Konferans'ın Ardından

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Bilgi Üniversitesi'nin ev sahipliği ile gerçekleştirilen ve iki gün süren Ermeni Konferansı ve bunun AB ile müzakerelerin başlaması ile bağlantısı üzerinde duracağız.

 

İS: "İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri" konulu konferansın esas itibariyle bu kadar büyümesinin, bu kadar önemsenmesinin tabii ki bir siyasal ve konjonktürel bağlamı var. Bir hafta sonra, 3 Ekim'den itibaren Avrupa ile müzakerelerin başlaması söz konusu ve AB'ye karşı olan gruplar hem aydın dünyamızda var, hem medyada var, hem sivil toplumda var, hem sivil olmayan toplumda var. Zannediyorum ki, Orhan Pamuk aleyhine açılan davada olduğu gibi, bu da kendi öneminin ötesinde bir sembolik önem kazandı Türkiye'de ve tamamen siyasallaştırıldı. Ben buna bağlıyorum açıkcası. Bugünkü hükümet arkasında durmasaydı, özellikle Başbakan ve Dışişleri Bakanı bu konferansın arkasında durmasaydı, bu konferans yapılamazdı diye düşünüyorum. Onun için çok enteresan bir durum da ortaya çıktı.

 

ÖM: Hükümetin, hem Başbakan'ın hem de Dışişleri Bakanı'nın buna sahip çıkmasının, hem düşünce özgürlüğüne, akademik özgürlüğe kuvvetli bir destek vermesinde, hükümetin bu tavrında, alttan gelen, demokrasi yanlılarının baskısının ciddi bir rolü olduğunu da eklemek lazım.

 

İS: Tabii ki. Başbakan ve Dışişleri Bakanı bunun başını çekmeseydi ve bu kadar kesin bir şekilde tavırlarını ortaya koymasalardı, yapılabileceğinden şüphem var. Tabii ki demokrasiye inananlar, Türkiye'nin AB'ye girmesinin faydasına inananlar, aydınlar ve sivil toplum kesimleri de bunu desteklediler, bu çok doğru. Yalnız, bu toplantının önemi yalnızca AB konusunda değil, bir de hükümetin kendi içinde de... Bunu ilk önce önleyen Adalet Bakanı'nın mecliste yaptığı bir konuşmaydı.

 

ÖM: Şimdi unutmaya çalıştığı...

 

İS: Şimdi daha farklı bir yaklaşım gösterdi, hatta Bilgi Üniversitesi'nde yapılmasında yol gösterdi diye de Konferans'a karşı olanlar tarafından eleştirildi. Bu söylendi daha önce de. İki konu var, bir tanesi Ermeni meselesinin kendisi, Ermeni meselesinin Türkiye'de konuşulmasının önemi.  Hatta 2-3 tane mesele var diyelim, bir tanesi Türkiye'nin demokratikleşmesi meselesi, bir tanesi Türkiye'nin bir hafta sonra başlayacak olan müzakerelere, AB'ye hazırlanması. Türkiye çok yönlü bir gelişme gösteriyor bu sıralarda, AB, demokratikleşme, Ermeni meselesi gibi geçmişten gelen, üzerinde konuşulmayan, şimdi konuşulan bir mesele var,  bazılarının "tarihle yüzleşme" dedikleri şeyler, bütün bunları yoğun bir şekilde yaşıyoruz. Ermeni Konferansı'nın da öneminden daha ötede anlam kazanmasının nedeni zannediyorum bu konjonktüre paralel düşmesinden oldu. Peki orada "Ermenilere soykırım yapılmıştır" dendi mi?

 

ÖM: Hayır, denmedi ve bu konuda tartışılmadı zaten. Esas olarak herşeyin tartışılabilmesi gerektiği ve daha da önemlisi, akademisyenlerin bile, ya da toplumda çeşitli yerlere yükselmiş vatandaşların da ne kadar az şey bildiğinin ortaya çıktığı bir konferanstı. de Konuşmacı ve tebliğ verenlerin de "çok şey öğrendik" dediği bir bilgi alışverişi oldu.

 

İS: Tebliğ verenlerin kendileri dahil?

 

ÖM: Evet, bunu sık sık tekrarladılar, "burada iki gün boyunca ne çok şey öğrendik" diyordu insanlar, bu da en önemli noktalarından bir tanesiydi bence.

 

İS: Peki bu toplantı için önceden "bu toplantıya gelenler soykırım tezinin propagandasını yapacak" diye mahkum edenler de herhalde bu durum karşısında biraz...

 

ÖM: Utanmışlardır mı diyorsun?

 

İS: En azından peşinen mahkum etmenin de doğru olmadığını anlamış olmalılar... Bu arada kendi hayatımdan bir anekdot anlatayım; 1958-59 yılında bir AFS mübadele programı vardı liselerde, o zaman Robert Kolej'de okurken seçildim ve bir yıllığına Amerika'ya gittim. AFS ile Amerika'ya gidince, bir yıl bir Amerikan ailesinin yanında yaşıyorsun, ben de halen çok sevdiğim, halen de mektuplaştığım bir ailenin yanında kaldım. Bir defasında bir Pazar günü bir toplantıya götürdüler beni, zannediyorum Pazar günüydü ve kiliseden sonra bir yemek mi verildi ne, tam hatırlamıyorum; daha lise 1 öğrencisiyim, bir kadın üzerime hışımla geldi ve dedi ki "siz benim amcamı, dayımı öldürdünüz!" Ben şaşırdım, "ne diyorsunuz hanımefendi ben kimseyi öldürmedim" dedim. Sonra ortaya çıktı ki, kadın Amerika'ya göçen bir Ermeni ailenin kızı ve benim de Türk öğrencisi olarak oradaki liseye geldiğimi ve bu yemeğe geldiğimi öğrenince hışımla benim üzerime yürüdü. Her neyse, sonra benimle konuşunca baktı ki ben öyle insan öldürecek tipte değilim, yumuşadı, el sıkıştık, gitti. Ben lise öğrencisi olan bir insandım 58-59'da ve Ermeni meselesini duymamıştım. İlk defa hayatımda duydum ve o kadar şoka uğradım ki bu mesele nedir diye. Üzerinde biraz bilgi edinmeye çalıştım ve inanır mısın Türkiye'ye geldiğimde hiçbir şey bulamadım bu konuda.

 

ÖM: Ben de, bu toplantıya katılamaman çok yazık olmuş, çünkü farklı konuşmacılar, adlarını vereyim, Şahin Alpay, Gündüz Vassaf, Baskın Oran başta olmak üzere, en azından bu üçünü rahatlıkla söyleyebilirim, üçü de AFS ile Amerika'ya gittikleri zaman bu Ermeni meselesi ile karşı karşıya kaldıklarını ve dönüp eve annelerine, babalarına sorduklarını anlattılar.

 

İS: Aynen bana da öyle oldu.

 

ÖM: Ve bilgileri ancak kısmen öyle edinebildiklerini söylediler. Bu toplantının önemli temalarından biriydi.

 

İS: Çok ilginç hakikaten, listeye beni de koy, aynen böyle oldu, hiçbir mübalağam yok ve ben büyük bir şoka uğradığımı hatırlıyorum. Demek ki 3-4 arkadaşın daha aynı şey başına gelmiş. O bilmemezlik beni çok üzmüştü ve bu konuda bilgi edinememek de beni üzmüştü ve tabii ki burada konunun konuşulmaması dışarıda konuşulmadığı anlamına gelmediği için ve orada yazılıp çizildiği için yalan yanlış şeyleri de öğrenmeme neden olabilirdi, oluyor da.

 

ÖM: Tabii.

 

İS: Böyle bir şeyi konuşmaktan, tartışmaktan neden korkuyoruz, korkmamamız lazım, bilakis tartışarak, konuşarak bunu aşacağız. Veya ne ise, onunla karşılaşıp, onunla barış yapacağız, o neyse.

 

ÖM: Yalnız dış ilişkiler açısından değil, hepimiz için çok faydalı oldu, oraya katılan herkes de aynı şeyi gözledi sanırım, bir tür terapi, bir tür ritüel içine girildi. Bunca ağır bir bagajın ilik defa hafif hafif boşaltılmaya başlatıldığını, insanların kendi içlerinde sıkıştırıp, hapsettikleri bu ağır yükü paylaşabiliyor olmanın mutluluğu ve heyecanı yaşadığını da gördük orada.

 

İS: Kesinlikle öyle, terapi kelimesini çok isabetli kullandın, çünkü terapi bastırılan, bastırıldığı için de tam bilinçli olmadan insanı kontrol eden, insanı esir eden korkular, endişeler ve nevroza ve diğer tür psikolojik rahatsızlıklara yol açan bir durumun giderilmesi için yapılan şey. Bence bu Ermeni meselesi Türkiye'de böyle bir rahatsızlığı neden oluyor, kendimden biliyorum, ben hep bu konuda rahatsız olmuşumdur, bilgisizlikten, konuşamamaktan, bunun böyle bir tabu, bir canavar, bir öcü haline sokulmasından. Hakikaten terapinin ilk seansı oldu gibi geliyor bana. Bence Türkiye için çok önemli ve çok hayırlı bir iş diye düşünüyorum.

 

ÖM: Dış ilişkiler açısından da bakıldığı zaman, Türkiye şimdiye kadar kendi söylemine hapsolmuştu, şimdiyse tarihinde ender rastlanan bir uzlaşıcı tavrın rahatlığını yaşıyor. Kıbrıs meselesinde büyük bir rahatlık kazandı. Çünkü orada referandumu destekledi, Annan Planı'nı da, çözümü destekledi. Bunu her tarafa yaymak pekâlâ mümkün gibi görünüyor.

 

İS: Boğaziçi Üniversitesi Rektörü ve diğerleri "toplantının tebliğleri basılacak" dediler. Bu da hoş bir şey, orada konuşulanları insanlar somut olarak da görürler ve herkesin orada tek ağızdan bir soykırım propogandası yapmadığını da görürler. Yani bütün bu sakatlıklardan sonra hayırlı bir iş oldu Türkiye açısından. Bilinçli olarak AB sürecini baltalamak isteyenlere söyleyecek bir şey yok, onlar belirli bir politika güdüyorlar fakat bunu saf ve safiyane milliyetçi, yurt sever  duygularla yapan bazı insanlar varsa onların da esasında bu tür milliyetçiliğin tam aksi bir sonuç verdiğini ve bu tür milliyetçiliğin gerçekten milliyetçilik olmadığını da anlamalarına faydası oldu diye düşünüyorum.

 

ÖM: Bugün Erivan'da tutuklanan ve sonra serbest bırakılan Yektan Türkyılmaz'ın sözlerine yer verdik. Ermeni tarihçiler arasında da bütün bu konularla ilgilenen dış dünyada, Amerika'da, vs. insanlar arasında son derece olumlu karşılandığını belirten konuşmalara da rastlıyoruz. 3 Ekim müzakereleri açısından da çok olumlu sonuçlar verebilecek gibi görünüyor, o konuya da bakılacak olursa. Cem Özdemir de yaptığı konuşmada, bunu önemle vurguladı "bana Almanya'da 'Alman pasaportu taşıyan Türk' diye hitap etmekten asla vazgeçmediler, nereye gitsem, en solcu sayılan Der Spiegel bile böyle hitap ediyor, ama bu çok bu çok rahatlatıcı ve önemli bir açılım sağlayacaktır" dedi.

 

İS: Hakikaten, bu Türkiye'nin özgüveni meselesi de aynı zamanda. Kendimize güvenimizi de tazeleyeceğine inanıyorum bu süreçlerin, hem AB, hem bu konular. Özgüven ve güven demek, aynı zamanda verilecek bir hesabın varsa bunu da verirsin, onunla yüzleşirsin demek. Dolayısıyla bu gerçekten bizim için önemli bir süreç diye düşünmeye başladım, onu tahmin de ediyordum, bunu daha da yaşayacağız müzakereler süresince. Türkiye'nin demokratikleşmesi için ve Türkiye için çok pozitif, olumlu bir süreç olacak diye bir his var içimde.

 

ÖM: Ben de bu pozitif notu tamamlamak için yine toplantıdan bir ufak not aktarayım, son sözlerden biriydi "bunun tarihle, kendimizle ve yaşadığımız mekânlarla barışmak anlamında bir ilk adım" olduğu da söylendi.

 

İS: Ben de buna katılıyor ve destekliyorum. Bu arada teşekkür etmek istiyorum, bu benim Açık Radyo ile son mülakatım. Bu fırsatı verdiği için, Açık Radyo dinleyicileri ile buluşma fırsatı verdiği için Açık Radyo'ya çok teşekkür ediyorum. İleride inşallah tekrar böyle bir program yapmayı diliyorum.

 

ÖM: Arada görüşlerine başvurmak üzere seni taciz edebiliriz.

 

İS: Estafurullah, memnuniyetle.

 

(27 Eylül 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)