Kamunun yeniden yapılandırılması ve çevre

-
Aa
+
a
a
a

Yücel ÇAĞLAR*

 

Gerek gündeme getirilme ve yürütülme biçimi, gerekse öngörülen düzenlemelerin içeriği, kamu yönetiminin yeniden yapılandırılmasına yönelik çalışmalarının, ulusal iradenin ürünü olmadığı gerçeğini açıklıkla ortaya koyuyor. Sırasıyla IMF, Dünya Bankası, AB, OECD ve en son olarak da ABD’nin dayatmaları ve yönlendirmeleriyle yürütülen bu çalışmalar, yurtsever kamuoyunun yoğun karşı koyuşlarına yol açtı, açmakta. Ülkesel bütünlüğün ve ulusal birliğin onarılamayacak biçimde bozulacak, kamusal kaynakların ve olanakların yerli ve yabancı sermayeye devredilecek, kamu hizmetlerinin gerektiğince görülemeyecek, toplumsal ve bölgesel dengesizliklerin daha da artacak olmasından kaynaklanan bu karşı koyuşların ne sonuç verebileceğini şimdiden kestirmek olanaksız kuşkusuz. Görünüşe bakılırsa, siyasal iktidar, sözkonusu dayatmaları ve yönlendirmeleri akıl almaz bir uysallıkla karşılıyor, deyiş yerindeyse bildiğini okuyarak üzerine düşeni büyük bir sadakatle yerine getirmeye çalışıyor. Oysa bu düzenlemeler öngörüldüğü gibi gerçekleştirildiğinde tüm yaşama alanları yeniden biçimlendirilebilecek. Göstergeler, çok boyutlu olarak gerçekleştirilmeye çalışılan bu yeniden biçimlendirmenin, onarılamayacak ekonomik, toplumsal ve siyasal yıkımlara yol açabileceğini açıklıkla ortaya koyuyor. “Çevre yönetimi” de bu düzenlemelerden en çok etkilenebilecek alanlardan birisi.

Çevrenin korunması, devredilemeyecek bir “kamu hizmeti” alanıdır

Nedenlerinin, sonuçları ile önlenmesine ve/veya çözümlenmesine yönelik iş ve işlemlerin ülkesel ve ülkelerarası düzlemlerdeki yönetsel sınırlarla ayrıştırılamaması ve sınırlandırılmaması; yine hem nedenlerinin hem de sonuçlarının birbirleriyle etkileşim içinde bulunması; yol açabileceği yıkımların kısa zamanda ayırdına varılamaması; toplumun tüm kesimleri tarafından aynı düzeyde sorun olarak algılanmaması; çoğunlukla kamusal alanlarda ortaya çıkması; toplumun yoksul kesimlerini görece olarak daha fazla etkileyebilmesi vb. özellikleri “çevre sorunu” sayılan oluşumların önlenmesine ve çözümlenmesine yönelik çalışmaların “kamu hizmeti” olarak yürütülmesini gerektirmektedir. Bu nedenledir ki, 1982 Anayasası’nın 56. maddesinde, hem yurttaşlara hem de devlete çevrenin korunması ve geliştirilmesi görevi verilmiştir. Öte yandan, sözkonusu özellikleri, bu anayasal görev kapsamındaki iş ve işlemlerin bütüncül, tümleşik ve dinamik bir yaklaşımla planlanması ve yürütülmesini zorunlu kılmaktadır. Kısacası; “çevre sorunu” sayılan oluşumların önlenmesi ve çözümlenmesi, herhangi bir kurum ya da kuruluşun tek başına sorumluluk üstlenebileceği bir etkinlik alanı değildir. Ne var ki, bu son derece yalın gerçeklik, Türkiye’deki “çevre yönetimi” düzeninde gerektiğince göz önünde bulundurulmamış; birbirleriyle doğrudan etkileşimli alanların yönetimi aynı kurum ve/veya kuruluş yapısı içinde bile farklı birimlere bırakılmış; dolayısıyla da, çevre koruma ve geliştirme amaçlı etkinlikler arasında bütünlük ve tümleşiklik gerektiğince sağlanamamıştır. Öyle ki, başta Türkiye Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı olmak üzere, bugüne değin hazırlanan çok sayıda eylem planı ve programı, hemen hemen hiç uygulanamamıştır. Bu gerçek, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nında da; “...çevre yönetim sistemleri istenilen etkinlik düzeyine getirilememiştir” ve “Çevre ve kalkınma politikaları arasında uyum sağlanması ilkesi doğrultusunda, etkili ve eşgüdüm içinde çalışan bir çevre denetim sistemi kurulması konusunda mesafe kaydedilememiştir.” vb. biçiminde dile getirilmiştir. Böyle iken, “kamunun yeniden yapılandırılması” amacıyla gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmesi öngörülen hukuksal ve kurumsal düzenlemeler kapsamında da, bu türden olumsuzlukların aşılmasına yönelik çabalara girilmemekte; dahası, sorunu neredeyse tümüyle çözümsüzleştirebilecek yaklaşımlar sergilenmektedir.

Çevre yönetimini de tümüyle yıkabilecek düzenlemeler yapılıyor !

Çeşitli yönlerden Anayasa'ya aykırı olduğu belirtilen ve kamusal alanda onarılamayacak yıkımlara yol açacağı öne sürülen Kamu Yönetimi Temel Kanunu (KYTK); gerek kapsamı, gerekse öngördüğü ve öngörmediği düzenlemeler nedeniyle görece olarak daha büyük önem taşıyor.  “Çevre yönetimi” alanındaki olumsuzlukları daha da pekiştirebilecek bu düzenlemeler, iki kümede toplanarak irdelenebilir:

a) KYTK, Türkiye’deki “çevre yönetimini” tümüyle etkisizleştirmektedir: Yasayla bu doğrultuda iki strateji izlenmektedir: i) Çevre sorunlarının önlenmesi ve çözümlenmesine yönelik çalışmalar, merkezi düzlemde en azından planlanması ve yönlendirilmesi gereken bir “kamu hizmeti” olmaktan çıkarılmaktadır. Sözgelimi, yasanın 5. maddesinde “Kamu Yönetiminin Kuruluş ve İşleyişinin Temel İlkeleri” kapsamında, Anayasanın 56. maddesinde devletin de yükümlü kılındığı çevre koruma ve geliştirme ödevine hiçbir gönderme yapılmamaktadır. Ayrıca, 6. maddesinde sayılan “Merkezi İdarenin Yetkileri” ve özellikle de 7. maddesinde açıklanan “Merkezi İdare Tarafından Yürütülecek Görev ve Hizmetler” arasında da, kapsamı “Başbakanlık ve bakanlıklar ile bağlı kuruluşlar” olarak açıklanan “merkezi idareye” herhangi bir yetki ve görev verilmemektedir. ii) “Çevre yönetimi” yapılanmasının önde gelen kurumsal bileşenleri ortadan kaldırılmaktadır: Bilindiği gibi yasa; “Çevre ve Orman Bakanlığı taşra teşkilatının görev ve yetkileri ile fidanlıklar, piknik yerleri, dinlenme ve benzeri tesisler, bina, araç gereç, taşınır taşınmaz malları... bütçe ödenekleri ve kadroları ile birlikte olmak üzere personeli belediye sınırları içinde belediyelere, belediye sınırları dışında bulunan bu gibi tesis ve yerler ile milli parklar il özel idarelerine”; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın da taşra birimleri il özel idarelerine devredilmektedir. Ayrıca; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü kaldırılarak görev ve yetkileri İstanbul dışında il özel idarelerine, İstanbul ili sınırları içindeki yükümlülükleri ise yine ödenekleriyle birlikte İstanbul Büyükşehir Belediyesi bırakılmaktadır. Bu düzenleme, başta orman, toprak ve su kaynakları ile otlakların, dolayısıyla da biyolojik çeşitliliğin korunması olmak üzere kırsal çevre sorunlarının önlenmesi ve çözümlenmesine yönelik çalışmaların yaygınlaştırılmasını ve hızlandırılmasını olanaksızlaştırabilecek, etkenlik düzeyini düşürebilecek; kalıcı sonuçlar vermesini önleyebilecektir. Oysa, Yasa'nın 7/k maddesinde; “ulusal nitelikli veya birden çok ili kapsayan” görev ve hizmetler, “münhasıran merkezi idare tarafından yerine getirilmesi öngörülen” hizmetler kapsamında sayılmaktadır.

b) Çevresel varlıkların ekonomik ve siyasal amaçlarla yok edilmesi sürecini hızlandırmaktatır: Bilindiği gibi; doğal, tarihsel ve kültürel varlıklar, temel “çevre” öğeleridir. Dolayısıyla, “çevre koruma” kapsamında bu varlıkların korunması temel ilkedir. Ne var ki, kapitalist üretim ilişkilerinde bu varlıkların da çoğunluğu, belirli biçimlerde oluşan değişim değerlerine sahip olmuşlardır ve çeşitli yollarla pazarlanabilmektedir. Başta orman arazileri, kıyılar, yaylalar, tarihsel ve kültürel sit alanları  vb ortamlar olmak üzere bu varlıkların başına gelenler, bir bakıma, bu durumun kaçınılmaz sonuçlarıdır. KYTK, “Mahalli İdarelerin Görev ve Yetki ve Sorumlulukları” başlığı altındaki 8. Maddesinde; “Mahalli idareler görev, yetki ve sorumluluk alanlarına giren hizmetleri, idarenin bütünlüğüne, kanunlarla belirlenen esas ve usullere, kalkınma planının ilke ve hedeflerine, kendi stratejilerine, amaç ve hedeflerine, performans ölçütlerine uygun olarak yürütülür” yaptırımına yer verilmiştir. Bu yaptırım, Yasanın “Kamu Hizmetlerinin Gördürülmesi” başlığı altındaki 11. Maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde, gerçek, tüm açıklığıyla ortaya çıkmaktadır. Bu maddeye göre; “Kamu hizmetlerinin daha etkili ve verimli olarak yerine getirilebilmesi amacıyla merkezi idare ve mahalli idareler, kendilerine ait hizmetlerden kanunlarda öngörülenleri, ilgileri itibariyle üniversitelere, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, hizmet birliklerine, özel sektöre ve alanında uzmanlaşmış sivil toplum örgütlerine gördürülebilir”. Bu bağlamda son olarak, Yasanın denetlemeyle ilgili 40. maddesinde yer verilen; “İç denetim, kamu kurum ve kuruluşlarının kendi yöneticileri veya kurumun üst yöneticisinin görevlendireceği iç denetim elemanları tarafından yapılır” yaptırımının göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bu maddeler, KYTK’nın “çevresel varlıkların ekonomik amaçlarla yok edilmesi sürecini hızlandıracaktır” tezinin gerçekçiliğini açıklıkla ortaya koymaktadır. 6831 sayılı Orman Kanunu’nda en son 2003 yılı sonunda yapılan değişiklik bu yönden de anlamlı bir kanıttır: Anımsanacağı gibi, bu değişiklikle, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu kapsamındaki ulusal parkların, doğa koruma alanlarının, doğal parklarının ve doğa anıtlarının yirmi sekiz yıllığına kiralanabilmesi sağlanmıştır. Her zaman kaynak sıkıntısı içinde olan ve KYTK’yla birlikte borçlanma olanakları da sağlanan belediyelerin, yönetimleri kendilerine devredilen ulusal parkları, en azından ekonomik ve siyasal amaçlarla nasıl amaç dışı kullanımlara açabilecekleri kolaylıkla kestirilebilir. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na tahsis edilmesinden sonra Ankara yakınlarındaki Soğuksu Milli Parkı’nda yaşananlar, gerçekte, bu kestirimi büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır.

SONUÇ

Kamu yönetiminin yeniden yapılandırılmasına yönelik hukuksal ve kurumsal düzenlemeler ülkenin bütünlüğü, ulusal ve siyasal birliği ile kamusal alanda yol açabileceği yıkımlar ortadır. Ancak, bu düzenlemeler, hemen hemen tüm yaşama alanlarında verilegelen kamu hizmetlerinin kapsamını daha da daraltabilecek; kamusal varlıkların ve olanakların yerli ve yabancı özel sermayeye devredilmesini de kolaylaştırabilecektir. Bu nedenle, tartışmaların, ülkesel ve ulusal düzlemlerdeki olası yıkımların yanı sıra tüm yaşama alanları özelinde de yapılması gerekmektedir.  Öte yandan; bilindiği gibi, çevre sorunlarının önlenmesi ve çözümlenmesi, önemliliği hiçbir nedenle yadsınamayacak bir “kamu hizmeti” alanıdır. Bu alanda gerçekleştirilecek etkinliklerin ülkesel, bölgesel ve yöresel düzlemlerde etkileşimli olarak tasarlanması, planlanması ve yürütülmesi gerekmektedir. Ancak, bu gerek, kamu yönetimini yeniden yapılandırma çalışmaları sırasında, hemen hemen hiç yerine getirilmemektedir. 2003 yılı sonunda çıkarılan Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile  tartışılmakta olan Kamu Yönetimi Temel Kanunu, çıkarılması ve/veya değiştirilmesi öngörülen Bölge Kalkınma Ajansları, Yerel Yönetimler, İl Özel İdareleri vb.yasalar, çevre yönetiminin etkenleştirilmesi ve özellikle de çevresel değerlerin korunması yönünden yaşamsal önem taşımaktadır. Dolayısıyla, kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması kapsamındaki düzenlemelerin bu yanıyla da sorgulanması zorunlu olmaktadır.

* Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği-ANKARA

(İşletme ve Finans Dergisinde yayınlanmıştır.)