinde, pozitif geri beslemelerle iklim değişikliği hızlanacak (artarak hızlanacak) ve ısınma kısır döngüsüne girecek.

 

"Atmosferdeki karbondioksitin endüstri devrimi öncesi seviyelerine inmesi için 10 binlerce yıl gerekecek. İnsanlar fosil yakıt yakmayı bıraktıktan sonra dahi etkileri çok uzun süreli olacak." (Steve Connor, "Global Warming '30 Times Quicker Than It Used To Be", The Independent, 17 Şubat 2006, vurgular ÖM)

 

***

 

Duyduk duymadık demeyin, ey ahali! Ey ahali, duyduk duymadık demeyin!

 

Doğanın bir canlı gibi hareket eden, yaşama göre her şeyi düzenleyen bir süper organizma olduğu teorisini ortaya atan ve "Gaia" adını verdiği bu teorisi nihayet bilim camiasında genel kabul gören – ve Darwin'den sonra yeryüzüne bütünsel olarak bakabilen ender düşünürlerden olduğu için yaşayan en önemli entelektüellerden biri sayılan – bilim adamı James Lovelock, 86 yaşında "vasiyetname" niteliğindeki son (muhtemelen nihaî) kitabını bu ay başında yayımladı: Gaia'nın İntikamı – Yeryüzü Neden Kendini Savunmak İçin Savaşıyor ve İnsanlığı Hâlâ Nasıl Kurtarabiliriz?.

 

Kitabın Son Durağın Ötesinde başlığını taşıyan 9. bölümü şöyle başlıyor: "Wagner'in Der Ring des Nibelungen'indeki Norn'lar gibi, biz de halatımızın, ipimizin ucuna varmış bulunuyoruz ve kaderimizi belirleyen o ipin lifleri kopmak üzere. Gaia, yaşayan yeryüzü, yaşlandı ve iki milyar yıl öncesinde olduğu kadar güçlü de değil. Gaia, bağrındaki sayısız hayat biçimini güneşin sıcaklığındaki önlenemez artışa karşı koruyup onu yeterince serin tutabilmek için uğraşıp duruyor. Ama, onun bu zorlu uğraşındaki zorluklara ilave olarak, bu hayat biçimlerinden biri, insanlar, yani başka gezegenleri bile fethetmeyi düşleyen o kavgacı kabile hayvanları, Yeryüzü'nü sadece kendi çıkarı için kullanmaya kalktılar. Nefes kesici bir küstahlıkla Gaia'nın oksijeni elverişli seviyesinde tutmak için gömdüğü karbon depolarına el koydular ve onu yaktılar. Bunu yaparken, Gaia'nın otoritesini gasp ettiler ve Gaia'nın gezegeni hayata uygun tutma yükümlülüğünü yolundan çıkardılar; çünkü onlar yalnızca kendi rahatlarını ve huzurlarını düşünüyorlardı. [...]

 

İktisatçılar ve politikacılar, fosil yakıt kullanımından doğan salımların hızlı ve kontrollü bir şekilde durdurulmasındaki mutlak zorunluluğu, medeniyetin insan ihtiyaçları ile dengelemek zorundalar. Ekonomik büyüme, politik bünye için bir iptilâ – tıpkı eroinin tek bir bireye yaptığı etki gibi; belki de bu madde ihtiyacından doğan kıvranmaları kontrol etmek üzere daha güvenli bir "ikame maddesi"ni, yani ekonomistlerin "metadonu"nu koymak gerekir. [...]

 

Acaba medeniyetimiz yok olmaya mahkûm mu? Bu yüzyıl, sonunu büyük bir nüfus azalmasıyla mı noktalayacak? Düşman olmuş ve sakat kalmış bir gezegen üzerinde savaş beylerinin kırbacı altında sersefil, sıcaktan kavrulmuş bir toplumdan artakalan birkaç insan grubundan oluşanlarla...? [...]

 

Bir anlamda, yirminci yüzyılın büyük partisi, bütün o har vurup harman savuran harcamalarıyla ve savaş oyunlarıyla birlikte, sona ermiş bulunuyor. Şimdi artık elimizi yüzümüzü yıkayıp dağlar gibi yığılmış enkazı ve çerçöp yığınını dışarı atma zamanı. [...]

 

Bu arada, korkunç sıcak ve kurak dünyada, hayatta kalmayı başarmış olanlar, Arktik bölgedeki [Kuzey Kutup bölgesindeki] yeni medeniyet merkezlerine doğru yolculuğa çıkmaya hazırlanıyorlar; onları çölde şafak sökerken, güneşin keskin ışıklarını ufuktan kampa mızrak gibi fırlatırken görüyorum. Akşamın serin ve taze havası bir süre asılı kalıyor ve ondan sonra, tıpkı duman gibi dağılıyor ve yerini sıcak havanın nöbetine devrediyor. Derken, develeri uyanıyor, gözlerini kırpıştırıyor ve sağrıları üzerinde ağır ağır doğruluyor. Kabilenin sayıları az kalmış üyeleri deveye biniyorlar. Deve bir geğiriyor, ardından da, bir sonraki vahaya doğru uzun ve dayanılmaz derecede sıcak yolculuğuna başlıyor."

 

(James Lovelock, The Revenge of Gaia – Why the Earth Is Fighting Back – and How We Can Still Save Humanity, Allen Lane/Penguin, 2006, s. 146 – 159, vurgular ÖM)

 

***

 

Duymadık duymadık deyin, ey ahali!