İstanbul'un Vapurları

-
Aa
+
a
a
a

19 Mayıs 2005 günü saat 14:00'te Açık Radyo'da yayınlanan "Artı Eksi" adlı programda Korhan Gümüş ile Eser Tutel*, İstanbul vapurları üzerine konuştular.KG- Geçenlerde IDO, İstanbul Deniz Otobüsleri Isletmesi Genel Müdürü, tüm gemilerin yenileneceğini söyledi. Bir taraftan da yakın zamanda hızla elenen bir takım gemiler oldu. Yani Istanbul'un Şirket-i Hayriye'den kalan gemisi artık yok. Bunların bir kaç tanesi birilerinin ellerinde duruyor belki. Diğer tarafta da Cumhuriyet döneminde çok güzel gemiler alınmaya devam edilmiş. Dünyanın en güzel yolcu gemileri bunlar, kent içinde kullanılan. Onlardan neler var? ET- O eski gemilerden hiçbiri kalmadı! Zaten, Denizyolları diyeyim, Türkiye Denizcilik İşletmeleri'nin elinde gemi kalmadı. İskenderun vardı; o donanmaya devredildi. Samsun ile Ankara da satıldı; onlar da seferden kalktı. En son Bandırma'ya sefer yapılıyordu. Bu deniz otobüsleri yapılmaya başlandıktan sonra o da kalktı. KG- Gemlik Vapuru, Bandırma...ET- Hepsi onların elden çıktı. Avşa... Hepsi kalktı. Su anda bacasında çift çapa olan gemilerin hepsi Büyüksehir Belediyesi'nin IDO İşletmesi'nin tekelinde diyeyim. Onlar büyük ihtiyacı karşılıyorlar. Bence İstanbul demek deniz demek her şeyden evvel. Gemi demek, sandal demek, vapur demek. Ve belli bir tipte gemi demek. Bunlar birer ikişer elden çıkartılıyor.KG- "Martılar yetişemeyecek" demiş İDO Genel Müdürü, "yeni alacağımız gemilerin hızına martılar yetişemeyecek"; yani simit atılamayacak anlamında. Acaba çok gerekli mi bu? Mesela yirmi dakikalık ulaşım zaten bir keyif yani. İnsanlar gazetesini okuyor...ET- İstanbul insanının yirmi dakikalık bir mutluluğudur vapura binmek. Amaç tabii gideceği yere bir an evvel varmak, en iyi şekilde varmak, ama bir de gönül rahatlığıyla, keyfini çıkara çıkara varmak var. Valla, bu deniz otobüslerine, belki pek geri bir düşünce gibi gözükebilir ama, ben ısınamadım. Çok temiz, çok güzel, çok süratli, biraz fiyatı farklı ötekilerden, ama vapur değil, gemi değil, kapalı bir kutu! Sinemada oturur gibi, sıra sıra tertemiz koltuklarda oturuyorsunuz, fakat dışarısını göremiyorsunuz, çünkü o kadar sürat yapıyor ki, malum, su sıçrıyor, tuzdan dışarısı gözükmüyor. Eh! insan bir Adalar'a, Moda'lara, ne bileyim, Boğaz manzarasını seyrede seyrede gitmek istemez mi? Sonra efendim, deniz havası alamıyorsunuz! Kapıları üstünüze kilitliyorlar, haklı olarak, onun da bir sebebi, gerekçesi var. Kapalı kutu içinde gideceğiniz yere en kısa zamanda varıyorsunuz. Amaç bu mu acaba? Bir de şimdi deniz otobüslerine reklam aldılar. Beko reklamlarını aldılar. Her ne kadar, böyle puanlı, nokta nokta bir zemin ise de, reklam yanınızdaki pencereyi örtüyor, yani etrafı da seyredemiyorsunuz.KG- İçerde de reklam var. Rehin alınıyorsunuz. ET- Gideceğiniz yerde kapılar açılıp salıveriliyorsunuz! Çok ters geliyor bunlar bana. Aslında o eski gemilerin her biri bence insanin yüzüğündeki elmas gibi bir şey. Bunları çapul taşı gibi atmaya bakıyoruz başımızdan.KG- Bu gemilerin aslında teknolojileri de çok geri değil. Simdi "Bahçe sınıfı" gemilere baktığımız zaman, Paşabahçe, Fenerbahçe gibi, ya da İngiltere'den alınmış olan İhsan Kalmaz gibi gemilere, bunlar da aslında günümüz teknolojisiyle yarışır gemiler. Bunların 18 mil falan süratleri var. Sonra başka kentlerde kullanılan gemilere bakarsanız bunlardan daha eski gemiler de kullanılıyor hâlâ.ET- Turistik amaçlı kullanılıyor; gezinti amaçlı kullanılıyor, ama var. Mesela Venedik'in gondolları var. Şehrin simgesi artık bu. Hani ne bileyim San Marco Kulesi'nden daha çok simgesi. Kimse bilmez San Marco'yu ama gondolu herkes bilir iyi kötü. New York'un feribotları var. Sonra Tuna üzerinde tipik tek katlı yayvan geniş deniz gemileri çalışıyor, iş görüyor onlar. Missisipi'de filmlerde görüyoruz; o New Orleans'da arkadan çarklı ilkel tekneler ve hâlâ var. KG- Restore edilmiş vaziyette çalışıyorlar.ET- Nil üzerinde o sulara, o iklime uygun tekneler var. Eh simdi Istanbul'un da bir yandan çarklıları yok oldu. Arkasından istimliler, Sirket-i Hayriye gemileri yok edildi. Gözümüz tam bu çirkinliklere alışırken diyeyim şimdikiler de pek güzel değil aslında! KG- O yeni yapılanlar da "Şehit sınıfı" eskisinden daha kötü olan.ET- Estetiği hep tartışılabilir onların. Tam onlara gözümüz alışacakken simdi onlar kalkıyor. Bir arkadaş dün telefon etti konuşuyorduk Ada'dan. Yeni gelecek galiba, Norveç'e ısmarlanmış veya ısmarlanacak, neyse planda programda. İki başı,  ortada kuleli muleli filan. "Ayol" diyor "ben onu gördüm tabut zannettim" diyor! "Kutu gibi bir şey!" Yani iyi olmayacak gibi beliyor bana. Çok arayacağız.KG- Yani teknoloji yenileniyor mutlaka, ama sadece teknik olay gibi bakmamak lazım ulaşıma. Bir kere insanlar ulaşım süresi içinde zamanı kaybedecekler mi, yani taşıtta bekler gibi, direksiyon başında, otobüste ayakta bekler gibi mi bekleyecek, yoksa oturup gazetelerini okuyarak mı gidecekler? Vapurlar böyle bir imkân sağlıyordu. Vapurda geçen süre kayıp süre değildi. ET- Gazetenizi okursunuz, kahvenizi içersiniz. Veya çok sıkıntılı bir zamanınızda güvertede oturursunuz tentenin altında. Simdi gemilerde tente de kalmadı. Ayağınızı uzatırsınız. Yani gemi demek, benim için, -tabii vakit de insanin isi de gücü de var ama- biraz da keyiftir. Yanda oturacaksın ayağını uzatacaksın. Çaycı geçecek ayaklarını toplayacaksın, ne bileyim makine dairesinin penceresinden aşağıya söyle bir göz atacaksın, üst kata çıkıp direğe doğru bakacaksın.KG- İstanbul'da ne oluyor ne bitiyor göreceksiniz. Pencereden bakınca İstanbul'daki farklılıkları göreceksiniz. Bu kent hayatında neler değişiyor? Gemi bu demek. ET- Kaptanla selamlaşacaksınız. O başını eğecek size "iyi yolculuklar" diyecek... Ama sen gel böyle kapalı salonda, otel lobisi gibi, yan yana kırmızı mavi koltuklarda, kapı üzerine kilitli, yapay bir şekilde serinletilmiş salonda... Oluyor da olmuyor. KG- Londra'daki, Paris'teki metropolitan ulaşım sisteminden biraz daha farklı. Bu kent, diğer Avrupa başkentleri gibi ulaşım konusunda da büyük bir gelişme yaşamış ve bu sistemi denizde kurmuş bir kent. Dolayısıyla deniz ulaşımı İstanbul'un metropolitan gelişimi içinde çok önemli bir yere sahip. Şehrin can damarı. Bu sistemin nasıl gelişeceği, bu konudaki stratejilerin değiştirilmesi de tabi katılımcı bir şekilde olmalı. İnsanlar bu konuda tartışmalılar, görüşmeliler. Ve teknik bir süreç gibi algılanmamalı. Yani sadece nostaljik bir amaçla, turistik amaçla sadece bir kaç tanesini bile koruyabiliriz derken bile, hangi gemiler korunacak? Elimizde o kadar çok farklı gemiler var ki... Bir seksen sonrası yapılan Şehit sınıfı dediğimiz içi teneke kaplı gemiler, öbür tarafta Paşabahçe gibi, Fenerbahçe gibi mükemmel yapımlı, gemi gibi gemiler var. Biraz da İngiliz yapımı olanlar, Kuzguncuk zannedersem onların ilki değil mi?ET- Onların hepsi simdi elden çıktı. Dokuz taneydi. Zaten sonra dördü beşi kaldıydı. Onlar da Haliç'te bağlandı. Yan yana duruyorlar. KG- Sapasağlam onlar yani... ET- Öyle gözüküyor bilemiyorum. İçi nedir? Makinesi nedir? Buharlı ama kömürlü değil. Fuel-oil ile ısınıyor. Buhar yapıyor; poh poh poh, ine kalka silindirli, öyle gemiler onlar. 1960, 61, 62 yapımı. Çok yolcu alıyor. Süratli. Pazar günleri Ada'ya veriyorlardı onları. Ada'da biriken halkı bir gemi, iki gemi boşaltıyordu seferde geç saatlerde.KG- Hâlâ yapılacak şeyler var. Yani bu güzel, ne diyelim, sigara gibi bacası tütenleri koruyamadık ama. Bu gemiler içinde özellikle bahçe sınıfı gemiler, ki bunlar dizel motor zannedersem, çok süratli gemiler. Birisi İtalyan yapımı.ET- Paşabahçe İtalyan, 1952  yapımı, 55, 53 yaşında filan bir tekne, yeni bunlar. Bence bu gemileri sevdirmek, denizi sevdirmek lazım İstanbul'un yeni halkına. İstanbul'un eski halkı biliyor gemileri, denizin ne olduğunu. Ama İstanbul'un nüfusunu kabartanlar son otuz sene içinde, yirmi sene içinde belki daha da eski tarihlerde. Beşiktaş'tan Beykoz'a gidecek, vapura binmiyor adam. Otobüsü bekliyor. O sıcakta, kalabalıkta sıkışık otobüs geliyor. Tavandan sarkan kayışlara tutunarak sallana sallana Boğaz Köprüsü'nü geçecek Çubuklu, Paşabahçe, Eminönü filan. Yahu kardeşim şuradan gemi kalkıyor. O alışkanlığı edindirmek lazım. Yeni araba alıyor, araba hevesiyle zaten  binmiyor, arabasını kullanacak. Onu da öyle hep yaptık vakti zamanında. O da belki bir yere kadar, haklı demeyim de, belki mazur görülebilir. Vapura bineyim karşıya geçeyim.Adalar'a yol olsa, Adalar'a köprü yapılsa kimse vapura binmez gene arabasıyla köprüden gider. KG- Bunu zaten Anadolu'da da gördük. Ege sahillerinde bazı adaları karayolu ile bağladılar. Otoparktan geçilmiyor. Diğer taraftan İstanbul'un hemen karşı kıyısında, yani bir on dakika mesafede ulaşılacak bir yer için bazı insanlar, nasıl oluyor da köprüden geçmek için saatlerini harcayarak gidiyorlar. Demin siz dediniz, bir otomobil merakı var.ET- "Araba Sevdası"! Recaizade Bey'in o vakti zamanında, atlı arabaymış; bugün benzinli bir araba. Hiç değişen hiç bir şey yok!KG- Alışkanlıklarda da bir farklılık var sadece. Öyle birden bire olmuyor. "Benim şuna ihtiyacım var" deyip, "ben böyle daha kolay çözerim" diye değil. Biraz da alışkanlıkların da buna ilişkin gelişmesi lazım. O zaman sivil tarafın rolü önemli. Yani bu sadece genel müdürün teknoloji aşkı, insanların otomobil aşkı değil. Bu konular üzerine biraz düşünen insanların da kamuoyunu uyarması lazım. Sizin yazdığınız kitaplar sayesinde insanlar vapurları öğrendiler bir parça.ET- Tabi tabii öğrendiler! 1000 tane basildi! Hâlâ duruyor. Herkes öğrendi!KG- Demek ki vapurlar konusunda daha da fazlasını da yapmak gerekiyor. Belki daha da uğraşmak gerekiyor. İnşallah vapurların üzerindeki o çift çapa...ET- Çift çapalı baca forsu. KG- İnşallah değişmez. Onun yerine yunus konmaz diyelim!ET- Yunuslu bayraklar direklere çekildi zaten. Mart ayında o flamalar çekildi.KG- Peki amblem Şirket-i Hayriye'den mi kalma? Peki o amblemi kim yapmış?ET- 1913-14 senelerinde, zaten ordunun başına, devletin başına Alman teknisyenlerin geldiği bir dönem. Yalnız politika, yönetim kademelerinde değil deniz yollarının da başına  bir Alman gelmiş. Fakat pek de başarılı değil. Adam Türkçe de öğrenmemiş. Masasından da kalkmamış. Oturduğu yerden tersane filan yaptırmış. Yaptığı tek olumlu iş, herhalde Almanya'dan ısmarladı bir grafikere, içinde ay yıldız olan iç içe geçmiş; ipleriyle iki çapa olan, hakikaten çok güzel çok anlamlı bir amblem. Bakıyorum limandaki yabancı gemilerin amblemlerine. Böylesi yok hakikaten. Martı var, insiyaller, iki harf iç içe geçmiş, çok güzel. Yüzü gülen bir ifadesi var. İnşallah kalkmaz o. KG- İnşallah diyelim. Onu korumak için de gayret sarf edelim. Vapurları korumak için bir inisiyatif oluşturma çağırışı yapalım Acık Radyo'dan. Belki bu konuların en azından tartışılmasını ve konuşulmasını sağlayalım. Dolayısıyla su üzerindeki ulaşımın nasıl olacağı konusunda sivil ve resmi tarafların birleşerek bir politika geliştirmesini, strateji geliştirmesini sağlayacak adımlar atılması gerekiyor. Biz de programı bununla tamamlayalım. Çok teşekkür ederim Eser Bey katkılarınız için.

  

 

*Eser Tutel:

 

1933'te istanbul'da doğdu. 1954'te Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi, Fransız Filolojisi'ne devam ederken Türkiye Yayınevi'nin Hafta dergisinde çalışmaya başladı. Bâb-ı Âli'de geçen 40 yılı aşan meslek hayatında Son Posta, Akşam, Hür Vatan, Hürriyet, Güneş, Günaydın gazeteleri ile Hayat Ansiklopedisi ve Hayat dergisinde çalıştı. Hürgün'de Yıllarboyu Tarih dergisini çıkardı.

Eserleri : Gemiler Süvariler İskeleler , Seyri Sefain , Şirket -i Hayriye, Beyoğlu Beyoğlu İken, Haliç, Şükür ki 'Gurme' Dediklerinden Değilim