John Ross'un düşündürdükleri ve Emiliano Zapata

-
Aa
+
a
a
a

Salı akşamı Beyoğlu’nda bir cafe’de son derece etkileyici ve heyecan dolu bir konuşma yaptı John Ross. Bir insan kalkanı olarak Bağdat’a giderken uğradığı İstanbul’da yıllardır bir yazar olarak sözcülüğünü yaptığı Zapatist hareket üzerine de bir şeyler söylemek istemişti. Ross’un yaptığı konuşmanın en can alıcı noktası Zapatist hareketle Irak savaşına karşı uluslararası muhalefet arasındaki bağı kurmasıydı.

* * *

1996’da Meksika’nın güneydoğusunda yer alan Chiapas ve Lacandon Ormanları’nda dünyanın dört bir yanından gelen temsilciler neoliberalizme karşı yeni, alternatif bir dünya düzenini sorgulamak üzere bir araya geldiler. Çağrıyı yapan Zapatist Ulusal Özgürlük Cephesi (FZLN) idi ve Neoliberalizme Karşı İnsanlık İçin Kıtalararası Buluşma adını taşıyan çağrı, var olan küreselleşmenin karşısında, ama çoğulcu, katılımcı ve eşitlikçi farklı bir küreselleşmeninse yanında yer alan herkese yapılmıştı. 43 ülkeden 3 bini aşkın insan katıldı, üstüne üstlük devlet güçlerinin kuşatma ve baskıları sürerken. 1996 aslında yeni bir tarihin yazılmaya başlandığı yıldı, zira Marcos’un o ünlü mektuplarından birinde belirttiği gibi Zapatistlerin üç ana ilkesi, özgürlük (bireye seçme hakkı tanıdığı için), adalet (bu hakkı herkese adına eşit olarak güvence altına aldığı için) ve demokrasi (haklar, özgürlükler ve güvencelerinden bahsedebilmek için) geleceğin alternatif temel taşlarının atıldığı bu toplantılarda paylaşılmış ve sahiplenilmişti. Seattle böyle doğdu. Prag ve Genova da…

Ve derken Dünya Sosyal Forumları’na gelindi. Tıpkı 1996’da Chiapas’da olduğu gibi komisyonlar kurmak, tartışmak -ama düşüncesini karşı tarafa dikte ettirmek için değil, diyalog kurmak için tartışmak, çok farklı yelpazelerin içinde, farklılıklarda bir arada olabilmek, farlılıklarla birlikte hareket edebilmek ve tabii pasamontana, yani zapatist maske takmak, zapatist mirasın devamı bir gelenek haline geldi. Aynı miras bugün kendini artık ses getiren alternatif bir dünya hareketi olarak kabul ettirmiş durumda ve şimdi de ‘Savaşa Hayır!’ diyor. İşte bu yüzden savaşa karşı başkaldıranlar arasında, kendini sadece savaşla sınırlamayan uzun vadeli hedefinden dolayı bu hareketin ayrı bir yeri var.

Dünya şu karanlık ikinci ‘Orta Çağ’ında, ikinci ‘Aydınlanma Çağı’nın tohumlarını da ekiyor bir yerde.Devrimin rönesansı kapıda…

John Ross Zapatistlerin attığı ilk adımın nasıl on binlerin ayak sesine dönüştüğünü anlatırken aslında hatırlamamız gereken bir başka kimliğe gönderme yapıyor, Zapatistlerin, adını ve ideallerini devraldıkları Emiliano Zapata’yı da anıyordu.

Çok doğru. Ancak, bugün Marcos ve arkadaşlarıyla güncelleşen adı ne kadar kulaklara aşina olsa da, kimliği çok az biliniyor Emiliano Zapata’nın, hatta Zapatistleri tanıyıp da onu hiç tanımayan insanların varlığı bizi hiç şaşırtmamalı. Şaşırtmamalı çünkü düzenin hizmetinde olduğu bilinen resmi tarihin en büyük özelliği, unutturması, unutulmaya mahkum etmesi. John Ross boşuna “Unutulmaya Karşı Savaş” adını vermemiş son kitabına.

Bu yüzden Zapata’yı aşağıdaki -ister istemez kısa olmak zorunda kalan- tanıtım yazısıyla anmak, bu büyük devrim adamına küçük bir vefa borcu ödemek anlamına gelecektir. Daha geniş bilgi almak ya da ilgili soru sormak isteyenler için elektronik postam daima açık. ([email protected])

* * *

Emiliano Zapata kimdir?

Emiliano Zapata Meksika’nın güneyinde yer alan Morelos Eyaleti’ndendi. Bir küçük kasabada Anenecuilco’da dünyaya gelmişti. Bu coğrafyada doğmuş olması onun yaşamında ve mücadelesinde ayrıca önem taşır. Çünkü ten renkleri koyu esmer olduğu için, bir kere en başta renklerinden dolayı aşağılanan insanların memleketiydi güney. Onlara ‘indigenos’ yani yerli denirdi. Gerçekte onlar büyük çoğunluk yerli olmasalar da, aşağılanmada, ülkenin asıl sahipleri yerlilerle aynı kefeye konur, aynı damgayı yerlerdi. Ya da ‘hombres de pulqueria’ derlerdi onlara, yani bilinen en eski, en otantik yerli içkisi olan ve kaktüsten elde edilen pulque içenlerdi onlar. Ancak asıl, toprakları zorla ellerinden alınmış, topraksız, yurtsuz bırakılmış köylülerin memleketiydi güney. Emiliano’nun ailesi de mütevazı arsalarını haciendado denilen büyük çiftlik sahiplerine kaptırmış bir aileydi ve bu yüzden hayvancılıkla uğraşmak zorunda kalmıştı... Zapata atlardan çok iyi anlayan, çok iyi ata binen biri olarak geçimini at yetiştiricisi olarak sağlardı.

O yıllar, yani 1900’lerin başı, bir dönemin yavaş yavaş sona erdiği, ülke tarihinde yeni bir evrenin eşiğine gelindiği yıllardır. Darbeyle geldiği iktidarını kesintisiz 34 yıl sürdüren diktatör Porfiria Diaz’a karşı, kendilerine ‘devrimciler’ denen muhalif grupların ortaya çıktığı dönemdir. Meksika Devrimi olarak bilinen bu hareket 1909’da başlar ve değişik aşamalardan geçerek Emiliano Zapata’nın öldürüldüğü 1919’a kadar sürer. Porfirio Diaz’ı devirerek devrimci güçlerin adamı olarak başa geçen Madero’yu, kendi generali ve eski bir Porfirist olan Huerta öldürünce Meksika Devrim’i çok özel bir safhaya girer. Darbeci Huerta’ya karşı bu kez kendilerine Anayasacılar diyen bir grup bir eylem başlatır. Hareketin başında kuzeyli bir vali olan Carranza vardır. Direniş başarıyla sona erecek, Huerta, tıpkı önceki diktatör Diaz gibi Paris’e kaçacak, ancak bu kez Carranza rakiplerini temizlemeye kalkarak bir iç savaşın doğmasına yol açacaktır. Örneğin kendisine en büyük desteği vermiş bir başka devrimci Francisco Villa’ya karşı tavır alışı ve Villa’yı sonunda etkisiz hale getirmesi bu savaşın en çarpıcı sonuçlarından biridir.

İşte yaşanan tüm bu süreçlerin içinde kendi özgün karakterini sonuna kadar korumuş ve o döneme çok farklı bir biçimde damgasını vurmuş bir hareketin önderidir Zapata. O, soyut devrim sözcüğünün içini doldurabilen ve ona sosyal-politik içeriğini kazandırabilen kişidir. Onun ünlü Ayala Planı vardır örneğin. Toprakları haksız ve zor kullanılarak ellerinden alınmış olanlara topraklarının iadesini ve tarihi boyunca herkesin ortak kullanımına açık olmuş, adına tejido denilen alanların yeniden kazanılmasını esas alan politik bir manifestodur aslında. Zapata, eşitlik ve adalet kavramlarını her şeyden önce insani değerlerin, o değerlerin bir ifadesi olarak ahlakın bir gereği olarak algılayıp benimsemiş bir kişiliktir. Kendine ve hayata karşı duruşunda bireysel çıkarların iktidarını değil, dürüstçe sahiplendiği kendi doğrularını seçmiştir. O bir idealisttir.  Ne okula, üniversiteye gitmiş, ne kariyer yapmış, tabii ki; Gramsci’yi de, Adorno’yu da tanıyamamış, Marx’ın Grundrisse’sini okuyamamıştır. Entelektüel alt yapısı için zamanı

 Emiliano Zapata (1879-1919)

da yoktur fırsatı da. Ancak dünya tarihinin tanıdığı en büyük demokrasi savaşçılarından biri, belki de ilkidir. Daha 1914’lerde doğrudan demokrasi sözcüğünü telaffuz etmiş, halkın kendi sorunlarını ancak kendisinin en iyi bilebileceğinden hareketle bu sorunlarını kendisinin çözmesi gerektiğini savunmuştur. Ayrıca bunları yalnızca dile getirmekle kalmamış, eyleme de koymuştur. Örneğin 1915’te Carranza kuzeyde Villa ile uğraşırken Zapatistler Morelos’da demokrasi ideallerini hayata geçirmek için kolları sıvar ve önce toprakların dağıtımını gerçekleştirirler.. Bu süreç başlı başına bir devrim niteliğindedir, zira dağıtım işini başından sonuna ve tümüyle halkın kendisine bırakırlar. Komisyonlar kurulur, başka eyaletlerden de gelen okumuş gençler gönüllü olarak bu komisyonlarda teknik yardım ve destek için çalışır ve her şey köylülerin töre ve geleneklerinin kılavuzluğunda, kendi inisiyatifleriyle gerçekleşir. Anlaşmazlıklar kendi aralarında çözülür, kararlar birinci elden ve doğrudan alınır. Daha sonra Zapata’nın etkisiyle benzer bir denemeye kalkışacak Carranza’nın toprak reformu ise karşılaştırıldığında, Zapatistlerin ne denli farklı olduğunu ortaya koymada bir ibret örneği gibidir. Zaten yerleşik sistemin restorasyonundan ve kendine iktidar alanı hazırlamaktan başka büyük ideali olmayan Carranza, Zapata’yı her şeyden öte ahlaki açıdan kendini yetersiz gösterecek bir hasım olarak, ama çok tehlikeli bir hasım olarak görür. Bu okumuş yazmış koca avukata baldırı çıplak bir köylü demokrasi dersi vermekte ve bunu da bütün ülke görmektedir. Nitekim kendi toprak dağıtım projesini Zapata gibi köylülerin kendisine değil de bürokratlara yaptırmaya kalkınca, aynı bürokratların suistimalleriyle yeni toprak ağaları ve patronların ortaya çıkarmasını önleyememiş, Emiliano’nun iddia ettiği gibi, köylüler adına hareket edenler sonunda despotizmin tuzağına düşmekten kurtulamamışlardır.

Yeniden doğdu

Zapata, belediye birimlerinin, yani toplumsal örgüdeki en alt birimlerin en temel birimler olduğunu düşünür ve bu yüzden demokrasinin önce bu birimlerden başlatılmasını savunur. Belediye seçimleri doğrudan ve herkesin katılımıyla yapılacak ve başkanlar sadece 1 seneliğine seçilecek, ayrıca aradan 2 yıl geçmeden de ikinci kez seçilemeyeceklerdir. Ayrıca bir de junta denen meclisleri olur ve bu meclis beldeyi ilgilendiren, diyelim doğal kaynakların kullanımı gibi, önemli konularda oy çokluğuyla karar alır ve kendi içinden seçtiği yürütme kuruluyla da bu kararları uygular. ANCAK azınlık her zaman için hesapların denetlenmesini ya da herhangi bir konuda yargıya gidilmesini isteyebilir, yani hesap sorma hakkına sahiptir. Henüz 1915’lerde azınlık hakkını ve şeffaflığı düşünüp hayata geçirmiş bir harekettir el Zapatismo! Bunun yanı sıra halk bir fon oluşturur ve beldeye ait doğal kaynaklardan elde edilen gelirler ileride doğacak gereksinimler için bu fona aktarılır (bunu çoğunluk okul yapımında kullanacaklardır). Zapata bu sistemi kasaba, kent ve eyalet olarak yukarıya doğru uygulamış, temeli belediye cemaatleri olarak seçmiştir.. Haftada bir belediye meclisi, on beş günde bir kasaba ve kent, ayda bir de eyalet meclisi toplanacak ve en önemlisi tüm bu süreçlerde resmi görevliler devre dışı kalacaktır. Tersine, Zapata ordunun da devlet görevlilerinin de sivil halka tabi olmasını özellikle ve sonuna kadar savunmuştur, hatta yazılı belgelerde, kendi bölgelerinde yaşayanların içişlerine müdahale ettikleri için cezalandırılmış komutanlar bile vardır. Görüldüğü gibi Zapatist hareket bugünkü gibi monden ve en gerçek anlamında sivil toplumcu bir harekettir!

Emiliano Zapata ve adamlarının sonu malum. Savaş, kıyım, görülmedik vahşet ve ihanet…Ancak tarihin dialektiğinde mutlak sonlar yok. Emiliano’nun öldüğüne zaten inanmamışlardı, tıpkı eski Meksika yerlilerinin ölüme değil sürekli yeniden var oluşa inanmaları gibi.

Öyle de oldu. 1994’de Chiapas-San Crisobal’da yeniden doğdu Emiliano Zapata. Onunla birlikte neoliberalizme ve küreselleşmeye karşı savaş da.

Ne diyelim, öyleyse viva Zapata!

KaynakçaZapata y Revolucion Mexicana, John Womack Jr., Siglo VeintiunoVilla y Zapata-La Revolucion Mexicana, Margaritta de Orellana, Bibloteca İbero-AmericanaAcuerdos De San Andres, Luis Hernandez Navarro-Ramon Vera Herrera, Ediciones Era