Ne seninle, ne sensiz...

-
Aa
+
a
a
a

İşte, Fransa’da da, Euroland dediğimiz, Euro’yu kullanan tüm ülkelerde de söylenen şarkı bu: “Ne seninle, ne de sensiz !...”

 

Avrupa, yıllar sonra, dünya ekonomisinin parası olmaya aday olmanın tadını çıkartıyor. ABD’de yaşanan gerileme döneminin de olumlu etkisi ile, Euro’nun güçlü para olması, sokaktaki insana ayrı bir keyif veriyor. Yani Avrupa’lı olmanın, bu ortak devlet çatısının, federalimsi yapının bir parçası olmanın heyecanı bu..

 

Ama bu heyecan, yürümekten yorulup, bir caféde soluklanmaya gelince “pısss” diye sönüp gidiyor, çünkü bir tas kahve için en ucuzundan 1,20 Euro ödeniyor, yani bunun Fransızcası 8 Franktan çok para demek oluyor ki, bu da sokaktaki Fransızların hiç alışamayacakları bir rakam. Kahve dediğin, günde üç beş kere tüketilen ve 3-4 Frank’ı da geçmeyen bir şey olmalı, onlar için...

 

Hele hele, sabah kahvesi sırasında, ellerine bir günlük gazete geçer de göz atarlarsa, o zaman iyice dertlenmeye başlıyor Avrupa vatandaşları, çünkü yükselen Euro, Euroland’ın ihracatını da fena vurmuş durumda. Kimse eskisi gibi rahat ihracat yapamıyor ve Euro karşısında ne olacağı belli olmayan, her gün dans eden Amerikan doları ile de fiyat verilemiyor.

 

Caféden çıkıp, iş yerine doğru giderken, otomobilinin deposunu doldurmak isteyen sokaktaki Fransız, işte o anda ikileme düşüyor; düşen doların etkisi ile, Euro karşında petrolün fiyatı da düşüyor. Aslında fiyat aynı olmasına aynı, parite farklı ama, benzin istasyonlarının tabelalarındaki rakam düşük olunca, Chirac’ın mucize yarattığını ve petrolü ucuzlattığını sanıyorlar... Bir keyif bir keyif...

Kısacası, sokaktaki Fransız ve elbette Avrupalılar, bu Euro işinin onlara iyi mi yoksa kötü mü olduğunu bir türlü çözebilmiş değiller.

Seyahatlerde Euro kullanmanın, önemli bir kolaylık olduğunu biliyorlarsa da, İspanyol turistlerinin elinde Peseta’yı  Euro’ya çeviren makineler eksik olmuyor, Fransızlar ise gün boyu bu değişikliğe ayak uydurmaktansa, Frank üzerinden konuşmayı yeğlemekte. Yalnızca, bir yenilik var şimdi gündelik konuşma dilinde, o da birisi bir fiyat söyleyince, hangi para birimi ile konuştuğunu da söylemek durumunda kalıyor. Yani bizim dilimizdeki ”papel”, onlar için geçerli değil. Fransızlar önceleri Frank yerine “balles” derlerdi, şimdi balles deyince, düşüp bayılmamak için kendisini tutanlar da oluyor; düşünsenize 1 milyon balles ve bunun Frank mı yoksa Euro mu olduğu belli değil... İşte bu yüzden Euro’nun gelişi “balles” i itekledi Fransız argosundan..

 

Bu kadarla da değil bu iş tabii. Fransa’da iç lüks tüketimde ciddi bir azalma başladı. Lüks üretim yapanların tüm dikkatleri şimdi zengin olan diğer ülkelere çevrilmiş durumda. Alınan maaş ile pahalılığın bir türlü dengeye gelmemesi, Fransızlara “ne oluyor?” sorusunu da sorduruyor hiç kuşkusuz. Öte yandan, açıklanan düşük enflasyon değerleri karşısında da sokaktaki Fransızlar, “bu devletin şeffaflığı azalıyor mu?”, “olacak iş mi?”, “Bu pahalılık ve bu enflasyon...” demeye başladılar bile...

 

Euro, Avrupa’nın bir bütün haline gelmesi için önemli bir unsurdu, nitekim bu yolda da pek çok şey gelişti gelişmesine ama, rahatsızlık da sürmüyor değil. Yani Euro’nun rüştünü ispat edebilmesi için belki de iki kuşak daha geçmesi gerekecek ve Franksız doğmuş çocukların yetişmesi beklenecek. Yoksa sokaktaki Fransız ile bu parayı barıştırmak hayli zor. O derece zor ki, bugün ele gelen tüm resmi faturalarda Frank değeri yazmaya devam ediyor.

 

Elbette bu ikilemi, bu uyuşmazlığı seyretmek ve zaman zaman da kahkahalarla gülmek, her değerdeki paraya, günlük dev enflasyonlara alışmış bir beyni kullanma yeteneğini elde etmiş bizlere hoş geliyor...

 

Bir de Euro’dan sıkılanlara gülen, Euro’suz Avrupa’lılar var ki, o da bambaşka bir alem...