No.484 - İki Sonsuzluk Arasında

-
Aa
+
a
a
a

Tarihin yetiştirdiği en büyük bilgin ve barış bilgelerinden Albert Einstein'a atfedilen önemli sözlerden biri, "milliyetçiliğin bir çocukluk hastalığı, yani insanlığın bir tür 'kızıl vakası' olduğu" şeklinde.

 

İnsanlığın son iki yüz yıllık tarihine kısa bir bakış, bu sözün her daim, maalesef ölümcül sonuçlar verecek şekilde doğrulanmasından başka bir sonuç vermiyor. Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki müzakere meselesinin de artık bir fars'tan trajediye doğru kayan süreci, ağır milliyetçi kokularıyla mide bulandırıcı bir hal aldı diyebiliriz.

 

AB dışişleri bakanlarının, tarihi toplantı binalarının ağır methallerinin önünde ağır zırhlı limuzinlerinden güleç ve fakat ciddi yüz ifadeleriyle inip gazeteciler ordusunu yararak, camlı çelikli döner kapılardan geçip, kalın halıları kararlı ve enerjik adımlarla arşınladıktan sonra uçsuz bucaksız koridorların ucundaki salonlarda gözden kaybolmaları… Kısa süre sonra ilk "küçük muhabereyi"yi kazandıkları, yani müzakerelerin başlaması için Rumları ikna ettikleri haberi… Ama hemen ardından, uluslararası devlet adam/kadınlığının zorluklarını bir anda yüzümüze vururcasına Avusturya kayasını kan ter içinde delmeye çalıştıklarının haberini alışımız… Yani, Türkiye için "imtiyazlı ortaklık" gibi, herhangi bir içerik ve anlamı olmayan bir kavramı öneren Avusturya'yı "yola getirmek" için yel yepelek yelken kürek uğraşmaları… Viyana Kuşatması, göçmen işçi kuşatması, mehter marşı, ay çöreği gibi tarihi ve psikanalitik engelleri aşmak için müthiş gayretler göstermeleri… Günün aktörü olduğu belirtilen İngiltere'nin telefon ve yazışma trafikleri ile "ırkçılıkla savaş" vererek Avrupa'yı kurtarmaya kalkıştığı haberleri. Son yemek analojilerine, ırkçılık düşmanı kahraman İngiliz bakanın görüşmelerde, neredeyse Sırat Köprüsü'nü geçmekte oldukları izlenimini verecek, yarı uhrevi yarı pragmatik mesajlar göndermesi…  Yemekten sonra müzakerelere başlanıp, gece çorbasının ardından ara verilmesini müteakip sabah kahvaltısındaki alakok yumurtanın gövdeye indirilmesinin hemen arkasından, kahve sonrasında "Avrupa'nın Türkiye'yi hazmetmesi" meselesinin metaforik anlamının resmi sindirim sistemine intikal ettirilmesi sürecine girilmesi… Derken, müzakerelere ara verilip yeniden başlanması. Türkiye'nin önemli reformlara imza attığının ve Avrupa savunmasında önemli yer tuttuğunun hatırlanmasının, görüşmelerin son derece zor geçmekte olduğunun hatırlatılmasıyla eşzamanlı gelişi… Ardından, uluslararası ilişkiler dünyasının yeni aktrislerinden Condoleeza Rice'ın devreye bir telefonla girmesi ve böylelikle eski dünya-yeni dünya mucizevi eklemlenmesinin ortaya çıkışı. Müzakereleri resmen başlatacak hükümetler arası konferansın ve yapılması öngörülen törenin ertelendiği haberi… Ve, hemen ardından, T.C. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü'nün, açıklamasında, Türkiye'nin İngiliz Dışişleri Bakanı tarafından iletilen AB değişiklik tekliflerinin hepsinin Türkiye Dışişleri Bakanı tarafından reddedildiğini açıklamasından kısa süre sonra, nihai taslak metnin Ankara'ya gönderildiği ve iktidar partisi merkezinde incelemeye alındığı, metne beş saat ya da iki saat içinde cevap verileceği, sonra da Dışişleri Bakanı'nın Lüksemburg'a yola çıkabileceği, konferansın da törenin de artık yapılabileceği ihtimalinin belirdiği, derken cevabın yollandığı, uçağın yola çıkabileceği, konferansın da gecenin medeni bir saatinde yapılabileceği haberleri…

 

Sonucu bilinmeden yazılmış bir yazı bu: Muhtemelen, dostumuz Hasan Ersel'in dediği gibi, yüzyıllardır diplomasi sanatında büyük tecrübe kazanmış İngilizlerin, kimsenin anlamayacağı kıvraklıkta bir metni ortaya çıkarması sonucu, nedense herkesin kendini iyi hissetmek zorunda kalacağı bir "mutlu son"la noktalanacak bir serüveni anlatmaya çalışıyor… (Gerçi, günümüz İngiltere'sinin bu "efsaneler"den hangisinin mirasçısı sayılabileceği de hayli tartışılabilir – hele çağdaş Amerikan diplomasinin müdahalesiyle yoğrulduğunda... Ama, gene de iyimserliğimizi elden bırakmamalıyız.)

 

İnşallah, geride Avrupa'nın enkazı arasında dörtnala koşuşturan milliyetçilik hortlağı dışında bir şeyler kalır, diyerek iyimserliğe iyimserlik katalım ve başladığımız gibi, Einstein'a atfedilen bir başka sözle bitirelim: "Sadece iki şey sonsuzdur: Kâinat ve insanın aptallığı; birincisinden de emin değilim."

 

Devamı haftaya...

 

* İngiltere Dışişleri Bakanı ve AB Dönem Başkanı Jack Straw ile Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Lüksemburg, 3 Ekim 2005.