Kabul Edilemez Bir Politik Pencereye Kabul Edilebilir Bir Perde

-
Aa
+
a
a
a

Common Dreams’a sürmanşet olan ABD’li “Kutsal Sava”ş deniz piyadelerini nasıl yorumluyorsunuz ?

 

Son yıllarda evanjelik hareket yükselişe geçişi  Bush yönetiminin üzerindeki etkisi dikkate alındığında beni şaşırtmadı. Ayrıca ABD’nin, Irak’taki durum sebebiyle askerlerine moral sağlaması gerekiyor. Bu savaş askeri kesimde büyük ölçüde memnuniyetsizliğe yol açıyor ve muhtemelen bu sebeple, böyle hevesleri teşvik etme konusunda,  halkla ilişkiler açısından büyük problemler yaratsa da  büyük bir istek var. ABD, en azından resmi anlamda, yeni bir haçlı savaşı veriyor olarak algılanmak istemez, Bush yönetiminin dış politika mantığına rağmen, ki ben bunu daha önce “haçlı jeopolitiği” olarak adlandırmıştım. Başka bir deyişle bence haçlı zihniyeti onda bulunuyor. Kendisi de “haçlı seferi” terimini bir kaç kez kullandı ve geri çekti. Bence bu yanlış anlaşılmış bir olay değil, daha derinlerde, 11 Eylül’den sonra ABD’nin dünyaya yaklaşımını gösteriyor.

 

Açık Radyo’ya geçen yıl verdiğiniz söyleşide yeni bir kitap üzerinde çalıştığınızı söylemiştiniz. Bittiyse içeriğini bize kısaca aktarır mısınız ?

 

Kitabın Adı Declining World of Order: Neo-Imperial American Foreign Policy / Düzenin Zayıfladığı Dünya: Yeni-Sömürgeci Amerikan Dış Politikası. Kitap temel olarak, sözde anti-terörist, ama daha çok dünyayı yönetme hırsı ile hareket eden bir dış politikayı, 1990’da sona eren soğuk savaştan sonra oluşmuş olan dünyayı yönetme projesini tasvir ediyor.

 

90’larda Clinton döneminde bu projenin daha çok ekonomik niyetleri öne çıkmıştı. 90’ların ardından, Clinton döneminden Bush dönemine geçişten değişen şey, dünya yönetimi projesini gerçekleştirme amacı değildi. Değişen, artık askeri gücün çok daha saldırgan bir şekilde rahatça kullanılabilmesi durumuydu. Yeni-muhafazakâr Bush’un Clinton’a eleştirileri, daha çok Clinton’ın stratejik olarak önemli bölgelerde güç kullanma konusundaki isteksizliğinde odaklanıyordu. O’nu Balkanlar’daki “insani müdahaleler” ve “insani diplomasi” konularında eleştirdiler. Çünkü konuya, “Ortadoğu stratejik olarak hayati öneme sahipken, Balkanlar önemsizdir” önermesinden yola çıkarak baktılar.  İşte dünya düzenine bu açıdan bakan Bush yönetimi, Washington’a gelir gelmez Irak savaşının sinyallerini vermeye başladı. Irak’ı da Amerika’nın dünyaya yayılma sürecinde bir evre olarak gördüler.

 

Büyük Ortadoğu Projesi, sizce kabul edilebilir mi ? Yoksa emperyalizmin yeni bir tezahürü mü ?

 

Bence BOP kabul edilemez bir politik pencereye kabul edilebilir bir perde dikmekten ibarettir. “Demokrasi” ve “özgürlük” kelimeleri fazlasıyla Orwelyen bir mantıkla, insanların genelinin anladığından farklı bir şekilde  kullanıldı. Çünkü bu bölge ne kadar demokratikleşirse, hükümetleri de o derece Amerikan karşıtı olacaktır. Öyleyse ABD’nin asıl niyeti burada demokratikleşmeyi sağlamak olamaz. Aslında, bu bölgeden çıkacak kitle hareketleri, Mısır gibi ABD’nin arka çıktığı ya da Suudi Arabistan gibi koruduğu totaliter yönetimlerinden onay almak zorunda. Bu yönetimler kendi halklarından korunuyor. Öte yandan bu hareketler en azından bazı yönlerden Amerikan politikalarına yakın olmak ve ayrıca İsrail’in güvenliğini gerçek anlamda tehdit etmemek durumunda. Öyleyse bölgede demokratikleşme yönünde giden her hareket, neredeyse zorunlu olarak, güçlü bir Amerikan karşıtlığı ve militan bir İsrail karşıtı duruş edinmeli.

 

Bölgeye değinmişken, sizce Arafat ve Filistin’in kaderi ne olacak ?

 

Bence bir çok acı olay yaşamış olan Filistin halkı için çok acı bir an. Arafat en azından halkının lideri olarak vasiyeti doğrultusunda Kudüs’ün Filistin bölgesine gömülmeli. Ya da bu olmasa da en azından Filistinlilerin kurulacak devletleri için umutlarını yeşerttikleri Batı Şeria’nın Ramallah kentinde gömülmeli. Filistinlilerin ayrılma mücadelesinde, bir çok zor günle başa çıktılarını düşünüyorum. Onlar bu politik isteği son derece zor durumlarda dahi korudular. Davalarına gelecekte daha büyük başarılar getirecek yeni bir politik lideri hareketlerine üretmenin yolunu bulacaklarını düşünüyorum.   

 

Türkiye ve AB ilişkilerine nasıl bakıyorsunuz ?

 

Avrupa Birliği Türkiye ilişkileri çok daha karmaşık ve karşılıklı.  Bence Türkiye’de hükümet AB baskılarını ve birliğe girme isteğini, ciddi politik reformları gerçekleştirirken -ki bu reformları gerçekleştirmesi dış baskı olmaksızın pek de kolay olmazdı- kullanabilir. AB’yle Türkiye arasında bir çeşit, karşılıklı bir çıkar ilişkisi olduğunu düşünüyorum. ABD’nin Ortadoğu’yla olan ilişkisinin tersine AB’nin, her şey bir yana, daha demokratik, insan haklarına saygı gösteren ve azınlıklarıyla daha insani bir yoldan sorunlarını çözen  bir Türkiye’yle ilgilendiğini düşünüyorum. Şu anda her açıdan karşılıklı çıkarlar olduğunu düşünüyorum.

 

Bence Türkiye’nin rolü, Amerika’nın dünyaya hükmetme projesinin bir parçası olan postrealisme (gerçeklik sonrası durum) karşı direnmektir. Diğer yandan, postrealismin bir de insan haklarına saygı gibi, Türkiye’nin hedeflediği gibi, olumlu olan yönleri de var. Bu bağlamda postrealism, yapıcı bir bakış açısı olabileceği gibi emperyalist bir bakış açısına olarak da görülebilir. Bu şöyle anlaşılmalı, postrealismin olumsuz şekli Bush’un dış politikasının parçası olmak. Ama burada bir de pozitif seçenek var, Bu seçenek BM’ye daha güçlü desteği, uluslararası hukuka daha güçlü desteği,  yerel ve uluslararası kuruluşlarla çalışma konusunda daha güçlü bir isteği, doğa konusunda daha güçlü taahhütleri ve genel olarak insanlığın iyiliğini istemeyi kapsar. Güçler arası dengeleri gözetmek yerine, insanlar arası dayanışmayı temel almış daha ahlaklı ve daha idealist bir dış politikayı kapsar. Bence 17 Aralık psikolojik bir kavşak olacak. Çünkü daha ileri aşamalarda Türkiye ve AB’nin  kendilerine uyumlu bir gelecek bulmasının yolunu açacak. Herkesin bildiği gibi 17 Aralıkta olumlu bir sonuç çıkmasının ardından da bir çok problem olacak. Herkes iyi anlamalı ki şu anda Avrupa kamuoyu büyük gelişmelere sıcak bakmıyor. Bence bu bir kademeli işlem olarak algılanmalı. Türkiye, proje ortaya çıktıkça, projenin kendisi için kârlı olup olmadığını tekrardan değerlendirmek zorunda kalacak. Olmayabilir de. Bence Türkiye, Avrupa’nın politik ve kültürel beklentilerini karşılayamama seçeneğini açık tutmalı ve belli sınırların dışında karşılamamalı da. Türkiye’nin gelecekte halkı için daha tatmin edici olabilecek başka seçenekleri de var. Türkiye için seçenekler, sadece Avrupa Birliğine üyelikle ve bu konudaki güçlü zorlamayla sınırlı değil. 

 

Fotoğraf: Evrim Altuğ

Çeviri: Avi Haligua