Küresel Örgütlenme Tarzımıza Dair

-
Aa
+
a
a
a

2004 yılını terk ederken son yüz yılın en büyük felaketlerinden biri ile yüzleştik. Güney Asya'nın sahil kesimindeki yoksulları ve plajlarda güneşlenen "beyaz adamlar"ı vuran Tsunami dalgaları üç yüz bin canı da beraberinde götürdü geri çekilirken. Haberler, o duymaya alıştığımız ifade ile "yüzyılın felaketi" deyip duruyorlar bu olaya.

 

Peki niye yüzyılın felaketi? Bunun anlamı üzerinde pek az düşünüyoruz. Üç yüz bin gibi bir rakama ulaştığı için istatistiksel anlamda mı büyük bu felaket? Ayni anda onlarca ülkeyi bile etkileyecek çapta olduğu için mi? Irak'a Petrol Karşılığı Gıda Yardımı organizasyonundan sonra insanlık tarihinin en büyük yardım faaliyetine sahne olduğu için mi yoksa? Niçin? Yoksa bunlardan öte bir gerçeklikle mi karşı karşıyayız?

 

Yaşadığımız felaket sadece ölü sayısının çokluğu ile 'istatistiksel anlamda' "büyük" değil. Yaşanılan aynı anda küresel toplumumuza verdiği dersler açısından da kilit ve tarihi bir olay. Güney Asya Tsunami Felaketi sadece son yüz yılın tarihine geçecek bir geçmiş vaka olarak sayılamaz. Bu felaket aynı zamanda gelecek yüzyılın da felaketidir, çünkü yeni bir çağda bizi bekleyen tehlike ve fırsatlar konusunda yüzümüze vurulan bir yumruk etkisi yapmıştır. Tsunami felaketi; doğanın bize yaptıklarımızı geri ödetmesinin ne kadar yakın olduğunu, küresel sistemimizin yapısal krizinin çözümsüzlüğünü tüm çıplaklığı ile dalgaların üstüne taşımıştır.

 

Yüzyılın en büyük felaketlerinden birinin bireysel ve toplumsal karakterimizde sadece hayırsever yardım çabaları ve üzüntü ifadelerinden çok daha fazla iz bırakması gerekiyor. Dünyanın dönme hızında bile değişiklik yapan bir felaketin biz insanoğluna ne gibi dersler öğretmesi gerektiğini daha çok konuşmalı. Bu tartışmalara bir başlık olsun diye sıralamak istedik ve genel bir çerçeve sunduk size. Tsunami felaketi neler söyledi, söylüyor bize; hep beraber bir kez daha bakalım mı?

 

Sosyo-Ekonomik Ders: Parayı En Yüksek Değer Gören Medeniyetimizin Geleceği Yoktur!

 

"Son balık öldüğünde, son nehir kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde, paranın yetmediğini anlayacaksınız."

Bir Kızılderili atasözü

 

Güney Asya Depremi sonrasında yaşananların en büyük dersi küresel örgütlenme tarzımıza dair gözümüze giren çarpıklıklar oldu. Yüz binlerin ölümü karşısında tüm haşmeti ve son yüz elli yılda doğaya karşı kazandığı tüm zaferlere rağmen modern medeniyetimizin çaresiz kalışına, en hafif tabirle şaşkınlığına tanık olduk hep birlikte. Parayı ve kârı en yüksek değer olarak gören ve bu zihniyetle örgütlenmesini gerçekleştiren küresel düzenimizin, yüz binlerin kitlesel ölümleri karşısında bile nasıl duyarsız olduğunu şahit olduk. Ölümlerden "kâr" çıkarmaya çalışan borsa ve piyasa tanrısı ile yüzleştik.

 

ABD öncülüğündeki "küresel aktörler" böylesi bir felaket karşısında tümüyle duyarsız göründüler. Başlangıçta mazeret savma kabilinden birkaç yardım vaadi ile olay geçiştirilmeye çalışıldı, küresel topumun baskısı olmasa öylece kapatılacaktı da. Daha sonra küresel örgütler ve devletler bazı yardım vaatleri ile "diplomatik atak" yapmaya çalıştılar. Bu tür vaatlerin çoğunun yerine getirilmediğini şimdiye kadarki felaketlerde vaat edilenlerin bir çoğunun gerçekleştirilmeyişi gösteriyor, yani vaat etmek kolay. Gerçekleşen vaatler ise ancak yardımı alacak ülkelerin siyasetlerinde etkin olmanın diplomatik bir aracı olarak görülmekte.

 

Dahası NASDAQ endeksinin birkaç puan düşmesi üzerine bile kriz senaryoları bulunan küresel medeniyetimizin, böylesi küresel yıkımlar karşısında bir küresel kriz yönetim sisteminin olmadığı, küresel toplumumuz açısından yüz binlerin kitlesel ölümünün sadece televizyonların alt yazılarında geçen istatistiksel bir anlam taşıdığı görüldü.

 

Bunun nedeni medeniyetimizin böylesi kriz anlarını onaracak teknolojik, parasal, kültürel ve sosyal imkânlara sahip olmaması değil. Pek çok kişi felaketin bir ön uyarı sistemi kurduracak kadar çok parası bulunmayan Sri Lanka ve Hindistan hükümetlerinin sorumluluğunda olduğunu ve sonucun cehaletin eseri olduğunu söylediler. Oysa bunun tam aksine fazlası ile gelişmiş "ön uyarı", "paylaşım" ve "onarım" imkânlarına sahibiz. Günümüzden yüz yıl öncesine oranla ulaşım, iletişim, paylaşım ve bilgi aktarma alanlarında müthiş ilerlemeler kat ettik. Sorun şu ki, çağımız insani krizleri onaracak bir anlayışla, bölüşüm ve etkinliği arttıracak bir anlayışla değil, kârı ve sermayeyi temel alan bir anlayışla örgütlenmiş durumda.

 

Felakette gördük ki kârı önceleyen bir sosyo-politik örgütlenme, kriz anlarında bize hiç de yardım edememektedir. Küresel toplumumuz tüm kurumları ve örgütleri ile böylesi bir duruma hiç de hazır olmadıklarını ve de aslına bakılırsa en yoksul yüz binlerin kitlesel ölümlerinin küresel düzenimizin işleyişi açısından hiç de önemli olmadığını ifade ettiler. Pasifik Tsunami Erken Uyarı Mekanizması tarafından tespit edilen felaketin sisteme üye olacak kadar parası olmayan ülkelere, haber verilmesine gerek bile duyulmuyordu.

 

(Tsunami Felaketini İhmal Büyüttü, 5 Ocak 2005, CNN Türk)

 

"Yetkililer" olayın doğası gereği bunun doğru olduğunu söylediler: Para ödemeye razı değilseniz, insanlarınızın ölümüne de katlanmak zorundaydınız! Amerikan mantığının söylediği gibi insanların yaşamasından önce, "bizim bu işten çıkarımız" ne olacaktı!

 

"Yaşanan son depremde, Hawaii'de bulunan Pasifik Tsunami Uyarı Merkezi bu depremi derhal tespit etti ve vakit geçirmeksizin ABD Dışişleri Bakanlığını, ABD Donanmasını ve Avustralya hükümetini büyük bir tsunaminin yaşanabileceği doğrultusunda uyardı. Fakat Hint Okyanusu'ndaki ülkelere hiçbir uyarıda bulunulmadı. Üstelik Endonezya ve Tayland bu sistemin üyeleri olmasına karşın! Çoğu Pasifik Okyanusu'nda kıyısı bulunan 26 ülkenin üye olduğu Pasifik Uyarı Merkezi'nin, Hint Okyanusu'ndaki ülkelerin uyarılmaması konusundaki bahanesi ilginçti: "Yetkililerin telefon numaralarını bilmiyorduk, bu nedenle ulaşamadık!"

(Kapitalizm Erken Uyarı Sistemi Alarm Veriyor, Zeynep Güneş)

 

Tsunaminin birinci dersi parayı en yüksek değer görmeyen bir küresel örgütlenmeyi talep etmenin hiç de öyle gülüp geçilecek bir talep olmadığıdır. Dahası insanoğlu yeryüzünde toplum halindeki varlığını sürdürmek ve gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakmak istiyorsa bugün böylesi bir talebi çok daha yüksek bir sesle dile getirmek yaşamsal öneme sahiptir. Yaşadığımızın alternatifi vardır çünkü içerisinde bulunduğumuz şeyin çıkışı yoktur.

 

Coğrafi Ders:Uzak Artık Yakındır!

 

"The far is near. (Uzak yakındır)"

Plotinus

 

"Her yerden yardım adeta yağıyor." BM yetkilileri, dünyanın Güney Asya kısmında gerçekleşen felakete dünya halklarının ilgisini bu sözlerle ifade ediyordu.

 

Bu sözün anlamını iyi kavramak gereklidir. Güney Asya Felaketi uzun zamandır üzerinde konuştuğumuz "dünyanın küçülmesi olgusu"nun bir özet provası olmuştur. Şimdiye kadar küreselleşme deyince aklımıza ilk olarak George Soros geliyordu, şimdi ise bir dönüm noktasındayız. Aynı zamanda böylesi bir olguya henüz ne kadar hazırlıksız olduğumuzu ve hangi zihinsel değişimleri geçirmemiz gerektiğini de gözümüze sokan bir provadır söz konusu olan.

 

TV kültürünün felakete ilgisi üzerinden bir yorum yapmak yetersizdir. TV kültürünün küresel hakimiyeti olgusundan öte bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Televizyon kültürünün dünya çapındaki etkinliğini ve medya araçları üzerindeki iktidar nüfuzunu yok saymadan görülen gerçek şudur ki; dünya halkları yeni bir dönemde birbirleri ile daha çok "haşır neşir olmaya", birbirleri ile daha yakından "iletişim ve irtibat"  kurmaya oldukça hevesli ve hazırdırlar. İnsanlık tarihinin en büyük yardım organizasyonu yeni bir dönemin işaret fişeğidir.

 

Tsunami felaketi insanlara felaketlerin televizyondan canlı izlendiği bir çağın sorumluluklarını hatırlatmıştır. İnsanlık tarihinin en büyük yardım kampanyası sadece "hayırhah bir hissin" medyanın etkinliği ile devasa bir kampanyaya dönüştürülmesini ifade etmiyor. Daha ötesini görelim, artık hiçbir yer diğerinden etkilenmeyecek ve etki etmeyecek kadar uzak değildir.  Artık hem halklar bazında, hem de bireyler bazında hiç kimsenin diğerine ne olduğunu umursamama gibi bir lüksü yoktur. Tsunami sonrası yapılan yardım yağmuru dünya halklarının bu gerçeği algılamasının ilk aşamasıdır ve tarihi bir dönüm noktasıdır.

 

Kişisel bir anektod ekleyeyim. Yaşlı başlı, pek de öyle sosyal olaylara duyarlı sayılmayacak bir yakınım avucuma sıkıştırdığı yüz milyon lirayı Tsunami faciasına nasıl gönderebileceğini sordu bana. Yardımcı oldum ve hiç beklemediğim bir tepki ile karşılaştım. "Peki Irak'a, Felluce'ye  nasıl yardım yapabileceğim?" diye sordu! Şaşırdım!

 

Aslında BM yetkililerinin de tüm dünyanın da yaşadığı bu şaşkınlıktır. "Bu böyle olmamalı ve ben ne yapabilirim?" sorusu günden güne özellikle gelişmiş ülkelerde daha çok sorulmaktadır. Duyarsızlığın en alt seviyede olduğu ülke ABD sayılabilir. Orada dahi oluşan muhalif potansiyel son yüz yılın en üst seviyesindedir. Bu potansiyeli gerçeğe çevirmek ise zamanın işidir.

 

Özellikle sistem karşıtlarının görmezden gelemeyeceği bir ders. Peki örgütlü ve entelektüel muhalefet bu yeni insanlık durumuna hazır mıdır?

 

Söz konusu küresel duyarlılık eşiği  demokratik bir küresel toplum kurmak ve "eşitsizlikçi" düzenimize alternatif üretmek anlamında önemli bir potansiyel oluşturuyor. Adeta toprak yeni bir muhalefete mahsul verecek şekilde alt üst olmuş, gübrelenmiş durumda. Dahası yaşadığımız gerçeklik, "bilgi çağının" ulus ötesi ilk gerçek anlamda küresel muhalefetidir. Bu gerçek hangi ulustan, hangi ideolojiden ve hangi dilden olurlarsa olsun tüm sistem karşıtı hareketlerin ıskalamaması gereken, ıskalarsa önemli stratejik hatalar yapacağı bir olgudur.

 

Ekolojik Ders: Doğayla Olan Kavgamızda Başarılı Olmamız Mümkün Değildir!

 

"Küresel ısınma 'geri dönülmez' halde"

 

Kuzey Kutbu 2070'de eriyecek

 

Dünyayı cehenneme çeviriyoruz

 

 

En görünür derslerden biri de kendi bedenimiz ve doğa ile kurduğumuz ilişkinin çürüklüğü ve sürdürülebilir olmayışı üzerine.

 

Şu gerçekle yüzleşelim, doğaya hükmetmek ve yeryüzü cenneti kurma çabalarımız başarısız olmuştur. Sanayi İnkılabı ve sonrasında Bilgi Teknolojileri yoluyla bizlere dünya cennetini kurmayı vadeden medeniyetimiz dünyayı bir cehenneme, yalnızca tek hücrelilerin yaşam bulabileceği bir gezegene çevirmenin sınırındadır.

 

Tüketmek için üretmek üzerine, yeterli tüketim olmuyorsa savaşlar çıkararak, yıkımı çoğaltarak yeniden üretmek üzerine kurulu sistemimiz kitlesel yıkım boyutuna varmıştır. Küresel ısınma sanayi imparatorluğumuzun sınırlarına vardığımızı ifade etmektedir. Tüketimi en yüce değer gören Keynesyen ekonomi teorisi pratik olarak çökmüştür; liberal üretim modelimiz dur denilmezse varlığımızı tehdit eder noktaya varmıştır.

 

Doğa ile uyumlu, zorunlu olarak ilerlemeyi getirdiği varsayılan sürekli bir hıza tapmayan, tüketime tapmayan, dengeli bir örgütlenme modeline geçmemiz çıkarımızadır, hem de fazlasıyla. Dahası son yüz elli yılda üretilen devasa toplumsal ve doğal kirlilikle başa çıkabilmek ve tabiatı tekrar doğal işleyişine döndürebilmek için derhal, gecikmeden bireylerden başlayan bir duyarlılıkla bir şeyler yapmamız gerekmektedir. Günümüzde yaktığımız bir fazladan ampulden, araba kültürümüze; şehircilik anlayışımızdan karbon bazlı yakıt tüketimimize kadar gündelik hayatımızın en ufak pratikleri dahi doğaya karşı bir başkaldırı ve yok etme aracı haline gelmiştir. Geldiğimiz nokta yeryüzünde yaşayan her bireye doğa ile arasını düzeltmek için acilen ve öncelikle bireysel görevler yüklemektedir.

 

Öte yandan küresel ve kurumsal anlamda çok şey yapılması da gereklidir. Küresel anlamda Kyoto Protokolü'ne sahip çıkılmalı, piyasa düzeninin kirlilik üretme potansiyelini dizginlemeye benzer girişimler gecikmeden üretilmelidir. Kuzey-Güney, Gelişmiş- Yoksul ayrımlarında görülen ve yoksul ülkelerin gelişmiş ülkelerin sanayi atıklarına güzel bir depo olabilecekleri anlayışındaki çevresel maliyetleri dışsallaştırma çabasına karşı durulmalıdır. Çevre örgütleri ve aktivist çalışmaları kitlesel destekle etkin kılmak zorundayız.

 

Kyoto Yeni Bir Dünya Sözü Veriyor  

 

İşte Tsunami krizi başta gelişmiş ülkeler olmak üzere tüm dünya halklarının bu gerçeklik ile yüzleştiği an oldu. Gerçi böylesi kitlesel ölümler üçüncü dünya sayılan ve istatistiklerde standart sapma olarak kullanılan milyarların zaten başındaydı. Ama Endonezya'nın "cennet adları"nda güneşlenen İşviçre'li beyaz adamın doğaya yaptıklarımızla yüzleşmesi önemli bir anı ifade ediyordu. Bu felaket biraz da bu yüzden yüzyılın felaketlerinden biridir, yani sanayileşmiş dünyanın doğanın isyanı karşısında ilk kez görmezden gelemeyeceği ölçüde yüz yüze kaldığı ilk ön uyarıdır.

 

Doğanın bizden çok daha etkin ve görmezden gelemeyeceğimiz "ön uyarı" mekanizmaları vardır. Ve tsunami felaketi göstermiştir ki kıyılarımızı ve karalarımızı vuracak olan büyük felaket yoldadır.

 

Jeopolitik Ders: Küresel Güçler Köklü Bir Şekilde Değişmiştir!

 

Ülkelerin yardım vaatleri büyük ölçüde diplomatik girişimler olarak kaldı. Oysa deprem krizi sonrasında etkin olan iki temel unsur göze çarpıyordu. Birincisi halklar bazında yüzünü gösteren çağdaş bir küresel duyarlılık ve II. Dünya Savaşı sonrasında yaraları sarmak için geliştirilmiş küresel kurumların etkinliklerde öncü rolü oynaması.

 

Günümüzde "küresel toplum" denilen devasa bir baskı unsuru vardır siyaset arenasında. Demokrasi, eşitlik ve adalet taleplerinin hem sonucu hem de nedeni olan bu baskı unsuru günümüzde Türkiye'den Bangladeş'e, gelişmiş ülkelerin varoşlarında sıkışmış azınlıklara kadar geniş ve etkin bir muhalefet potansiyeli oluşturuyor. Irak savaşı öncesinde, tarihte ilk kez, yüzlerce ülkede eşzamanlı ve iletişim halindeki bir muhalefeti organize eden bu baskı unsuru, alternatif küreselleşme yanlısı hareketi de aşan bir potansiyel üretmektedir. CEO'su Davos'ta olan TV kanallarının bile görmezden gelemediği küresel bir demokrasi, eşitlik ve adalet talebi 2000'li yıllara girerken dünya siyaset arenasının temel tartışmasıdır. Bu talebe sahip çıkmak ve her politik, sosyal ve kültürel katmanda dillendirmek, geleceğimize dair temel politikamız olmalıdır. Endonezya'nın en yoksullarına yardım elini uzatan irade, söz konusu potansiyelin doğru araçlar ve işbirliği ile neleri başarabileceğini gösteren güzel bir örnektir. Küresel muhalefet artık bir söylem ve retorik değil, çağcıl bir gerçekliktir.

 

Öte yandan Tsunami faciası bir gerçeği daha hatırlatmıştır. II. Dünya Savaşı'nın oluşturduğu devasa yıkımı aşmak için kurulmuş olan, başta BM ve alt örgütleri, AİHM, AF Örgütü gibi küresel örgütler, günümüz karmaşasında önemli bir araç olmayı sürdürmektedirler. Siyasal değişimden etkilenmeleri ve değişimleri kaçınılmazdır. Dünya halklarının söz konusu küresel kazanımlara sahip çıkması ise önümüzdeki kaotik çağda önemli bir ikincil tedbirdir.

 

Birleşmiş Milletler, dünya halkları adına kurumsal kazanımımızdır. Gelecekte etkin olabilecek bir kurum olarak BM'nin yıpratılması ve BM Sözleşmesi'nin fiilen olduğu gibi hukuken de yok edilmesi çabaları kabul edilemez. ABD'nin etkinliğini kırmaya yönelik politikalarına karşı durulmalı, bu başlık altında bir politik muhalefet örülmelidir.

 

Kızılhaç ve Kızılay, halkların örgütlü gücü ve geleneksel yapıların etkin bir muhalif harekete ne gibi katkıları olabileceğinin önemli birer göstergesidirler ve şüphesiz İmparatorluk'tan çok bize yakındırlar.

 

Bugün küresel iletişim imkânlarını arttıran BM, af örgütleri, çevre örgütleri kırk yıl öncesinden daha önemlidir ve etkinliği arttırılmalıdır. Bu örgütlerin bir kısmının sistemik yapıda olması ve kapitalist dünya sistemimizin işleyişinde görev almaları durumu değiştirmez. Dünya vatandaşlarının daha gür çıkacak sesi, her desibelinde sistemin suiistimal ettiği küresel örgütleri de halklara mal etme yolunda adım attıracaktır. Tsunami faciası ispatlamıştır ki UNICEF'in, Birleşmiş Milletler Kalkınma Ajansı'nın, Dünya Sağlık Örgütü'nün, ILO'nun olmadığı bir dünya bugünkünden daha iyi bir dünya olmazdı.

 

Siyasal Ders: Küresel İslami Muhalefetin Muhalif Potansiyeli Önemsenmelidir!

 

Şimdi deprem sonrasında yardım faaliyetlerini organize eden kuruluşların

bazılarına bir bakalım.

 

www.wfp.orgwww.unicef.org.ukwww.unhcr.chwww.islamic-relief.comwww.islamicaid.org.ukwww.muslimhands.orgwww.muslimaid.orgwww.savethechildren.org.ukwww.aahuk.orgwww.dec.org.uk

Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Yardım Kuruluşları

 

Görüldüğü gibi yardım için küresel duyarlılığı organize eden kuruluşlar temelde üç gruba ayrılabilir:

 

 

I-                  Kızılhaç gibi geleneksel toplumsal yardım örgütlenmeleri,

 

II-                BM öncülüğündeki II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan sivil ve/veya yarı-resmi küresel örgütler,

 

III-             Dünyadaki İslami duyarlılığın oluşturduğu ve hemen hepsi siyasal hareketlerin organize ettiği İslami yardım kurumları

 

İslami muhalefetin örgütlenmedeki başarısı net olarak görülüyor. Üstelik söz konusu örgütlenmeler Türkiye'nin 1999 Körfez Depremi'nde de görüldüğü gibi kriz yönetimi ve esnek çalışma koşulları konusunda da oldukça başarılı. Müslümanların Filistin ve Irak gibi sıcak alanlarda oluşturdukları muhalefet başarısını sosyal yapılanmalarda da sürdürdükleri görülüyor.

 

Bu durum sadece Kapitalist ve sistem yanlısı "think-thank"ların değerlendirilmesinin insafına bırakılacak bir durum değildir. Söz konusu gerçeklik bir ayrıntı olarak kabul edilip görmezden de gelinemez, gelinse bile, yeni bir dünya ideolojik körlükler üzerine inşa edilemez.

 

İslamcı muhalefetin eşitlik, özgürlük ve adalet temelli talepleri sol muhalefetin sahip çıkması gereken alanlardır. Wallerstein' da vurguladığı gibi, İslami muhalefet içerisinde sağ politikaya uyum sağlayanlar olduğu gibi tercih alanının beri yanında saf tutan ve özgürlük taleplerini dillendiren pek çok kişi ve örgütlenme de bulunmaktadır.

 

Tsunami'nin öğrettiği bir başka ders de, 21. yüzyılın başındaki günümüz dünyasının Bush'un tasvir ettiği gibi Kötüler (Axis of Evil) ve İyiler diye ikiye ayrılan bir politik yapısı olmadığını görmektir. Birçok ihmal edilmiş kesim ve alanda ciddi ve üstelik de yaratıcı muhalefet imkânları vardır, bunları ıskalamak ise ancak sistemin işine gelir. İslami muhalefetin potansiyeli ve sistem karşıtı söylemi önemsenmeli, önümüzdeki kaotik çağda İslami muhalefetin muhalif damarı güçlendirecek bir boyutu olduğu inkâr edilmemelidir. Bağdat'ta Amerikan emperyalizmine direnen iki yüz bin ve Aceh'de yardım faaliyetleri organize eden on binlerce kişinin ideolojisi es geçilerek günümüzün sosyal gerçekliği algılanamaz.

 

Sosyo-Kültürel ve Diplomatik Ders: Muhalif Örgütlenmeler Daha Fazla Görmezden Gelinerek Yeni Bir Dünya Kurulamaz!

 

"Marcos, San Francisco'da bir eşcinsel, Güney Afrika'da bir siyah, Avrupa'da bir Asyalı, San Vsidro'da bir Chicano  (Meksika kökenli Amerikalı), İspanya'da bir anarşist, İsrail'de bir Filistinli, San Cristobal sokaklarında bir Mayalı, Almanya'da bir Yahudi, Polonya'da bir Roman, Quebec'te bir Mohavk, Bosna'da bir pasifist,saat 22:00de metroda tek başına bir kadın, topraksız bir köylü, gecekondu bölgesinde bir çete üyesi, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci ve dağlarda bir zapatistadır." (Kaynak:www.gezgin.com)

 

 

 

Güney Asya Depremi'nin merkez üssü İslamcı muhalif Aceh Özgürlük Hareketi'nin merkezi olan şehrin tam altıydı. Depremden etkilenen başka bir ülke olan Sri Lanka'da ise ülkenin önemli bir bölümünü elinde tutan Tamil Kaplanları diye bir örgütlenme var. Depremin vurduğu diğer coğrafyalarda da önemli muhalif hareketler bulunmakta.

 

Önce bir bakalım. Söz konusu muhalif hareketler deprem sonrası kurtarma faaliyetlerinde nasıl bir pozisyon aldılar: Tamil Kaplanları ve Özgür Aceh Hareketi'nin kurtarma faaliyetlerinin ana damarı oldukları görüldü. Tamil Kaplanları tek başlarına 500 bin kişiyi felaket bölgesinden tahliye ettiler ve bölgedeki en temel hizmetleri götürdüler. Özgür Aceh Hareketi ise Endonezya hükümetine karşı tüm silahlı faaliyetlerini derhal bir ateşkese çevirerek bölgenin en etkin yardı