İnsanlık ya da Askerlik

-
Aa
+
a
a
a

14 Haziran 2006Savaş Karşıtları / sansursuz.comRahmi Yıldırım

"Anayasa ile yasaklanmamış bir hak yasa ile yasaklanamayacağına, yasalar anayasaya aykırı olamayacaklarına göre, Askeri Ceza Yasası’ndaki bu aykırılık ya doğrudan kanun koyucu tarafından ya da def’i yoluyla Anayasa Mahkemesi tarafından giderilmek zorundadır"ANKARA- Ne zaman ki insan, karnını doyurabileceğinden fazlasını üretebilir oldu, toplumsal artı ürüne el koymanın, yani sömürünün tarihi başladı. Toplumlar sınıflara bölündü, devlet, egemen sınıf(lar)ın sömürüsünü ve baskısını güvenceye almanın örgütü oldu.Devlet, sömürülecek ülkeyi dışardan gelebilecek saldırıya karşı elde tutmak ve gücü yeterse sınırlarını genişletmek, içerde emekçilerin isyanlarına karşı sömürü düzenini sürdürebilmek için silahı ve şiddeti tekeline aldı, ilk ordular böyle kuruldu, askerlik böyle başladı. Burjuva devrimleri olup ulusal devletler kuruluncaya değin, halkın tümünü kapsayan zorunlu askerliğe rastlanmadı. Ulusal devletler, burjuva devrimleriyle kuruldu. Vatandaşların tümüne yönelik zorunlu askerlik ilk, Fransız ihtilali sonrasında Napoleon döneminde kurumlaştı. Yine de dünya ölçeğindeki emperyalist paylaşım savaşları dışında Avrupa’da zorunlu askerlik yaygınlaşmadı. İngiltere’de askerlik yalnızca 1939-1960 yılları arasında zorunlu oldu. ABD ordusu ise geleneksel olarak hep gönüllülük ve profesyonel askerlik sistemiyle devşirildi. Zorunlu askerlik daha çok Asya ülkelerinde uygulandı. Japonya’da babadan oğula geçen askerlik, 1873 yılında yerini zorunlu askerliğe bıraktı. Sovyetler Birliği’nde 18 yaşında başlayan, en az iki yıl süreli, terhisten sonra da eğitimin yenilenmesi için belirli aralıklarla silah altına almaya dayalı zorunlu askerlik vardı. Çin Halk Cumhuriyeti ise erkeklerin yanı sıra kadınları da silah altına aldı. Osmanlı ordusu eyalet askerleri ve kapıkulu askerlerinden oluşurdu. Tımara dayalı eyalet askerleri yalnızca savaş döneminde orduya katılırdı. Kapıkulu askerlerinin en önemli bölümü olan Yeniçeri Ocağı’nda ise, maaşlı ve sürekli askerler vardı. Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra(1826), ordu mevcudu tamamlanıncaya kadar, zorla asker yazmaya dayalı bir sistem uygulandı, tepkiler üzerine 1843 yılında kura yöntemi benimsendi, 1886 yılında ise yükümlülük sistemine geçildi. 1886 Kanunnamesi, para karşılığında muvazzaflık süresini kısaltma (bedeli nakdi) ya da yerine başkasını askere gönderme (bedeli şahsi) esnekliklerini de içeriyordu. Gayrimüslimler dışında halkın tümüne yönelik yükümlülük sistemi, özünde bir değişiklik olmadan Türkiye Cumhuriyeti tarafından da benimsendi.Vicdani ret insanlığın kazanımıdırZorunlu askerlikle birlikte, vicdani, dinsel, felsefi ya da siyasal gerekçelerle zorunlu askerliğe muhalefet de başladı. Askerlikten kaçınma isteği, vicdani ret olarak adlandırıldı. Savaş karşıtlığı anlamında vicdani ret, savaşları üreten sınıflı toplum düzenini ortadan kaldırma mücadelesine eklemlenemediyse de, 20’nci yüzyılın ikinci yarısında Avrupa ülkelerinin tamamında hak olarak tanındı. Ya askerlik zorunlu olmaktan çıkarılarak profesyonel orduya geçildi ya da vicdani retçilere askerlik yerine kamu hizmeti seçeneği sunuldu. Yunanistan 1997 yılında, Ermenistan 2004 yılında vicdani reddi tanıdı. Avrupa Konseyi’nin 48 üyesinden vicdani reddi tanımayan yalnızca Azerbaycan ve Türkiye kaldı. Vicdani ret, 20’nci yüzyılın ikinci yarısında uluslar arası sözleşmelere de girdi.Türkiye’nin imzacısı olduğu Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 8/c maddesinde, zorla çalıştırma kapsamına girmeyecek hizmetler arasında “İnanç nedeniyle askerlik hizmetine katılmama hakkının tanındığı ülkelerde vicdani retçilerden hukuken yerine getirmeleri istenen bir kamu hizmeti” de sayılmaktadır. Benzer bir ifade yine Türkiye’nin de imzacısı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde, “Kölelik ve zorla çalıştırma yasağı” başlıklı 4’üncü maddenin 3’üncü fıkrasının (b) bendinde bulunmaktadır:“Askeri nitelikte bir hizmet veya inançları gereğince askerlik görevini yapmaktan kaçınan kimselerin durumunu meşru sayan ülkelerde bu inanca sahip kimselere zorunlu askerlik yerine gördürülecek başka bir hizmet;”Bu sözleşmelerde, vicdani ret temel insan hakkı kapsamında tanımlanmamakla birlikte, devletler vicdani reddi tanımaya teşvik edilmektedir. 12 Eylül Anayasası bile vicdani reddi reddetmiyor‘Ölü gözünden yaş, imam evinden aş gelmez’ ama 12 Eylül’ün eseri Anayasa’da bile vicdani ret hakkına kapı kapalı değildir.Gerçekten o düşünceyle kaleme alınmamış olsa bile Anayasa’nın lafzında vatan hizmeti ile askerlik özdeş tutulmamıştır. Anayasa’nın askerliği düzenleyen “Vatan Hizmeti” başlıklı 72’nci maddesi şöyledir:“Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir.” Kıldan ince kılıçtan keskin yoruma gerek yok. Anayasa’ya göre, vatan hizmetini yerine getirmek için askerlik tek seçenek değildir. Askerlik yapmak yerine kamu kesiminde hizmet ya da başka bir hizmet veya bedel karşılığında da vatan hizmeti yerine getirilmiş sayılır. Vicdani ret, vicdan özgürlüğü kapsamında bir irade beyanı ve yaşam tarzıdır. Vicdan özgürlüğü ise Anayasa’nın 15 ve 24’üncü maddelerinin güvencesi altındadır. 24’üncü madde “Din ve Vicdan Hürriyeti” başlığı altında aslında sadece din ve inanç özgürlüğünü tanımlıyor ise de 15’inci madde, savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hal dönemlerinde bile kimsenin din, vicdan, düşünce ve kanaatlerinden dolayı suçlanamayacağını düzenlemektedir. Ve 12 Eylül imalatı Anayasa’nın bile 14/2’nci maddesi “Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.” demektedir. Daha sade bir söyleyişle yinelemek gerekirse, hiçbir Anayasa hükmü, temel hak ve hürriyetleri Anayasa’da belirtilenden daha fazla sınırlayıcı yönde yorumlanamaz. Anayasa’nın bu maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, adı konarak tanımlanmasa bile, vicdani reddin yasaklanmadığı, yasaklanmak şöyle dursun, Anayasa’nın 72’nci maddesiyle bağdaşık bir hak olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, vicdani reddi savunanlara uygulanan ve mahkum edilmelerine dayanak gösterilen Askeri Ceza Yasası’nın “Bir şahsın hareketini vicdanına veya dinine göre lâzım saymış olması, yapmak veya yapmamakla vukua gelen bir cezayı mucip olmasına mâni teşkil etmez.” (Madde 45) hükmü, Anayasa’ya açıkça aykırıdır. Türkiye’nin vicdan testiAnayasa ile yasaklanmamış bir hak yasa ile yasaklanamayacağına, yasalar anayasaya aykırı olamayacaklarına göre, Askeri Ceza Yasası’ndaki bu aykırılık ya doğrudan kanun koyucu tarafından ya da def’i yoluyla Anayasa Mahkemesi tarafından giderilmek zorundadır. Vicdani ret konusundaki Anayasa’ya aykırılığın giderilmesi, Türkiye’yi üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nde vicdani reddi tanımamış iki ülkeden biri olma mahcubiyetinden de arındıracaktır.Peki, Türkiye bu mahcubiyetten arınmayı ister mi?Türkiye’yi evrensel demokrasiye ulaştırma iddiasında 80 yılın iktidarlarını solladığı savındaki AKP hükümeti, evrensel demokrasinin güncel temsilcisi saydığı AB standartlarında bir askerlik düzenlemesi yapma niyet ve cesaretine sahip midir?Yoksa Türkiye, insanlığın kazanımı vicdani ret hakkını kullanmak isteyenleri ve onları savunanları linç etmeyi sürdürecek midir?12 Haziran 2006 Pazartesi [email protected]