No.475 - Seçebilme Akıl ve Cesareti

-
Aa
+
a
a
a

Amerikalı antropolog Jared Diamond, yeni yayımlanan Çöküş adlı kitabında tarihte ve günümüzde toplumların, çöküşü ya da ayakta kalmayı neden seçtiğini ele alıyor. Can alıcı soruyu maharetle irdeleyen kitabın 14. bölümü özellikle ilginç. Profesör Diamond, kimi toplumların, feci kararlar alarak kendilerini nasıl yok etmeyi başardıkları sorusuna dört ana cevap-tahlil-açıklama getirmeye çalışıyor:

 

Sebeplerin birincisi, felaketi yaratacak sorunu, ortaya çıkmadan önce fark edememek. Tek bir örnek vermek gerekirse, 1973 Körfez petrol krizinden sonra insanların, benzin yutan israflı arabalardan hemen vazgeçtikleri halde, ardından bunu tamamen unutup iklimi mahveden “4x4” ciplere (Sport Utiliy Vehicle, SUV) düşmeleri...

 

İkincisi, sorun ortaya çıktıktan sonra bile bunu algılayamamak. Örneğin, ısınma ve soğumalar gibi “şamatalı” iniş-çıkışlar ya da “manzara unutkanlığı” yüzünden suyumuzun sürekli ısındığını, buzulların eridiğini vb. gözden kaçırıp esas trendi, küresel ısınma trendini fark edememek ve bu konuda önlem almayı düşünmemek...

 

Üçüncüsü – en sık rastlanan ve en şaşırtıcı sebep olarak – ortaya çıkan sorunu algıladıktan sonra, onu çözme girişiminde bile bulunamamak. Örneğin, iktisatçıların ve diğer sosyal bilimcilerin “rasyonel davranış” diye adlandırdığı, yani muhakeme ve mantık açısından doğru, ama ahlaka aykırı olan, “kısa günün kârı” gibi saik ve  sebeplerle, dar bir elit grubunun yararına, genel toplumun ise çok zararına olan uygulamalara gidilmesi: Tarım, balıkçılık sübvansiyonları; çevreyi mahvedip sonra da orayı temizlemeden çekilmeyi mümkün kılan madencilik imtiyazları; dünyanın dört bir yanındaki yağmur ormanlarında iklim yıkımıyla sonuçlanacağı halde yürütülen kerestecilik faaliyetleri; siyasi hırsı yüzünden sur içine alınan Truva atları; para hırsı yüzünden çevrilen dolaplarla yöneticileri ihya, hissedarlarıysa mahveden Enron’lar vb. Ya da, ekonomiyi ekolojinin önüne alarak, kısa vadeli çıkarlara odaklanıp gelecekteki kârlardan “iskonto” etmeyi öngören rasyonelleştirmeler. (Gelecek kuşaklar bu kararlardan dolayı elbette “borçlu” çıkacak ve korkunç sonuçlara katlanacaklardır ama, onlar bugün oy kullanma ya da şikâyet haklarına sahip olmadıklarından, bu kararlar “rasyonel”dir.)

 

Nihayet, bir toplum sorunu öngörmüş, algılamış ve/ya onu çözmeye girişmiş olsa bile, yine de başarısızlığa ve yıkıma uğrayabilir. Bunun muhtemel sebepleri de apaçıktır aslında: Toplumun kapasitesi yeterli olmayabilir, sorunu çözmek iflası doğuracak kadar pahalı olabilir, ya da –en kötüsü– çözme çabasına girişmek için hem çok geç kalmış olabiliriz, hem de çabamız artık yetersiz kalmış olacaktır. Örneğin, Avustralya’da, zararlıları kontrol altına almak için doğaya salınan ve onu tarumar eden kamış kurbağalarından ya da Amerika’nın batısını kasıp kavuran cehennemi orman yangınlarından artık kurtulma olanağı kalmamıştır.

 

Profesör Diamond, kendi öğrencilerini ve hatta önde gelen bazı antropologları şaşkınlığa düşürecek fecaatte kararlar alan toplumları örneklerken, tüm toplumların düzenli olarak sorunları çözmekte acze düştüklerini ileri sürmüyor. “Eğer öyle olsaydı, hepimiz şimdi ölmüş ya da 13,000 yıl öncesinin Taş Devri şartlarında yaşıyor olurduk” diyor ve büyük krizleri başarıyla çözmüş cesur ve şanslı toplumlarla liderlerden “umut verici” örnekler veriyor: 1962 Küba füze krizinin dünya yok olmadan çözülmesini sağlayan ABD liderleri (Kennedy ve çalışma arkadaşları); Rwanda soykırımı boyutlarına ulaşmadan nüfus patlaması krizini önleyen Çin liderleri; yeni bir dünya savaşı çıkması riskini azaltan Avrupa Birliği’ni [AET] kuran Avrupa liderleri... Ve, bunların yanı sıra, hangi temel değerlerin üzerinde savaşmaya değeceğine, hangilerininse artık buna değmeyip bir kenara bırakılabileceğine karar veren “cesur halkları” anıyor: Finliler, Macarlar, Britanyalılar, Fransızlar, Japonlar, Ruslar, Amerikalılar, Avustralyalılar ve diğerleri... (Bkz.: Jared Diamond, Collapse: How Societies Choose to Fail or Survive, Penguin/Allen Lane, 2005, s. 419-440)

 

***

 

Dünya, belki de tarihinde görülmüş en büyük şiddet dalgalarından birinin giderek yükselen türbülansı içinde çalkalanıyor: Afganistan, Irak, Endonezya, Fas, Suudi Arabistan, Hindistan, Pakistan, İspanya, Türkiye, Çeçenistan, Rusya, K. Osetya, İsrail, Filistin, İspanya, Kolombiya, Filipinler, Sri Lanka, Çin, Özbekistan, Kırgızistan, Britanya, Mısır... hepsinde kan gövdeyi götürüyor...

 

Ve evet, Diamond’ın vurguladığı gibi, toplumların önünde bir seçimsorunu var. 11 Eylül 2001 günü, İkiz Kuleler katliamının hemen ardından Chomsky’nin söylediği de tastamam buydu işte: “Gelişmiş ülkelerin halkları şimdi bir seçimle karşı karşıya: Ya haklı ve meşru bir dehşeti ifade edebiliriz, ya da bu suçlara neyin yol açmış olabileceğini anlamaya çalışabiliriz. Eğer ikinciyi yapmayı reddedersek, ileride çok daha kötü şeyler olması ihtimaline katkıda bulunmuş oluruz.” (Bkz.: Understanding Power, ed.: P R. Mitchell–J. Schoeffel, NY, The New Press, 2002, s. xiii)

 

Peki, seçenekler?  “Temelde iki seçeneğimiz var: Ya dünya kabadayısının... kötülükleri yeryüzünden kovacağına güvenerek iç huzuruyla yolumuza devam ederiz. Ya da dünya âleme ilân edilmiş bu yüce çağın öğretilerini sorgular, bu sorgulamadan akılcı sonuçlar çıkarır ve belki de, ortaya çıkan gerçekliği biraz anlayabiliriz.” (Chomsky, “There’s Good Reason to Fear US”, The Toronto Star, 7 Eylül 2003)

 

Sorgulayacak akla ve cesarete sahip miyiz? Soru, bu.  

 

Devamı haftaya...