Nisan 2011

-
Aa
+
a
a
a

 

Dinlemek için:

 

İndirmek için: mp3, 17,5 Mb.

 

Nisan’da okyanusa radyasyonlu su akmaya ve hatta bizzat TEPCO tarafından denize bırakılmaya devam ediyordu. Japonya’nın 600 kilometre açıklarında balinalarda normalin çok üstünde radyasyon tespit ediliyordu. Bu esnada Enerji Bakanı Taner Yıldız, aynı TEPCO firması tarafından Sinop’a yaptırılması planlanan nükleer santral müzakerelerinin ertelendiğini açıkladı. Müzakerelerden çekilen de bizzat TEPCO olmuştu. Ama Bakan azimli ve sebatkârdı. Nükleer santral planlarından vazgeçilmemişti; sadece TEPCO ortak olmayacaktı artık. Bunun sebebi de yaşanan büyük felaket ve ihmal, örtbas vesaire rezaletleri değil, Bakan Yıldız’a göre “Japonların derdinin kendilerine yetmesiydi”. Tam bu sıralarda yayımlanan kamuouyu araştırmalarında Türkiye halkının %64’ünün nükleer santral istemediği ortaya çıktı ama halkın sözünün bir önemi yoktu; araştırma kulak arkası edilecekti.

 

 

Nükleerle başlayan çılgınlık hükümeti her alanda baştan aşağı sarmıştı aslında. Başbakan Erdoğan, adı üstünde, kendi “çılgın proje”lerini açıklıyordu.

 

Trakya’nın boydan boya yarılıp, Karadeniz ve Marmara arasına Süveyş ve Panama benzeri kanal açmaktan bahsediliyordu mesela: “İşte paşam, Kanal İstanbul!” İçinden deniz geçen şehre bir deniz az gelmiş, ikincisi de insan eliyle açılmak isteniyordu. Onlarca şirkete yaptırılacak kömür yakıtlı 50 küsur termik santral vardı sonra, sonra yüzlerce şirkete ihale edilmiş 4 bin hidroelektrik santral vardı, yeryüzünün en faal sismik bölgelerinden birinde neredeyse fay hatları üzerinde kurulacak 3 nükleer santral, 3. Köprü sonra Boğaz’a, ve ardından 3 şehr-i İstanbul, 2 güzel Ankara, 22 mamur şehir projesi vardı. Hepsi de 2023’te Cumhuriyet’in 100. yılına yetiştirilecekti bunların. AKP iktidarının Mısır firavunlarının muhteşem piramit projelerini ya da bir zamanların Kızıl Çin’inde Başkan Mao’nun “İleriye Doğru Büyük Atılım”ını akla getiren hamleleler. Ancak, bunların nasıl ve kimlere rant yaratacağı, deprem riski, yaratacağı çevre yıkımları, sağlık felaketleri tartışılmadı. Onlar yerine projenin kimin malı olduğu tartışıldı. CHP lideri Kılıçdaroğlu, bu projenin Osmanlı’dan beri var olduğunu belirtiyor, bazıları da daha önce Bülent Ecevit tarafından önerildiğine dikkat çekiyordu. Bir Nisan şakası gibiydi herşey.

 

Seçim sathı mailindeki ülke çılgın projelerle uğraşa dursun Yüksek Seçim Kurulu seçim yarışında ben de varım diyor, BDP’ nin desteklediği 7 isim dahil, 12 bağımsız adayı veto ediyordu. Yoğun kamuoyu tepkisi YSK’ya bu kararından kimsenin anlamadığı bir şekilde geri adım attıracak ama çıkan olaylarda 18 yaşında bir genç polis kurşunuyla yaşamını yitirecekti. Dönemin geçici İçişleri Bakanı Osman Güneş ise, polisin orantılı güç kullandığını savunuyordu. Aynı orantılı güç, Silopi’de polisin attığı gaz bombası başına isabet eden 2 (yazıyla iki) yaşındaki Elif Güngen’i komaya sokacaktı.

 

KCK davasında sanıkların Kürtçe savunma yapmasının engellenmesine devam ediliyor, gazeteci Hrant Dink suikastinde sadece tetikçi olan Ogün Samast, artık Çocuk Mahkemesinde yargılanıyordu.

 

Danıştay, ilköğretim okullarında okutulan ''öğrenci andının'' iptali istemiyle açılan davayı reddediyor, Trabzon'da izleyici olarak katıldığı bir sempozyumda İstiklal Marşı okunurken ayağa kalkmayan Siracettin Özyurt adlı vatandaş, ''İstiklal Marşı'nı alenen aşağıladığı'' iddiasıyla açılan davada 5 ay hapis cezasına çarptırılıyordu.

 

Bir önceki ay ABD’nin Ankara sefiri Ricciardone’den feyz almış olacak, Genelkurmay da Balyoz davasını anlamadığını açıklayacak oldu. Ancak, bu çıkış ne Hükümet ne de muhalefetten itibar gördü. Aynı dönemde, Uluslararası Basın Enstitüsü, Türkiye’nin, hapisteki 57 gazeteci ile, Çin ve İran'ı geride bıraktığını ve cezaevindeki gazeteci sayısında dünyada 1 numaraya yükseldiğini açıklıyordu. Avrupa’nın basın özgürlüğüne dönük eleştiriler içeren raporuna sinirlendiği belli olan Başbakan, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde ikinci “van minüt” olayına imza atıyordu; lakin, bu sefer evdeki hesap çarşıya uymadı. Zira Erdoğan’ın Türkiye’ye “Fransız kalmak”la itham ettiği Fransız parlamenterin Türkiye asıllı olduğu ortaya çıktı.

 

İfade özgürlüğünün sadece basın açısından değil her açıdan sorunlu olduğuna şahit oluyorduk. Ankara Başsavcılığı, öğrencilerin Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde yaptığı gösteriyle ilgili 117 öğrenci için hapis istiyor, Samsun'un 19 Mayıs ilçesinde, özelleştirilen bir sigara fabrikasında işten çıkarılan 120 işçinin eylemine polis biber gazıyla dalıyor, iki günlük grev yapan sağlık çalışanları bizzat Sağlık Bakanınca  “marjinal gruplar'' olarak niteleniyor, TEKEL işçilerinin bir önceki yılki 4/C eylemine katılanlar için hapis isteniyordu.

 

Bu ay içinde bilmeyenlerin, AİHM yargıçlarının sadece Türkiye için istihdam edildiğini düşünmeleri pekala mümkündü. Mahkeme, bir vatandaşın askerlik yaparken keyfi olarak oda hapsi cezası alması, bir başka davada Kürtçe tercüman yokluğu, bir diğerinde JİTEM denen ne idüğü belirsiz mahlûkun yeterince araştırılmaması yüzünden Ankara’yı tazminata mahkum etti. Hepimiz vergilerimizin bir bölümüyle takır takır tazminat ödüyorduk ve bu bedeli niye ödediğimizi bir türlü anlayamıyorduk.

 

Bayrampaşa cezaevinde düzenlenen ve “Hayata Dönüş" adı verilen operasyonun planı, "arşiv tasnifi" sırasında tesadüfen 11 yıl sonra ortaya çıkıyor ve bunun gerçek ismi “Tufan” olan bir özel harp operasyonu olduğuna dair ifadeler beliriyordu. Ay içinde, Jandarma Genel Komutanlığı,   Batman'da karnına gelen bir mermiyle hayatını kaybeden Ermeni er Sevag Şahin Balıkçı'nın elim bir kaza sonucu öldüğünü belirtiyordu.

 

Öte yandan, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Şemdinli’de bir kitabevinin bombalanmasıyla ilgili hazırladığı iddianamede, dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın da adını geçirdiği için meslekten atılan, eski Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya hakkındaki ihraç kararını bu ay içinde kaldırdı. İddianame hazırlayarak mesleğinin gereğini yerine getirdiği için meslekten atılmak gibi benzersiz bir olaya maruz kalan savcı yıllar sonra mesleğine kavuşacaktı.

 

Nisan’da ayrıca, üniversiteye giriş sınavında “şifre” iddiaları büyük tepki çekiyor, ÖSYM başkanı Ali Demir, “şifre yok, algoritma var” diyerek yüreklere su serpiyordu. Tam Cumhurbaşkanı Gül de, açıklamadan tatmin olmuştu derken ÖSYM, daha sonra öğrencilere gönderdiği mektupta, sınavda “sehven” de olsa, şifreleme yapıldığını kabul ediyordu. Başbakan Erdoğan ise, YGS ile ilgili iddialar karşısında, gençleri suistimal edenler olduğunu söylerken, “biz de Taksim'de onların karşısında 10 bin genci yürütürüz, ama gerilimden yana değiliz" diyerek gerilim yaratıyordu.

 

Bir önceki ay PKK’nın ateşkese son verdiğin açıklamasının ardından, Tunceli Pülümür’de yedi,  Kahramanmaraş Pazarcık’ta üç PKK’lı öldürüldü, Diyarbakır Kulp’ta bir korucu hayatını kaybetti. Aynı ay içinde, biri Hakkari'nin Konur köyünde, diğeri Ağrı’da, buldukları “cisimler”le oynayan iki çocuk öldü. Olanlar, daha kanlı günlerin habercisi gibiydi.

 

Kars'taki ''İnsanlık Anıtı''nın parçalar halinde kesilmesine başlanmıştı.

 

Türkiye’de gündem böyleyken dünyada da çalkantılı günler devam ediyordu. Ortadoğu ve Kuzey Afrika eylemler ve diktatörlerin kendi halklarına saldırılarıyla sarsılıyordu. Libya’da NATO bombardımanı sürüyor. NATO, kâh Kaddafi birliklerini, kâh isyancı mevzilerini bombalıyordu. BM’ye göre, Libya’da en az  3 buçuk milyon insan yardıma muhtaç durumda bulunuyordu.

 

Gösterilerin sürdüğü Yemen’de, halkın ”artık yeter, git ya hû! ” dediği 32 yıllık Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in alter egosu olan bir süperkahraman olduğuna dair ilk semptomlar bu ay görülmeye başlandı. Nisan’da Körfez ülkeleri tarafından hazırlanan planı kabul eden Salih, görevi yardımcısına devretmeye hazır olduğunu açıkladıktan hemen sonra çark etti.

 

Suriye’de, 48 yıllık olağanüstü hal sonunda kaldırılıyor yerine “Ulusal Güvenlik Yasası” hazırlanıyordu. Esad yönetimi onyıllar sonra ülkedeki Kürtler’e vatandaşlık verdi. Bununla birlikte ülkede sular durulmuyor, üç haftada sadece Dera ve Humus’ta 200 ölü olduğuna dair haberler geliyordu. BM Güvenlik Konseyi, Suriye’deki şiddeti kınıyor, Ankara ise Şam’a Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu liderliğinde bir heyet gönderiyordu.

 

Mısır’da halkın baskıları sonucu, Hüsnü Mübarek’in yargı süreci başlatılıyordu. Devrildikten sonra ilk kez konuşan Mübarek, zimmetine para geçirdiğini reddediyordu. Bu sırada, Mübarek ailesinin servetine bağımsız gözlemciler 40 milyar dolarlık alt sınır belirliyordu. Mübarek gözaltına alındı, ama sayfiye yeri Şarm El Şeyh’te savcı tarafından sorgulanırken fenalaştı.

 

Batı Afrika ülkesi Fildişi Sahili’nde, devlet başkanlığı seçimini kaybetmesine rağmen koltuğuna yapışan Laurent Gbagbo, BM’nin devlet başkanı olarak tanıdığı muhalif lider Ouattara’ya bağlı güçler tarafından, saklandığı başkanlık konutunda yakalandı. Yakalayanlar, kendisi ve karısını televizyon kameraları önünde taciz etmekten ve aşağılamaktan geri kalmadılar. Gbagbo’nun görevi bırakması için BM misyonu ve Fransız kuvvetleri de saldırılar düzenledi. 4-5 aylık çatışmalar, en az 2 bin kişinin hayatına mal olurken, 1 milyon kişi de evlerini terketmek zorunda kalmıştı.

 

Aşırı iklim olayları Nisan ayında iyice artıyordu. ABD’nin özellikle güneydoğu eyaletlerini etkileyen kasırga ve hortumlarda 300’ü aşkın kişi yaşamını yitiriyordu.

 

 

Küba ise son 50 yılın en büyük kuraklığıyla karşı karşıya kalıyordu. Kolombiya'da sel baskınları ve toprak kaymalarında ölü sayısı 69'u buluyordu. Kömür, petrol, enerji şirketlerinin beslediği inkârcılar, iklim değişikliği diye birşey olmadığı konusunda ısrarcıydılar.

 

Nisan ayı, böylece, bitmek bilmeyen büyük bir Nisan şakası gibi geçti gitti.

 

OcakŞubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık