Milli Tarihin Millileri

-
Aa
+
a
a
a

İki haftadır devam ettiğimiz ''kupada olsaydık halleri''ni kupanın da nihayete ermesi vesilesiyle sonlandıralım; ve oyunun asli aktörleri olan federasyonundan topçusuna, antrenöründen sağlık ekibine, yani cemil cümle kafilemize bir göz atalım. Veya ortaya bir karışık yapalım, son söz yerine...

Muhtemeldir ki, kafilenin çıkış istikameti Avrupa olduğundan, çıkış öncesi federasyon başkanına padişah, hocaya veziri azam, oyunculara da yeniçeri kıyafetleri giydirip, aklı Viyana kapılarında kalanlara, bir fotoğraf yoluyla ''ciddi'' mesajlar verilecekti. Her yurtdışı sportif faaliyeti ''fetih'' hissiyatıyla algılayan, Ulubatlı Hasan’lığa soyunup, orada burada Katerina Çadırı arayanlar, ''hayal kırıklığı sonucu'' memlekete dönülünce, muhataplarına ''Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'' muamelesi çekmeyi de ihmal etmeyen tarih-ötesi dalkavuk zihniyet, yine büyük olasılıkla kendi kendine gaz seansları çekecekti.

Aslında, turnuva öncesi ve sırası futbolcu ve ''milli takımı''n yan anlamları oldukça da eğlenceli ve öğreticidir de. Futbolculara yakıştırılan lakaplardan, takımın bir futbol takımından öte bir şey olduğunu anlatmaya çalışan ifadeler sayesinde, gençliğimiz, necip milletimizin şanlı tarihini öğrenir. Misal; Portekiz'le maç mı yapılacak, sadece önceden oynanan maçlar değil, tarihte yapılan savaşlar (özellikle kazanılan) sandıktan çıkar, ve Portekiz’e kendisini kollaması yönünde telkinlerde bulunulur. Tarihi, lisede sıra altından okuyanlar, bu maçlar vesilesiyle tarihten dersler çıkarırlar. Peki oyunu ne hale çevirirler, orası hepimizin malumu...

Neyse biz yine ''milli'' ekibimize dönelim. Dünya Kupası maceramız hatırlanacaktır; ''milli'' mübarekleri bir türlü rahat bırakmamıştık. Takımın aşçısından, masörüne, hekiminden, menajerine ağızlarının içine sokulan mikrofonlar sayesinde ''milliler''imize toplu check-uplar yapıp durduk. Lakin ne yedikleri ne içtikleri bile pek mühimdi. Altmış milyon arkalarında idi. Ağızlarına doğru dürüst lokma koyamayanlar, çocuklarının üstünü örtecek kalın yorganları bile zor bulanlar, millileri elleriyle beslediler, gece üstlerini bizzat kendileri örttüler. Çünkü, onlar her türlü ezilmişliğin, kompleksin, sinir stresin nevi şahsına münhasır lokman hekimleri idi. O yüzden, Hakan Şükür cuma namazını kılmak için “imam isterim” diye tutturunca (Nihat bile kesmeyince), Allah bilir ya kaç tane mümin taraftar federasyona başvurmuştur.

Nihayetinde, mutlu sonla (dünya üçüncülüğü) memleketlerine kavuşup da otobüsle İstanbul’u tavafa çıktıklarında, sokakları dolduran cemaat topluca “huu” çekip durdu. ''Mililer''imiz ise, bu sefer Uzak Asya'yı fetihten dönen yeniçeriler olarak, kılıç kalkanla donanmasalar da, kafalarına geçirdikleri (ne zaman vakit buldularsa) “polis, özel tim'' şapkalarıyla mesajın içeriğini doldurmuş oldular.

Hakikaten Türk'ün kupadaki eksikliği pek mühimdir. Basınıyla, federasyonuyla, ''milli''leriyle, taraftarıyla ve en mühimi şanlı tarihiyle eğer bu kupada olunamıyorsa, buna üzülmesi gereken zamanında Viyana kapılarını bize açmayan zevattır. O kapılar ki, masa tenisi turnuvası bahanesiyle bile olsa pinpon toplarıyla dövülmekten zinhar kaçınılmayacaktır. Böyle biline!

 

(Kâr amacı gütmemek şartı ile bu yazının tüm hakları, yazarını ve ilk yayınlandığı yayını belirtmek kaydıyla kullanmak isteyene aittir...)