No.343 - 1 Mayıs'ta Bingöl'den Santa Fe'ye...

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

 

1 Mayıs emekçi bayramı gününün, yeni dünya düzen(sizliğ)i koşullarına uygun olarak barış ve adalet hareketlerinin küresel eylem günü olarak kutlanmasına hazırlanılırken, eski karabasanlarlarla yüzyüze gelindi sabah sabah: Bunlardan birincisi sabaha karşı Türkiye’nin doğusunu vuran Bingöl depremi, ikincisi de Arjantin’in Santa Fe eyaletindeki büyük sel felâketi idi.

 

1999 büyük depremini -- hatta depremlerini -- yaşadıktan sonra zihniyet açısından hem değiştiğimizi, hem değişmediğimizi gördük: Bütün ekonomik, sosyal, sportif vb. yıkımları son derece kısır bir muhayyilenin sonucu olarak aynı deprem metaforu ile ifade eme alışkanlığını artık yavaş yavaş bırakacağımız ümit edilebilir. Depremin adeta metafizik bir felaket olarak algılanıp sadece çaresiz bir korku duygusu yaratması gibi bir “halet-i ruhiye”den yavaş yavaş sıyrılmakta olduğumuz da söylenebilir. Deprem tehlike haritaları çıkarılmış durumda artık. İlgili ve yetkili kurumların sistemli ve hızlı çalışmaları sonucunda, saat 03:27’de vuku bulan depremle ilgili tüm veriler saat 04:00’ten itibaren Kandilli’nin web sitesinde yerini almış, kısa süre içinde dalga büyüklükleri vb. verileri eklenmiş ve tüm yurttaşların bilgisine sunulmuş durumda idi. Bu açılardan, Rasathane ve Enstitü’nün web mekânının, dünyaca ünlü USGS gibi batı kuruluşlarının monitörlerinden en ufak farkı yoktu. Ekranlarda boy gösterip her kelâmları “kabile büyücüsü”nün haykırışları gibi husû içinde izlenen “uzman”ların sayısında dört yıl öncesine göre ciddi bir azalma gözleniyordu. Ortalama insanlar olarak anlamsız bir panik içinde başı kesilmiş tavuklar gibi oraya buraya koşturmaktan da bir ölçüde vazgeçmiş gibi görünüyorduk. Üstelik, toplum gönüllüleri mensuplarından o yerelerden gelen gençlerin, ilk ağızda gereken yardımları örgütlemeyi başarmış olmaları da, daha önceden alıştığımız dağınık görüntünün aksine,  bir sivil hareketliliği hissettiriyordu.

 

Öte yandan da, eski tas “devlet” ve onun eski tas uzantılarının ölümcül izlerine rastlanmıyor değildi doğrusu. Devletin yaptırdığı yatılı okulda sayısı belirsiz çocuktan sağ kalanların enkaz altındaki seslerini dinlemek, düşündürücüydü: O çocukların bazılarının bir merdiven korkuluğu sayesinde mucizevi bir şekilde kurtulmaları, işin başka –ve belki esas – boyutunda, yani sivil bilinç boyutunda adamakıllı mesafe kaydetmemiz gerektiğini apaçık gösteriyordu.

 

Ayrıntıya fazla inmeden, bilim insanlarının ve vatandaşların dünkü depremden kısa süre sonra söylediklerinden birkaç alıntı yapmak, belki de durumu net olarak ortaya koyabilmekte yardımcı olacaktır:

 

 “...Türkiye’deki bir çok kurumda devamlı çalışmakta olan yer bilimci ve deprem mühendisliğindeki meslektaşlarımız çok önemli bir misyonu ve görevi bence yerine getirmiştir... Bugünkü bilimin geldiği düzeyle çok önemli bir misyon gerçekleştirilmiştir, belli bir tehdit ve belli bir risk çok iyi bir şekilde tanımlanmıştır. Bu alanda çalışan bütün bilim adamlarına teşekkür bizim bir toplum borcumuzdur diye düşünüyorum. Bundan sonraki hareket ise, demin bütün değerli arkadaşlarımın ifade ettiği gibi, bireysel, yani içinde bulunduğumuz fiziki ortamın iyileştirilmesi, toplumsal devlet politikası haline getirilmesi ve tüm bilim dünyasının söylediği önlemlerin hayata geçirilmesidir.” (BÜ Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu)

 

* * *

 

“İnsanların ferdi olarak yardımcı olabileceği şeyler var, bir de toplumsal olarak alabileceğimiz tedbirler var; özellikle insanların, öğrencilerin toplu olarak bulunduğu yerler, okullar, hastaneler gibi binalar zaten deprem şartnamesine göre diğer dip binalardan en az 50% çok daha kuvvetli yapılması gerekli binalardır... Pülümür’den sonra diğer kötü bir örneği bu depremde de görmüş bulunuyoruz. Bunlar hakikaten orada çok kıymetli öğrencilerimizi teslim ettiğimiz önemli yapılardır. Bunlar devletin kârlarıyla, bizim vergilerimizle yapılan yapılardır, bunların çok iyi bir şekilde denetlenmesi, çok sağlam olması lazım. Bu konuda bizim toplum olarak demokratik baskı hakkımızı kullanmamız lazım. O bölgede yatılı tüm bölge okullarını elden geçirilip deprem şartnamesinin isteklerine uygun hale getirilmesi lazım. İnşallah Bingöl devlet hastanesinde bir hasar yok, o bakımdan yaralılara hizmet devam edebiliyor ama hastane ve okullara toplum olarak öncelik vermemiz lazım. Ferdi olarak insanın kendi binasını güçlendirmesi, daha kuvvetli evde oturması da önemli bir şey ama ilk önce kendi vergilerimizle yapmış olduğumuz toplumun ve kamunun kullandığı binaların problemlerini çözmemiz lazım... (B.Ü.Deprem Mühendisliği anabilim dalı başkanı Prof.Dr. Mustafa Erdik)

 

Türkiye’nin sorunu  deprem yönetmeliğinde değil; bu, gerçekten modern bir yönetmeliktir. Ancak, ... projeyi yapan mühendislerin yeterliği, yetkinliği konusunda problemlerimiz var. Bundan da önemlisi, çarpık müteahhitlik düzeninin getirdiği problemler var.Yeni ihale kanununun sonuçlarını henüz almış değiliz. Bu kanun, Türkiye’de inşaat kalitesini ve müteahhitlik sistemini belli bir seviyeye getirir.... Bundan önceki sistem tamamen yetersiz, kötüye kullanmaya açık bir sistemdi. Maalesef, özellikle kamu yapılarında bütün depremlerde görülen ağır hasarın nedenleri büyük ölçüde burada aranmalıdır.” (Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü ve B.Ü. Deprem Mühendisliği anabilim dalı öğretim üyesi Prof. Dr.Nuray Aydınoğlu)

 

* * *

 

“Ne olduğunu anlamadan bir anda tavanın üzerime geldiğini gördüm. Tavanla aramda çok az bir mesafe kalmıştı. Panik ve şaşkınlık içinde, okul müstahdeminin, merdiven korkuluklarını kırdığını gördüm. Ve o korkulukları bize uzattı. Tavanla taban arasında kalmıştık, ancak bu korkuluk sayesinde kurtularak dışarı çıkabildik.” (Enkazdan kurtulan Çeltiksuyu YİBO 6/B sınıfı öğrencisi Mustafa Günal)

 

* * *

 

Bu arada, çocuğunun kurtulduğunu öğrenen ve sevinç içinde olduğu gözlenen Abdullah Günal da, olayda ihmali bulunanlardan mutlaka hesap sorulması gerektiğini belirterek, “Burada benim yaptırdığım ahır yıkılmadı, ancak okul yıkıldı,” dedi. (aa)

 

* * *

 

Arjantin’de Santa Fe kentinin kurulduğu 1573’ten beri görülmüş en büyük sel felâketi üzerine “olağanüstü hal” ilân eden, geçici Başkan Duhalde, yöre halkının devlet sorumlularının ilgisizliğinden yoğun şekilde yakınması üzerine şu sözlerle savunmuş sistemi: “Her 400 yılda bir olan olayları önceden kestirebilecek hiçbir siyasi sistem yoktur.” Ama, günleri sayılı geçici başkan, çok değil, sadece son 10-15 yıldaki meteoroloji raporlarından birinden tek satır okumuş olaydı, bunun “kaderin bir oyunu” filân değil, sistemin ve bireysel hırsların sonucu olarak başına gelen büyük bir “küresel iklim değişikliği” faciasının bir uzantısı, artık bir “olağan hal” olduğunu görür ve hiç olmazsa giderayak saçmalamaktan kaçınabilirdi belki.

 

* * *

 

Şu 1 Mayıs günü, Bingöl’den Santa Fe’ye herşey, artık sivillerin hesap sorma ve demokratik baskı haklarını kullanma zamanının gelmekte olduğunu gösteriyor galiba.

 

Devamı yarın...