Kaybedilen Bir Seçim Üzerine

-
Aa
+
a
a
a

big-picture.tv'nin izniyle yayınlanmaktadır.

 

George W. Bush'un 2004 başkanlık seçimlerini kazanması ile ilgili olarak sizlere olumlu bir tablo çizemeyeceğim için üzgünüm. Yine de Bush'un seçimlerde neden galip geldiği hakkında söylemek istediklerim var. Kuzey Amerika'da bazı hatalar yapıldı, size onlardan da bahsetmek istiyorum. Sadece Kuzey Amerika'ya mahsus olduğunu düşünmediğim bu belli başlı hatalardan öğrenmemiz gereken şeyler var. 

 

Hepimizin bildiği gibi Bush başkanlık koltuğunu kazanarak, sadece Amerikan Kongresi, Senato ve Yüce Divan'ın kontrolünü eline geçirmedi. Bence Bush 2004 seçimleri ile birlikte çok daha önemli ve yeni bir şey kazandı: "mutlak bir dokunulmazlık".

 

2 Kasım'da yapılan 2004 başkanlık seçimleri öncesinde bir çoğumuz, böylesine mutlak bir dokunulmazlığın bir ABD başkanına bahşedilebileceğini düşünmezdik. Fakat şimdi bunun canlı örneği ile karşı karşıyayız. Bu dokunulmazlık, bu alışık olmadığımız "başına buyrukluk" meşrulaştırılıyor ve resmi ABD politikası haline getiriliyor.

 

Bu durumun en acı örneğine, Bush'un Alberto Gonzales'i ABD'nin en yüksek adli makamı olan Adalet Bakanlığı'nın başına olarak aday göstermesi ile şahit olduk. Ashcroft görevden alındı, yerine Alberto Gonzales geldi.

 

Çoğunuzun bildiği gibi, Alberto Gonzales, şu meşhur işkence raporunu yazan kişidir. Gonzales, Başkan Bush'a, sözüm ona teröre karşı yürütülen bu savaşta mahkumlara Cenevre Konvansiyonu'nun öngördüğü gibi muamele etmenin mümkün olmayacağını salık veren kişidir.   

 

Bir başka değişle, Bush'a Cenevre Konvansiyonu'nu dikkate almamasını tavsiye eden

Gonzales'tir. Gonzales'e göre, Cenevre Konvansiyonu'nun modası geçmiş ve çoktan geçerliliğini yitirmiştir. İşte böyle birisi ABD'nin en yüksek adli makamının başına getiriliyor. Mutlak dokunulmazlık derken kastettiğim de bu.

 

Yani, köşeye sıkıştırıldığımızı ve bu serüvene bir son vermek için yeni stratejiler geliştirmemiz gerektiğini anlamamız lazım.

 

İngiltere ve Irak'a asker gönderen diğer koalisyon güçlerinin bu senaryodaki rolü ise yadsınamaz. Tablo şu; Irak'ta ordular çok dağınık konuşlandırılmış. Örneğin, Felluce'nin işgali ülke çapında şiddet olaylarının artması ile sonuçlandı fakat koalisyon güçlerinin ülkenin her noktasına yerleştirecek kadar askeri yok.

 

Bana sorarsanız, Bush'un ikinci kez başkan seçilmesinin tek sebebi var. Amerikalılar Irak'taki savaştan uzaktalar ve öyle hissetmeye devam ediyorlar. ABD vatandaşları için Irak'ta savaşmak mecburi değil ki... Bunun gerçekleşmesinde İngiltere, İtalya, Polonya'nın ve diğer 20,000 paralı askerin katkısı büyük. Fakat ABD'nin de askerliği mecburi kılmasına ramak kaldı.

 

Ne zaman ABD askerleri Irak'ta savaşmaya mecbur edilecekler, işte o zaman Amerikalılar savaşın gerçek olduğunu anlayacak. Bunu zorunlu askerlik yapmayı reddeden bir Amerikalının kızı olarak söylüyorum. Savaşmayı reddeden birçok ABDli gibi, ailem Vietnam Savaşı sırasında Kanada'ya geldi.

 

 

Benim yaşadığım yerde, yani Kanada'da, savaşa karşı direnenlere mülteci statüsü verilmesi için bir hareket başlatmaya çalışıyoruz. Irak savaşının meşru olmadığı gerekçesiyle, mülteci statüsü almaya çalışan 3 savaş karşıtımız var.

 

Ve ben, bir o kadar koalisyon güçlerinin çatırdamaya başladığını, kendi içlerinde bir isyan ile karşı karşıya olduklarını düşünüyorum. Kısa bir süre önce, Macaristan askerlerini Irak'tan çekeceğini açıkladı. Elimizde 12 ülke var, bunlardan bazıları Irak'tan askerlerini çekerken, bir diğer kısım bu yöndeki taleplerini dile getirdi.

 

Kısacası, bir yanda kaçınılmaz bir parçalanma ile karşı karşıya olan koalisyon güçleri, diğer tarafta savaşmaya zorlananlar, savaşmak istemeyenler ve onların yapabilecekleri var. Bence Amerika çok yakında savaşı ensesinde hissedecek. 

 

Size karşı açık sözlü olacağım, Amerikan basınında, özellikle egemen medyada sivillerin yaşadığı alanların bombalanması, hastanelerin kuşatılması, kliniklere yapılan saldırılar hakkında etik tartışmalar yer almıyor. Bizler bile bu konuyu burada daha etraflıca tartışıyoruz.  Yine de, bütün suçu Bush'a atmak haksızlık olur. 2004 ABD başkanlık seçimlerinde Bush'a meydan okuyan Demokrat Parti adayı John Kerry ve Kerry'nin seçim süresince yürüttüğü kampanyanın da bunda parmağı var. 

 

Yanı sıra, Kuzey Amerika'daki savaş karşıtı harekete gönül veren arkadaşlarımız da bazı hatalar yaptı. Fakat, bu belli başlı hataların ceremesini çeken sadece Kuzey Amerika'daki savaş karşıtı hareket olmadı. 

 

Seçim süresince ne gibi hatalar yapıldığını kısaca özetlemek istiyorum.

 

Bu süre zarfında defalarca, seçimin Irak savaşı gerçeğinden ayrı tutulmayacağı, savaşının ana gündem maddesi olacağı söylendi durdu.  Bütün kamuoyu yoklamaları bunu gösteriyordu. Amerikalılar savaşı önemsiyordu…ki gerçek Amerikalılar hakikaten umursuyorlar.

 

Önce Vietnam Savaşı'ndan dem vuruldu. Daha ziyade John Kerry'nin savaş kaçağı olduğu iddiaları gündemi biraz oyaladı. Bir yanda Necef'te gerginlik artarken, John Kerry bile kampanyası süresince savaştan hep "di"li geçmiş zamanda bahsetti.

 

Kerry'nin asıl derdi, "Bush yalan söyledi mi, söylemedi mi, ne, nerede, ne zaman söylendi"den ibaretti.  Irak'taki savaşa dair her şey "di"li geçmiş zamanda anlatılıyordu.

 

Belki de Bush gözünü geleceğe diktiği için, "demokrasi havarisi" olarak bütün Ortadoğu'yu baştan yaratacağına inandığı için, Irak'ın bugünü kimseyi ilgilendirmiyordu. Kimse ülkede olan biten gerçekleri duymak istemiyordu.  

 

Ağustos ayının sonlarında gerçekleşen Cumhuriyetçilerin parti kurultayı sırasında bende New York'taydım. Savaş karşıtı gösterilere neredeyse yarım milyon insan katıldı.

 

Fakat savaş karşıtı gösteriler bir yerden sonra Bush karşıtı bir hal aldı. Birkaç kişi "Savaşa Hayır" pankartları taşırken, çoğu gösterici "Bush'a Hayır" diyordu.  İşin garibi, biz bu gösterileri yaparken Necef kuşatma altındaydı. 

 

Şiiler için kutsal olan İmam Ali Türbesi'ne yapılan saldırılar karşısında bütün dünya hayrete kapıldı.  Bir an sanki zihnim boşaldı ve sonrasında müthiş bir korku hissettim...

Gösteriler sırada, protestoları düzenleyen ekipten biri ile tanışma şansım oldu.  Doğrusu bu konuda çok fazla yorum yapmak istemiyorum. Çünkü bu çok ince bir çizgi. Direnişe destek veriyormuş gibi de görünebilirsiniz, terörist yanlısı gibi de.  

 

En iyisi, ABD askerlerinin geri dönmesi için çağrılarda bulunmak, Bush politikalarına "Hayır" demek ve duymaya alışık olduğumuz sloganları söylemek.   

 

Bir diğer konu ise şu; bu süreç boyunca, Amerikan halkının sadece ama sadece kendini umursadığına dair bir his oluştu bende. İnsanlar Amerikan askerlerinin yeni zırhlara ihtiyaç duyduğundan bahsedip durdular. 1000 ABD askerinin savaşta hayatını yitirmesi konuşuldu. Ama 30 bin Iraklının ölmüş olması o kadar da dert edilecek, önemli bir şey değildi!

 

Cumhuriyetçiler Mart ayındaki ulusal kongreleri sırasında, savaşta hayatını yitiren askerler adına bir kortej bile düzenledi. Bu törende kullanılan bin kefen şehit düşen askerleri temsil ediyordu. 

 

Ama ölen Iraklıların temsil edilmesine gerek yoktu. Öyle ya, bazılarının hayatı (diğerlerininkinden) daha değerli. 

 

Seçim kampanyası boyunca hep aynı hikâyeyi duyduk, "Bush yalan söyledi. Bu bağlamda bizler bu savaşın kurbanlarıyız." Evet, bize yalan söylendi. Bu kesinlikle doğru, birileri bize yalan söyledi, ama Iraklıları değil de kendimizi bu savaşın mağduru olarak görmemiz tamamen saçmalık!

 

Bazı çevreler bu konuyu çokça konuştu, İngiltere'de de benzeri tartışmalar yer aldı. 

Bizler, savaşa karşı duruşumuzun haklılığını ispatlamak için çok çaba sarf ettik. Haklı olduğumuzu kanıtlamak için varımızı yoğumuzu ortaya koyduk. Evet haklıydık, ama belki de artık bu konuyu kapatmalıyız.

 

Şimdilerde fark ettiğim bir diğer husus ise, Irak'taki koşulların iyileştirilmesi hakkında konuşmaktan insanların neredeyse ödleri patlıyor.  

 

İyileştirmekten kastım; Irak'ta tamamıyla bağımsız seçimlerin yapılmasını sağlamak, Irak'ın borçlarının silinmesi, yapılan hataların tekrarlanmaması için somut politik adımların atılması…  

 

İçimde öyle bir his var ki, şayet biz bütün bunları gerçekleştirebilirsek bu savaştan iyi bir şeyler doğabilir.

 

Hoş muhaliflerimiz bu bakış açısını kendilerini haklı çıkarmak için suiistimal edebilirler. Ama kimin umurunda…

 

Iraklılar ile sırt sırta verip bu uğurda mücadele edersek.. Savaşın Irak'a demokrasi getirebileceğine inandığımı söyleyince bir gazeteci "yani bu savaştan iyi bir şeyin doğabileceğine inancınız var" dedi. Bu, hiç beklenmedik, tanrı lütfu gibi bir şey olur herhalde, ama ne olmuş yani…

 

Şayet Irak'a demokrasi gelirse, engellemek için yapılan yoğun çabalara rağmen gerçekleşmiş olacak.

 

Seçim dönemi süresince Irak'ta olup bitenler ve bize "di"li geçmiş zamanda aktarılan onca şey karşısında somut talepler üretemeyen savaş karşıtı hareketin durumu işte kabaca böyle özetlenebilir.

 

 

2004 ABD başkanlık seçimleri süresince Demokrat Parti adayı John Kerry'nin yürüttüğü kampanya, kabaca "seçilebilirlik" diye özetleyebileceğimiz bir mantığa dayanıyordu. 

Amaç, seçmenin adaylar arasından daha uygun olanı seçmesini sağlamaktı ki bu bağlamda "daha uygun" aday Kerry oluyor.  

 

Kerry herhangi bir seçim politikası gütmeksizin, kararsız seçmenleri kendi safına çekmek amacıyla, seçim danışmanlarının verdiği tavsiyeler doğrultusunda belli başlı konular üzerinde yoğunlaştı. Esasen Kerry'nin seçim kampanyası bundan ibaretti.

 

Kerry Bush'u hezimete uğratmak için çok dikkatli bir kampanya yürüttü, ama bu olası bir şey değildi.

 

Kerry'nin seçim kampanyası ahlaki olarak yitik bir strateji üzerine kuruluydu. Çünkü Amerikalıların kendilerinden başka kimseyi önemsemediği, Iraklıları umursamadığı, bu konu hakkında konuşmak dahi istemedikleri gibi söylemlere dayanıyordu.

 

Seçim sırasında, Bush'un yalan söylediği gerçeği dışında herhangi bir şeyi eleştirdiğiniz zaman, bu orduyu eleştirmek gibi algılanıyordu. Öyle ya, orduyu hiçbir zaman eleştiremezsiniz.    

 

Kısacası, Kerry seçim kampanyası süresince, asla Ebu Garib cezaevindeki tutuklulara yapılan işkencelerden, Guantanamo Körfezi'ndeki işkence suçlarından, ya da Arap kökenli Amerikalıların yargılanmaksızın tutuklanıp, sorgulanmasından bahsetmedi. Maalesef biliyorduk ki, sandıklar kapanır kapanmaz Felluce'ye bombalar yağacak.

 

Ve Kerry bir gün olsun bu olan bitene karşı çıkmadı. Ya da bir kez olsun Cenova Konyansiyonu'nun ihlal edildiğini söylemedi. Kerry, Necef yahut Sadr kentinde, sivillerin yaşadığı bölgelere yapılan saldırılar hakkında bir kelime bile etmedi. Irak'taki Amerikan hapishanelerinde yapılan işkencelerin, sivillere yapılan bombalı saldırıların, özünde silahlı direnişi beslediğini bir kez olsun dile getirmedi.    

 

Örneğin, Bush "teröristlerin %75'ini yakaladık" gibi absürd istatistikler açıklarken, kimse Irak'a yapılan her saldırı ile aslında "teröristlerin" sayısının arttığını vurgulamadı. 

 

Lancet'in, Irak'ın işgali sonucunda 100 bin Iraklının hayatını yitirdiğinin belirten bir araştırmayı yayımlamasının ardından dahi, Kerry bu konu hakkında bir açıklama yapmamayı tercih etti.  

 

İşin kötüsü, Kerry üç konuya saplandı kaldı. Hatta çok çirkin bir şekilde, Irak'ta hayatını yitirenlerin %90'ının ABD'li askerler olduğu öne sürüldü.  

 

İnanabiliyor musunuz %90'ı...ki aslında ABD askerleri bu savaşta ölenlerin yüzde birini oluşturuyor.

 

Ama bence en komiği, Dick Cheney ve John Edwards arasında başkan yardımcılığı için yapılan tartışmalardı. Bu tartışmalar sırasında, Demokratların başkan yardımcısı adayı John Edwards Irak'ta ölenlerin %90'ının ABD'li askerler olduğu tezini yineledi. Edwards'ın sözünü kesip, Iraklıların da bu savaşta hayatını yitirdiğini hatırlatmak Cumhuriyetçilerin başkan yardımcısı adayı Dick Cheney'e kaldı. İnanabiliyor musunuz, "birkaç" Iraklının da hayatını yitirdiğini hatırlatmak Dick Cheney'e kalmıştı.   

 

Kerry'nin savaş karşıtı olduğu kadar, savaş yanlısı, "Ben bu savaşı Bush'tan daha iyi yönetirim" diyen bir aday olduğunu anladığımız anda, işte o zaman, savaş karşıtı hareket sokaklara dökülmeliydi. Bence bu Bush'u istemiyoruz demek gibi bir şey. Ben böyle düşünüyorum. Elbette Bush seçimi kaybetse daha iyi olurdu.

 

 

Şunu da belirtmek istiyorum, savaş karşıtı hareket tüm seçim kampanyaları dönemince sokaklarda gösteriler düzenliyor olabilirdi. Belli başlı konuların gündeme taşınması için seçim döneminden etkin bir şekilde yararlanabilirdik.  Ama daha ziyade herkes 3 Kasım'a, sandıklar kapanasıya kadar sessiz kalmayı yeğledi. Bana da birçok kez susmam salık verildi.  

 

Gerçekten harika bir fikirdi, seçimleri Kerry kazanacak her şey ondan sonra konuşulacaktı.  Ya da varsa yoksa Kerry kampanyası için seçmen kaydediyorlardı. Bu çok ciddi hata. Ve daha önce belirttiğim gibi ahlaki açıdan içi boşaltılmış bir yaklaşım...

 

ABD'deki sol kanat ve aydınlar, hepsi olmasa da büyük bir çoğunluğu, Iraklıların insanlık dışı muamelelere maruz kalmasında suç ortağıdır. Savaş suçlarının işlenmesini olası kılacak zemini sağlayan, toplumda hakim olan genel görüştür.

 

Askerler için kortejler düzenleyerek, Kerry savaşta ölenlerin %90'ının ABD askeri

olduğunu söylediği zaman ona karşı çıkmayarak bizler de bu suça ortak olduk.   

 

 

Ve nihayetinde, Bush yönetimi hiçbir politik bedel ödemeden savaş suçu işleyebileceğini gördü. ABD'nin bu savaş için uluslararası arenada herhangi bir bedel ödemeyeceğini bizler de onlar da pekâlâ biliyoruz. Fakat, bunun bedelini en azından ABD'de ödemeliydiler, ama böyle bir şey gerçekleşmedi. ABD, bir nevi bu elde, Cenova Konvansiyonu'nu hiçe sayma kartını kullandı.   

 

Bir diğer husus ise, daha önce bahsettiğim Kerry'nin "seçilebilirlik stratejisi" işe yaramadı. 

 

İnsan hayatına değer veren, ahlak sahibi bir aday çıkıp da, 100 bin Iraklı hayatını yitirirken, Bush nasıl oluyor da kürtaj karşıtı olabiliyor diye meydan okumadı.      

 

Kerry'nin kampanyası seçmenlerin inancını kazanmasını sağlayacak ahlaki unsurlardan yoksundu. Kerry'nin derdi, daha ziyade, Bush'tan dahi iyi bir bürokrat olduğunu göstermekti.  Plan başarısız oldu. 

 

İşte Kuzey Amerika'da böyle hatalar yapıldı... Bizler niye savaşa karşı olduğumuzu unuttuk. Bir adamın politikalarına, karakterine öylesine odaklandık ki bütün amacımız bu adamı politik sahneden indirmek oldu ve bu esnada bunu niçin yapmak istediğimizi unuttuk.   Bunun uğruna her şeyi kaybettik. Seçimi kaybettik, amacımızdan saptık...

 

Bazı şeylerin değişmesi gerekiyor. Savaş karşıtı hareketi, demokrasi yanlısı bir duruşa dönüştürmek için çaba sarf etmeliyiz. Liderlerimizin vaat ettiği demokrasi ve özgürlüğü talep eden Iraklıların sesi olmalıyız. Liderlerimizin vaat edip de tutmak için çaba sarf etmediği sözler var...Her şeye rağmen ardı arkası kesilmeyen vaatler bunlar...  

 

Çünkü Irak'ta insanlar, işte bu talepler uğuruna hayatların riske atıyor ve yitiriyorlar.

 

Asıl kararların alındığı Washington ve Londra'da, -Irak'ta değil çünkü Irak hâlâ işgal altında-, bu taleplerin gündeme gelmesini sağlamak boynumuzun borcu.

 

Çeviren: Özge Artunç

  

 big-picture.tv'nin izniyle yayınlanmıştır.