İnsan Kalmak

-
Aa
+
a
a
a

 

Sevgili Dostlar,

 

Geçen ayın hepimiz için en önemli tarihi 21 Haziran’dı. Ya da öyle olmalıydı. Gündönümüdür çünkü bu küçük zaman dilimi... En uzun gün. Yeryüzünde ışığın en bol olduğu an. Güneş ufukta şimdi “durur”ken yaz mevsimi de “resmen” açılır. Eh o zaman yürümek vardı arkadaşlar. Şimdi dünyalı olmak, dünyanın eksenindeki eğimden doğan bu olağanüstü olağan olguyu içimizde hüzünle karışık bir coşkuyla karşılamak vardı. Bir zamanlar doğanın döngülerinin ne kadar farkında olduğumuzu, hele hele yaz gündönümlerinde bu döngülerle ne kadar sıkı fıkı ilişkiye girdiğimizi gösteren kalıntıları hatırlamak, kuzey enlemlerinde yaşayan hemcinslerimizin kutladığı Beyaz Geceler ve Geceyarısı Güneşi şenliklerini... Ya da, bizim buralarda, Mezopotamya’da filan, kendini gösteren neo-pagan Yazdönümü gecesi âyinlerini, her neyse işte bütün bunları, hatırlamak ve kutlamak vardı. Ama olmadı. Hiçbiri yaşanmadı. Daha kötüsü, tarafımızdan bunun farkına bile varılamadı. 21 Haziran Salı sabahı radyomuzda sabah programının açılışında gündönümüne beş kelimelik bir cümle ayırıp, olayı “Summer in the City” parçasıyla geçiştiriverdik resmen. Daha doğrusu, geçiştiriverdiğimizi sandık. Utancı boynumuza!

 

Yeryüzünü Farketmekten Vazgeçmek

 

Dünyanın eksenindeki eğimin ne menem bir olgu olduğunu atladığımız gibi, doğal dünyanın etrafımızda ne müthiş etkiler yarattığını kavramaktan ve algılamaktan gitgide uzaklaştığımız, modern hayatın acı bir gerçeği. James Carroll’un bu gündönümünde, tam da bu aymazlığımız konusunda yazdığı kısacık ama hayli çarpıcı yazıda1 yüzümüze çarpıverdiği gibi, gülünç bir durum var ortada: Bizler, insanoğulları ve insankızları olarak, onbinlerce yıl boyunca güneşin ve ayın hareketlerini varoluşumuzu garantilemek, yani hayatta kalabilmek için dikkatle gözledik. Bunu yaparken bu hareketlerin bireysel insanî deneylerde hem etkisini, hem de karşılığını bulduk sonunda: Ruh hallerimizin gitgellerinden, ay hallerimize, gençlik delifişekliğinden bilge yaşlıbaşlılığa varışımızın tüm evrelerini bu hareketlerde aradık ve bulduk da... Yıldızlara bakıp yıldız falı açtık, ama sonra astrolojiden astronomiye, parmak hesabından matematiğe, ince eleyip sık dokumaktan bilimsel şüpheye geçtik.

 

Takvime yerleştirdiğimiz tanımlar kültürümüzün gelişmesinde canalıcı rol oynadı. Böyle uzun ince bir yolda giderken giderken birdenbire biraz da hayretle farkettik ki, herşeyi belirleyen şey, işte o gündönümüydü. Güneşi esas alan sistemimize dayalı olarak bilimi geliştirdikçe, mevsim döngü ve ritminin sadece iklim değişikliği dinamiklerini değil, her birimizin kendi bedenindeki günlük, haftalık, aylık hormon değişiklikliklerini düzenlediğini, her insan tekinin biyolojik (iç) saatinin, evrenin (kozmik) saatiyle aynı tiktaklara tâbi, yani insanla evrenin eşzamanlı hareket eden olgular olduğunu gördük. Böylece artan görgümüz bilgimiz sayesinde, dünyanın yaşını hesapladık sonunda ve bir de ne görelim: 4 milyar küsur yaz gündönümü gelip geçmemiş mi şu dünyanın başından!

 

İşin tuhaf yanı da şu ki, bunları öğrendikçe, bu olağanüstü döngünün gücü karşısında mahçubiyete kapılıp haddimizi daha bir bileceğimize, dünyanın ve yeryüzünün hakimi olduğumuz yolundaki inanılmaz bir yanılgıya kaptırdık kendimizi. Sınırsız budalalığın mührünü taşıyan bir kibre.Ve ondan sonra da olan oldu zaten: Hem dünyadan koptuk gittik, hem de gerçeklikten. Yeryüzüne karşı mutlak bir kayıtsızlık geliştirdik. Doğaya ihtiyacımız olmadığını sandık. Bizatihi kendimiz en büyük tehdit halini aldık doğa için. Sınırsız büyüme hırsı, tüketme, rekabet ve durmadan kendini “aşan” teknolojimizle biz insanlar, bir yoketme makinesine dönüştürdük kendimizi. Yeryüzünü farketmekten vazgeçtiğimizde, bu sefer onu imha etmeye giriştik...

 

Konuya Carroll’un sözleriyle devam edersek: “Doğaya ve onun döngülerine iyice âşina olmak, hayatta kalabilmenin kadim yöntemiydi. Şimdi gene hayatta kalıp kalmama meselesiyle yüz yüzeyiz. Işığın uzamasını farketmek, güneşin hareketinin tadını çıkarmak, Yeryüzünün mükemmel dengesinin coşkusunu yaşamak, yaz gündönümüne saygı göstermek ve onu sevmek: İşte böyle insan olduk biz ve ancak böyle insan kalabiliriz.” 2

 

Öldürücü Mutasyon: İnsan Zekâsı

 

Hmm. İnsan kalabilmek. Doğrusunu isterseniz, sevgili dostlar, içinde bulunduğumuz durum, bu açıdan hiç de parlak gözükmüyor. 2011 Haziran ayı içinde inanılmaz birşeye, bir tür “yıldız yağmuru”na tanık olduk: Günümüzün saygın bilim ve düşünce kurumlarının, önde gelen düşünür, yazar ve aktivistlerinin birçoğu, dünyanın fiziki ve moral durumundaki müthiş çöküş süreci hakkında yağmur gibi yağan raporlar, yazılar, uyarılar ve çağrılar koydular önümüze.3 Tümünden tek bir sonuç çıkıyor aslında. Ortak mesaj, hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak kadar net ve açık: Derin bir krizin içindeyiz. (Küresel ekonomik resesyonu kastetmiyoruz burada. Orayı çoktan geçtik. Ekonomik bunalım, artık bodoslama içine dalmış olduğumuz muazzam çevre ve ekoloji krizinin yanında devede kulak dahi kalmıyor.) Krizle yüzleşmek ve bu yüzleşmeyi yarından tezi yok hemen yapmak zorundayız. Başka çare gözükmüyor.

 

Dünyanın önde gelen düşünürlerinden Chomsky, geçen ay bir grup öğrenciye yaptığı bir konuşmada, ünlü astrofizikçi Carl Sagan ile evrim biyolojisinin dev ismi Ernst Mayr arasında yıllar önce geçen bir tartışmayı insanlara hatırlatıyordu.4 Konu, evrende “biz”den başka zeki canlıların varolup olmadığı meselesiydi. Astrofizik açısından bakıldığında, kâinatta tıpkı bizimki gibi sayısız gezegen bulunduğu düşünülecek olursa, uzayda zeki yaratıklar bulunmaması için hiçbir sebep olmadığını söyleyen Sagan’a karşı Mayr, bir biyologun bakış açısından böyle bir olasılığın sıfıra yakın olduğunu söylüyordu. Peki neden? Elimizde sadece bir tek (tam tamına 1 –yazıyla bir–) örnek vardı da ondan: Yeryüzü. Yeryüzünden başka tek bir örnek bulamıyorduk şu koca evrende. Eh, o zaman yeryüzüne bakmalıydık biz de.

Yeryüzüne baktığımızda, insan zekâsının bir tür “ölümcül mutasyon” olduğunu söylüyordu Mayr. Bu oldukça iyi bir argümandı. Çünkü, biyolojik başarı, esas olarak “kaç kişi olduğumuza” bakılarak ölçülüyordu. Sayıca çok olanlar, yani en başarılı organizmalar, çok hızlı mutasyon geçirenlerdi elbette. Mesela bakteriler: Yeryüzünde hayat ilk ortaya çıktığından beri, yani üç küsur milyar yıldır ortalıktalar. Gene mesela, hamam böcekleri ve onlara akraba binbir tür börtü böcek: Bunlar da sabit bir ekolojik konum (niche) içine sıkışmış durumda olduklarından, yüzmilyonlarca yıldır öylece varlıklarını sürdürmekteler... Üstelik, gayet iyi durumdalar! Yeryüzünün yüzyüze olduğu bu büyük krizi kazasız belasız atlatabilirler pekâlâ!

 

Gelgelelim, zekâ dediğimiz olguda basamakları yukarı doğru tırmandığımızda, canlıların başarı oranı düştükçe düşüyor. Memeliler basamağına vardığımızda onların mesela böceklere göre çok daha az sayıda olduğunu görüyoruz. Bildiğimiz haliyle insan (homo sapiens) yaklaşık 100 bin yıldır var bu dünyada. Basamakları tırmanıp onun “katına” vardığımızda, sayıca son derece küçük bir grupla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz aslında. Şimdi 7 milyarlık bir nüfusa ulaşmış olarak çok kalabalıkmış gibi görünüyorsa da insan, aslında bu sayıya yalnızca son iki bin yılın faaliyetleri sonucunda ulaştı. Evrim süreci açısından bakıldığında bu, bir anlam ifade etmiyor.

 

Chomsky’ye göre, özetle Ernst Mayr, kâinatta dünya dışında zeki bir canlı bulmanın çok düşük olasılık olduğunu söylemekle kalmıyor; muhtemelen yeryüzünde çok uzun süre varolmasının da çok düşük bir olasılık olduğunu belirtiyor. Çünkü öldürücü bir mutasyon bu. Mayr ayrıca, hiç hayra alamet olmayan bir not da ekliyor: Yeryüzünde bugüne kadar yaşamış toplam 50 milyar türün ortalama ömür süresi 100 bin yıl civarındaymış ki bu da üç aşağı beş yukarı, modern insanın dünya yüzündeki ikamet süresine denk geliyor. Küresel iklim ve çevre krizi ile birlikte şimdi, Mayr’ın haklı olup olmadığını, yani insanın biyolojik bir hata olup olmadığını kestirebilecek noktaya gelmiş bulunuyoruz. Chomsky, bu kriz konusunda önemli adımlar –hem de derhal– atılmazsa, Mayr’ın haklı çıkacağı kanısında. O zaman, insan zekâsının gerçekten öldürücü bir mutasyon olduğu kanıtlanmış olacak. Ha, sürecin sonunda hâlâ bazı insanlar canlı kalacak belki. Ama onların oraya buraya dağılmış olarak, bölük pörçük birkaç küme halinde sersefil yaşadıkları hayata da doğru dürüst bir hayat diyebilir miyiz? Hayır, bu imkânsız. Dahası, canlılar âleminin epeyce büyük bir bölümünü de beraberimizde ölüme götüreceğiz.5

 

Tüm Sosyolojik, Kültürel, İdeolojik Yapıyı Değiştirecek Hareket

 

Peki bu vahim durumda, tıpkı küresel mali kriz konusunda olduğu gibi, yapılacak birşeyler var gibi görünüyor mu gözümüze? İlk bakışta ümitvar olmak için pek çok sebep yok gibi. Mali kriz milyonlarca insanı işinden gücünden etti, milyonlarca insanın hayatı bir anda târumar oldu ve bu durum şimdi de dünyanın birçok yerinde devam etmekte. Ama orada bir çıkış yolu var. Chomsky’nin de söylediği gibi vergi veren vatandaş gelir, o insanları kurtarır. Birçok ülkede finans sistemi çöktü. O ülkelerin hükümetleri, yani vergi veren vatandaşları da gelip, o finansçıları, bankerleri kurtardı. 6

 

Gezegenin krizine dönersek, orada iş biraz farklı yalnız. Şöyle diyor Chomsky: “Ortada kurtarma paketi hazırlayıp sunacak kimse yok. Bu vak’ada –maliyet dışı mütalaa edilen– dışsallıklar, bizatihi canlı türlerinin kaderi oluyor. Piyasa sisteminin operasyonlarında bu maliyetler gözardı edilecek olursa, kurtarmaya gelecek kimse olmayacak. O zaman da bu öldürücü bir dışsallık demektir. Çevre ve iklim krizi konusunda kayda değer birşey yapıldığına, bir önlem alındığına dair ortada herhangi bir işaret olmaması da, Ernst Mayr’ın aslında haklı olduğunu düşündürüyor insana. Bizimle ya da zekâmızla ilgili bir tuhaflık var gibi sanki: Dar bir çerçeve içinde rasyonel [akla ve mantığa uygun] hareket edebilecek kapasiteye sahip olmamızı sağlıyor bu zekâ, ama meselâ torunlarımızın nasıl bir dünyada yaşayacaklarını umursamak gibi diğer uzun vadeli hedefler açısından irrasyonel [akıl ve mantık dışı] davranmamıza yol açan bir zekâ bu. Bunun nasıl üstesinden gelinir, doğrusu kestirmek hayli güç [...]

 

“MIT Üniversitesi’nden bir grup bilimci geçen yıl, dünyada şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı iklim modelini geliştirdi. Onların vardığı sonuç şu: Eğer fosil yakıt kullanımını hemen derhal durdurmaz isek, bu iş bitmiş oluyor. Devam etmenin sonuçlarıyla asla baş edemeyiz.” 7

 

Öyleyse, umut nerede? Chomsky konuşmasını bitirirken, tüm bu korkunç gelişmelerin karşısında dünyanın dört bir yanında potansiyel karşı ağırlığını koymakta olan çok önemli ve hatırı sayılır kitle hareketlerine işaret ediyor “Sadece çatılarımıza güneş panelleri koymamız çağrısıyla yetinmeyip, bizi büyük bir felakete doğru sürükleyen bütün sosyolojik, kültürel ve ideolojik yapıyı baştan sona söküp atmak zorunda olan bir halk hareketi bu. Kolay iş değil tabii, ama mutlaka girişilmesi, hem de hiç zaman kaybedilmeksizin bir an önce girişilmesi gereken bir iş, yoksa çok geç olacak.” 8 

 

Yaz Sıcağında Sivil İtaatsizlik

 

Hesabını tutan olmuş mudur bilinmez ama geçen Haziran ayı, dünyanın birçok yerinde, Türkiye’de de olduğu gibi, “yazın bir türlü gelmek bilmediği” bir yaz ayı olarak kayıtlara geçecek olabilir. Medya, geleneksel şekilde davranmakta bir an olsun gecikmeden, uyduruk “meteorolojik” verilere dayanarak “Pasifik’in yaramaz kızı” diye magazinselleştirip bayağılaştırdığı okyanus olayı La Niña’ya atıflar yaparak okurlarını küresel ısınma teröründen kurtarıp rahatlatmaya çalışıyordu.  “Normal” yaz günlerine bir şekilde kavuşuruz belki bu sene de. Ama asıl önemli olan, “normal” yaz değil; anormal olanı. Şunu açıkça ilan etmek gerekiyor belki de: Sıkı durun: Bu yaz acayip “sıcak” olacak.

 

Uzun sıcak yaz başladı bile! Daha Haziran bitmemişti ki Yunanistan’da meydanlar barışçı devrimci kalkışmanın ateşiyle alev alevdi, gördük. 1 Temmuz’dan tezi yok, çocuklara binlerce mektup taşıyan özgürlük filosu tekneleri, ölümcül ve illegal İsrail ablukasına, birbiri ardından gelen blokaj, ve şantaj ve sabotajlara (evet, düpedüz sabotaj!) meydan okuyarak Gazze’ye doğru yelken açıyor. İspanya’nın öfkelileri yeni isyan dalgalarını Haziran’ın son haftasına girerken başlattılar ve Barcelona’dan yola çıktılar. Yaz sıcağında 652 kilometre yürüyecekler, 29 şehir, kasaba ve köyde barışçı meclis toplantılarını yapa yapa ilerleyecekler ve başkent Madrid’deki dev gösteriyle tamamlayacaklar bu yürüyüşü. Tarihi takvimlerimizde işaretleyelim: 24 Temmuz. Tamamlanan sadece bu yürüyüş kısmı olacak tabii. Yürüyüşün düzenleyicilerinden ve aynı zamanda Savaşsız Bir Dünya hareketinin de koordinatörü olan Rafael de la Rubia, durumu şu sloganla açıklıyor: “Önce sokaklara çıktık, ardından meydanlara indik, şimdi de yollara vurduk.” Ya sonra? “Sonra,” diyor de la Rubia, “Avrupa’yı alacağız!” 9

 

Uzun sıcak yazın en sıcak çağrı mektubu ise Maude Barlow, Wendell Berry, Tom Goldtooth, Danny Glover, James Hansen, Wes Jackson, Naomi Klein, Bill McKibben, George Poitras, David Suzuki ve Gus Speth ortak imzasını taşıyordu. Aralarında çağın önde gelen yazar, şair, iklimbilimci, ekonomist, akademisyen, oyuncu, radyo yayıncısı, gazeteci ve yerli liderlerinin de bulunduğu bu şahıslar, Kanada’nın katran kumullarından Teksas’ın rafinerilerine çekilerek dünyanın sonunu geri döndürülmez şekilde hızlandıracak 2,400 küsur kilometrelik Keystone XL petrol boru hattını engellemek üzere insanları barışçı sivil itaatsizlik eylemlerine katılmaya ve muhtemelen gözaltına alınmaya çağırıyordu:

        

“Sevgili Dostlar,

Bu, internet çağında alışılmış olandan birazcık daha uzun bir mektup olacak – ciddi bir meseleden bahsediyoruz. Kısa versiyon  şöyle: Sizden istediğimiz zorlu birşey var: Yazın en sıcak, en yapış yapış haftalarında Washington’a gelmenizi, sivil itaatsizlik eylemlerine girişmenizi istiyoruz. Ki, bu sizi muhtemelen gözaltına aldıracak veya tutuklatacak.” 10

 

Bu vicdanlı ve cesur insanlar, sürekli ısınan gezegende bu ısınmanın sonucu olarak dünyanın her bir köşesinde tam bir kaos yaşandığını, demokrasilerimizin ise, sadece kendi kısa vadeli çıkarlarını korumaktan başka birşeyle ilgilenmeyen özel çıkarların kontrolüne giderek daha fazla girdiğini, bu iki eğilimin de bu yaz Washington’da Keystone XL boru hattına izin konusunda çakıştığını belirtiyorlar. “Aynı zamanda kıtadaki en büyük karbon bombasına uzanan bu 2400 kilometrelik fitilin, hepimizin yerlisi olduğumuz gezegenin nihai olarak aşırı ısınmasını tetiklemesini kolaylaştırıp hızlandıracağını” söylüyorlar ve eylemlerini Ağustos ortasından başlatıp, haftalarca sürdüreceklerini bildiriyorlar:  “Ve diyoruz ki: Gezegenimizin önündeki en önemli kararların alınmasını şirketlerin gücüne bırakmaya bir son vermenin zamanı geldi artık. O şirketlerle yarışacak paramız yok bizim, ama kendi bedenlerimiz var ve Ağustos ortasından itibaren çoğumuz bu bedenleri kullanmaya karar verdik. İşçi Bayramı’na kadar her gün Beyaz Ev’in önüne yürüyecek, başkasının arazisine izinsiz girmekten dolayı gözaltına alınmayı riske edeceğiz... Siz de iş toplantılarına katıldığınız kıyafetle gelin – aslına bakarsanız, bu da çok ciddi bir iş zaten ... Bir yerden başlamak zorundadır ya insan, işte biz de buradan başlamayı seçtik...” 11

 

Gazze’den Washington’a, Kutuplardan Ekvator’a, Gündönümünden Ekinoks’a...

 

Takvimlerimize kaydediyoruz hemen: Ağustos ortası. Yazın belki de en sıcak günleri. Sonra, Kuzey Amerika’da işçi bayramı: Eylül’ün ilk Pazartesi günü... Ondan neredeyse 3 hafta sonrası: 24 Eylül Cumartesi. Onu daha önce takvimlerimize çoktan kaydetmiştik zaten: Hareket Halindeki Gezegen eylemi. İklim krizine karşı, çözümleri siyasetçilere ve tüm karar alıcılara dayatmak için dünyanın her yerinde aynı anda eylem günü. “Fosil yakıtlardan uzaklaşma günü”. Çağrısı şöyle: “Nice zamandır siyasi liderler her yerde inkâra kalktılar, uzlaşmalara yattılar, sallayıp durdular, dizüstü çöktüler. Artık bu çağın kapanması şart!... “İster bisikletle gelin, ister patenle, kaykayla ya da tabanvayla. Komşunuzla, eşiniz dostunuzla, can yoldaşınızla, aile efradınızla ya da iş arkadaşlarınızla... Gelin ve devasa bir hareketin parçası olun. İklim krizinin üstüne gitmenin tam vaktidir!”12

Hep birlikte silkinip, bizi büyük bir felakete doğru sürükleyen bütün sosyolojik, kültürel ve ideolojik yapıyı baştan sona söküp atma”ya girişen bir halk hareketinin doğuşuna tanık oluyoruz sanki; size de öyle gelmiyor mu?

Bu arada, dikkatinizden kaçmamış olduğundan eminiz, ama biz yine de söylemeden geçmeyelim: Hareket Halindeki Gezegen eyleminin başlamasından tam bir gün önce dünyada ne olmuş olacak? Tabii ki bildiniz: Ekinoks. Kuzey yarıkürede Sonbahar Ekinoksu, Güney yarıkürede ise İlkbahar Ekinoksu. Gün-tün eşitliği. Yani, gece ile gündüzün yaklaşık olarak eşitlendiği kısacık an. Sevginin paylaşıldığı Zerdüşt şenlikleri, Ortadoğu’da, Çin’de, Kore’de ya da Avrupa’da hasat şenlikleri... Bunlara ilaveten, şimdi de hareket eden gezegene saygı için harekete geçen insanlık. Daha doğrusu, insanlığın küçük bir parçası – tabii şimdilik!

Bu satırların yazıldığı sırada Gazzelilere yardım götürmek üzere yola çıkmak üzere olan Audacity of Hope gemisi yolcularından ünlü yazar ve aktivist Alice Walker, insan olmanın anlamı üzerinde düşünüyor ve bir gelenekten söz ediyordu: “Şu gezegen üzerinde nerede bize ihtiyaç duyan insan varsa oraya gitmemizi gerektiren hoş bir gelenek var. Bu bizim sorumluluğumuz. İnsan olarak bunun için buradayız... Bu yolculuğun tehlikelerini bilmiyor muyuz? Biliyoruz elbette. Ama, iklim değişikliğinin de çok büyük tehlike olduğunu, insanların ona da çok dikkat etmesi gerektiğini de biliyoruz.” 13

Gazzelilere yardım ve dayanışma ile iklim krizini de birbirine şöyle bağlıyordu Walker: “Bu bizim için hem şimdiki zaman, hem de geleceğimiz. Yani, bu meseleler üzerine eğilirsek, bizi şimdiye kadar felç etmiş olan mit’lerden kendimizi kurtarır, gerçek ve doğruların ne olduğunu görmeye başlarız. Ve eğer, şimdi içinde bulunduğumuz durumun gerçekliğini görebilirsek, o zaman insanlık için en önemli mesele, yani yeryüzünü koruma meselesi üzerinde çalışmak için serbest kalmış oluruz.” 14

Aynı geminin yolcularından aktivist Kathy Kelly de, filonun sloganını hatırlatıyor bize: “İnsan Kal”. İster gerçek olsun isterse muhayyel, şiddete  maruz kalmanın, bizi hep      bu gerçekliği unutmaya ittiğini belirtiyor, ama korkunç küresel krizler karşısında       ayakta kalmasının hiçbir garantisi bulunmayan insan türünün, bir şekilde insan kalmanın yolunu bulacağını söylüyor. Çünkü, “insan kalmak, aynı zamanda, doğru olanı yapmaya ilişkin bir hal.” 15

Böylece, göksel cisimlerin hareketi gibi, işbu yazı da bir turunu tamamlayarak başladığı noktada –ya da ona çok yakın bir yerde– bitebilir.  James Carroll gündönümüne ilişkin olarak “yeryüzünün mükemmel dengesinin coşkusunu yaşamak... ve onu sevmek: İşte böyle insan olduk biz ve ancak böyle insan kalabiliriz,” diyordu ya, aynen öyle işte bu, insan kalmak.

Peki bunu becerebilecek miyiz?

En zor yerden sorduk, biliyoruz, ama ne yapalım, doğru cevabı işaretleyemezsek hep birlikte sınıfta kaldığımızın da resmidir ha, ona göre. Bir yanlış, tüm doğruları kesin götürür yani. Görüyorsunuz, eğitim şart.

 

Sevgiler, saygılar, selamlar.

1 Temmuz 2011

http://articles.boston.com/2011-06-20/bostonglobe/29680523_1_summer-solstice-nature-vestiges

2 agy

3 İklim değişikliğinde benzersiz hızlanma; bu değişikliklerin tamamının küresel ısınmanın sonucu olması ve hepsinin de bilim topluluğunda benzersiz biçimde öngörülmesi; deniz seviyelerinde benzersiz yükselme; okyanusların içindeki tüm canlılarla birlikte benzersiz hızda yokoluşa doğru gitmesi; aşırı iklim olaylarında benzeri görülmemiş artış; fırtına-hortum-kasırga sayı ve şiddetinde benzersiz yükselme; her iki kutupta buz kütlelerininin erimesinde benzersiz artış; orman yangınlarındaki benzersiz artış, kuraklığın yaygınlaşmasında ve kurak bölgelerden kaçan insan sayısında benzersiz artış; sellerden etkilenen insan sayısında benzersiz yükseliş, büyük barajların çevre ve iklime benzersiz etkisi, Fukushima’da insanlık tarihinde benzeri görülmemiş sanayi felaketi; karbon piyasasının getirebileceği benzersiz ‘finans balonu’ vb. konularında rapor, haber ve yorumlar için bakınız:

www.washingtonpost.com

http://www.scientificamerican.com

http://www.democracynow.org

http://www.guardian.co.uk

http://motherjones.com

http://content.usatoday.com

http://www.cbsnews.com

http://www.dw-world.de

http://www.huffingtonpost.com

www.guardian.co.uk 

http://www.guardian.co.uk

www.ntvmsnbc.com/id/25227350/

http://www.independent.co.uk

http://www.telegraph.co.uk/

http://www.agu.org/pubs/crossref/2011/2010GL046482.shtml

http://www.dw-world.de/dw/article/0,,15164746,00.html

http://www.tomdispatch.com

http://www.star-telegram.com/2011/06/14/3152612/texas-unprecedented-wildfire-season.html

http://amarillo.com/news/latest-news/2011-06-20/texas-wildfires-burn-3-million-acres

http://english.aljazeera.net

www.zcommunications.org/war-on-the-earth-by-david-barsamian;

www.monbiot.com/2011/06/06/an-answer-to-the-meaning-of-life

4  http://www.zcommunications.org/human-intelligence-and-the-environment-by-noam-chomsky

5agy

6 agy

7 agy

8 agy

9http://www.commondreams.org/headline/2011/06/25-1 

10 http://www.commondreams.org/view/2011/06/23

11 agy

12http://www.moving-planet.org/   

13 http://www.democracynow.org/2011/6/28/it_takes_people_on_the_outside

14 agy

15www.commondreams.org/view/2011/06/27

 

* Fotoğraf: AFP / Getty Images / Aizar Raldes

Bolivya, La Paz, Tiwanaku Tapınağı; 21 Haziran sabahı binlerce kişi ellerini güneşin ilk ışıklarına uzatarak yeni yılı kutluyor.