Hâlâ konuşamamak!

-
Aa
+
a
a
a

11 Eylül 2005Mete Çubukçu

12 Eylül 1980. Biz tam da o gün subay adayı olarak yemin edeceğiz. Her türlü hazırlık, günler süren provalar yapılmış. Üstelik törenden 1,5 ay sonra izine çıkacağız. Ancak, o sabah bir tuhaflık var. Her yer sessiz. Tören alanına gelmesi gereken aileler ortada yok. Urla'daki askeri eğitim kampının sahilinde ne bir balıkçı teknesi ne de sörf yapan tatilciler var: Çünkü darbe olmuş. Yemin edip Harp Okulu'na başlıyoruz. **** Yarı askeri, yarı sivil kıyafetlerimiz üç numara kesilmiş saçlarımızla hazırol vaziyetinde bekliyoruz. "Ününü" çok defa duyduğumuz Mamak Askeri Cezaevi'nin komutanı Albay Raci Tetik, "Bir daha buraya gelirseniz sizi yaşatmam" diyor. Sanki Mamak'takiler yaşıyormuş gibi. Ankara'daki Dil İstihbarat Okulu'nda (12 Mart'ın kontrgerilla merkezi olduğu söylenir) askeri öğrenci olarak gözaltına alınmamızla başlayan, "sivil" olarak Emniyet Siyasi Şube'de devam eden karanlık iki ay Mamak'ta son buluyor. Aslında dışarısının da aynı karanlığı yaşadığını fark ediyoruz bir süre sonra. Çekingeniz; sokaklarda sanki herkes üç numara saçlarımızla bize bakıyor, en azından biz öyle hissediyoruz. Bize vuran sadece 12 Eylül değil, altı yıl süren askeri öğrencilikten sonra sivil hayata bırakılmamız. Askerlikten başka bir şey bilmiyoruz ki. *** Dil İstihbarat Okulu giderek kalabalıklaşıyor. Önceleri tek kişilik odalarda sorgu sıramızı bekliyoruz. Gözbağları gözlerimize her bağlanışında aynı tedirginliği yaşıyoruz. Yalnızlığımız bir süre sonra sona eriyor. Askeri öğrenciler, subaylar bir bir getiriliyor. "İşi bitenler" ise bir arada toplanıyor. Kaç hafta sonra hatırlamıyorum, üst katta buluşuyoruz 15-20 kişi. Artık askeri öğrenci değiliz. İlişiğimiz kesilmiş, her sivil siyasi gibi ikinci durak Ankara Emniyeti olacak. *** Emniyet ise ilk kez böyle bir grupla karşılaşıyor. Hatta siyasi olarak ilk kez karşılaştıkları bir grup. Bize dağıttıkları soru formundaki "Hangi silahları kullandınız?" sorusunun yanıtı bir hayli uzun tutuyor. Her türlü silahı denemişiz doğal olarak: G-3 makineli, MG-ağır makineli tüfeği, tabanca vs. Yanıt, sabah akşam bizi DAL'a indirmekle tehdit eden sarkık bıyıklı polisleri sevindiriyor. İyi bir mal bulduklarını düşünüyorlar. Ama gerçek bu. Askeri eğitimde bu silahları kullanmak durumundayız. Bir süre sonra "işimizin bittiği" söylendiğinde fiziksel ve psikolojik olarak çökmüş durumdayız. Ve günler sonra izimi Emniyet'te bulan babam "özel izinle" benimle görüşüyor. İlk sorusu ise yıllarca "vardı-yoktu" tartışması yaparak birbirimizi kırdığımız konudan oluyor: "Sana işkence yaptılar mı?" Ateş düştüğü yeri yakıyor. *** Herkesin sandık diplerinden asker akrabalarının fotoğraflarını çıkarıp evlerinin en mutena köşelerinde sergilediği, haki rengin moda olduğu, apartmanlara "Evren" isminin konduğu, solcuların "vatan haini" ilan edildiği dönemler. Bizlerse askeri okuldan atılmışız, üstelik o dönemde hırsızlık/uğursuzluktan daha "kötü" bir suçtan: Solcu olmaktan. Kendimizi "vebalı" gibi hissediyoruz. Ama 12 Eylül yıllarında vebalı olmak bile sanki daha makbul. Herkes bizden kaçıyor gibi hissediyoruz, kimseye geçmişimizden söz edemiyoruz. Arkadaşlarımız Ankara caddelerinde yollarını değiştiriyor. Onlar da haklı. Çünkü öyle bir dönem ki selam vereni götürüyorlar. Hani "Cumhuriyet gazetesi" okumak bile "kırmızı dosyalı" olmaya yetiyor. Ailelerimiz üzülüyor, bizlere hissettirmeseler bile, sanki utanıyor gibiler. Herkes 12 Eylül travmasından payına düşeni alıyor. Ama hayat devam ediyor ya da biz öyle sanıyoruz. Üniversite sınavı için başvuruda bulunduğumuzda aldığımız yanıt "Askeri okuldan atılmışsınız bir de sizi sınava sokarak ödüllendirmemizi mi bekliyorsunuz" oluyor. Bizler buradayız ama o yıllarda üniversitelerden sorumlu general şimdi ne yapıyor acaba? *** O dönem Mamak "ziyaretçilerinin" girmeden geçemeyeceği "kafes"te, Ergün, Nejat'la ve aynı kelepçeyi paylaştığımız rahmetli Berat'la birlikteyiz. Bir süre sonra subay olarak başlarına geçmesi muhtemel kişiler tutuklu olarak ellerinde, hatta kafese kapatılmışlar. Demir parmaklıkların arasından dürtüklenerek hazırola geçiriliyoruz. Çünkü "komutan" onlar. 12 Eylül bizim de üzerimizden silindir gibi geçti. Yaşananları unutmadık. Ama bu öyle bir silindir ki tam 25 yıl sonra hâlâ bölük pörçük yazabiliyoruz. METE ÇUBUKÇU: Gazeteci, NTV

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=5051