Mısırlı yazar Necip Mahfuz yoğun bakımda

-
Aa
+
a
a
a

Arap dünyasının gözbebeği, Mısırlı yazar Necip Mahfuz yakalandığı ağır gribin zatürreye çevirmesi sonucu hastaneye kaldırıldı. Her ne kadar doktoru Ahmet Celal ve eşi Atteyat-Allah 91 yaşındaki yazarın sağlığının iyiye gittiğini belirtiyorlarsa da Mahfuz yoğun bakımda tutuluyor ve kimse ile görüştürülmüyor. Doktoru ve ailesi yazarın birkaç güne kadar hastaneden çıkabileceğini söylerken, Mahfuz’un yaşam öyküsünü yazmış olan yakın arkadaşı Raymond Stock yazarın yanına sokulmadı. Bunu “Basit bir önlem” olarak nitelendiren hastane idaresi, yazarın önemli bir şeyi olmadığında ısrarlı.

1911 yılında Kahire’nin Cemaliye bölgesinde orta halli bir tüccarın çocuğu olarak dünyaya gelen Mahfuz’un yazma serüveni 17 yasında başladı. Mahfuz, Kahire Üniversitesi’nde felsefe okudu. Mezun olduktan sonra üniversite yönetiminde ve Vakıflar Bakanlığı’nda çalıştı. İlk romanını 1939’da yayınlayan yazar ününü 1950’de yayınladığı “Kahire Üçlemesi” ile kazandı. Üretken bir yazar olan Mahfuz’un şu anda 40’a yakın romanı, 14 kadar öykü kitabı var. Kitaplarının çoğu filme alındı. Mahfuz yalnızca Mısır halkının değil, neredeyse tüm Arap halkının tanıdığı bir kişiliğe dönüşmüş bir yazar.

Mahfuz yapıtlarında Mısır halkının geçtiğimiz yüzyılda yaşadığı güçlükleri, acıları anlattı. Kitaplarında Mısır’ın sosyal tarihini bir ayna gibi yansıtan Mahfuz güçlü metaforları ile anlatımını sağlamlaştırmıştı. Anlatılarındaki kadın karakterlerinin çoğu aslında ülkesini simgeliyordu. Onlar da tıpkı Mısır gibi atak, öncü, ama aynı oranda saf ve deneyimsizdi. Anlatımındaki başarının yanı sıra, ülkenin sosyal portresini taraf tutmadan çizmedeki başarısı onun herkes tarafından sevilmesini sağladı. Mısır’ın önde gelen entelektüellerinden Louis Awad bu sevgiyi, "Hiçbir yazar sağ, sol ve merkez tarafından bu kadar sevilmemişti" diyerek tanımlamıştı.

Mısır’ın Charles Dickens’i

Mahfuz’un edebiyattaki başarısı 1988’de aldığı Nobel ödülü ile pekişti. Bu ödülü alan ilk Arap yazar olması ayrı bir başarı idi. İsveç Edebiyat Akademisi tarafından Mısır’ın Charles Dickens’i olarak tanımlanan Mahfuz, ödülü aldığında şunları söylemişti: “Nobel ödülünü yalnızca ben değilim, onu kazanan tüm Arap dünyasıdır. Artık Arap edebiyatının kapıları dünyaya açılmıştır. Bundan sonra dünya Arap edebiyatının varlığını kabul edecektir. Biz bunu hak ettik."

Yazarın gerek kendi ülkesinde, gerek Arap dünyasında edindiği ve Nobel ödülü ile perçinlediği başarı ve sevgi ne yazık ki ona düşmanlar da kazandırmıştı. 1952’deki devrimden sonra Mahfuz 7 yıl boyunca hiçbir şey yazmamıştı. Bu dönemin sonlarına doğru Sinema Enstitüsü’nün Başkanlığına atanan Mahfuz, 1959’da "Gebelavi Cocukları" (Children of Gebalawi/Children of the Alley - Sokak Cocukları) adlı kitabını yayınladı. Bu kitapta günümüzdeki

 
sıradan Mısırlı insanlar, dinsel göndermeler yapılarak, Habil, Kabil, İsa, Musa, Muhammed adları ile anılıyor, günümüzle o dönemler arasında benzetmeler yapılıyordu. Peygamberin adının böyle uluorta anılması Müslüman çevrelerin hoşuna gitmedi. Tepkiler o kadar yoğunlaştı ki, kitap önce Mısır’da, sonra Lübnan dışındaki bütün Arap ülkelerinde yasaklandı, Mahfuz da Sinema Enstitüsü’ndeki görevinden alındı.

Mahfuz artık Müslüman militanların kara listesinde idi. Hakkında fetva çıkarılmıştı. 1994’te uğradığı bir saldırıda boynundan bıçaklandı. Yedi hafta boyunca hastanede yattı. Bıçak bir siniri zedelemişti, bunun sonucunda sağ elinde bir sakatlık oluşmuş, bu da yazma yetisini etkilemişti. O günden sonra görme ve duyma yetisini de büyük ölçüde yitirmiş olan yazar son zamanlarda yalnızca makaleler, gazete yazıları gibi kısa yazılar yazmakla yetiniyordu.

Salman Rüştü "Şeytan Ayetleri" kitabının ve kendisinin başına gelenlerle Mahfuz’un başına gelenler arasında bağlantı kuruyor, Müslümanları yeniden ayaklandırmak istemeyen ancak aydın kişiliği de başka türlüsüne el vermeyen Mahfuz da Ayetullah Humeyni’nin fetvasına karşı olduğunu resmen açıklıyordu. Buna yanıt İslami Cihad örgütünden geldi. Örgüt Mahfuz’un da Rüştü’nün de din düşmanları oldukları için görüldükleri yerde öldürülmelerinin caiz olduğu talimatını verecekti.

Yazılarının sıklığını ve uzunluğunu fiziksel engellerinden dolayı en aza indirgemek zorunda kalan Mahfuz haftanın belirli günlerinde edebiyat toplantılarına katılıyordu. Mahfuz, kitaplarında önemli yer tutan, doğduğu ve çocukluğunun geçtiği yer olan Cemaliye meydanındaki çıkmaz sokaktaki Ali Baba kahvesinin müdavimi. Her ne kadar Kahire’nin Aguza bölgesinde Nil kıyısındaki bir apartman dairesinde oturuyorsa da, Kahire’nin arka sokaklarının kokusundan kopamayan Mahfuz, sağlığının iyi olduğu dönemlerde her çarşamba dostları ile bu kahvede buluşuyordu. Dostu Stock, onun son toplantıda sağlığından yakındığını söyledi.

Kitapları 25 dile çevrilmiş olan Mahfuz’un Türkçe’ye de pek çok kitabı çevrildi. Bunlardan bazıları şunlar:

Midak Sokağı (1947), Hırsız ve Köpekler (1961), Bıldırcın ve Sonbahar (1961), Miramar (1961), Binbirinci Geceden Sonra (1961), Mucizeler Geçidi, Nil’in Üç Çocuğu, Han El-Halili’de, Esir Üniforması