Haftanın Kitapları: 10.02.2012

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

 

Vasili Grossman

Yaşam ve Yazgı

çev. Ayşe Hacıhasanoğlu

Can Yayınları, 2012,(üç kitap bir arada), 1195 s.

Vasili Grossman’ın Yaşam ve Yazgı isimli eserinin Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı ile birlikte anılması boşuna değil. Savaş ve Barış’ta Napoléon Savaşları döneminde Rusya’daki hayatı anlatan Tolstoy gibi, Vasili Grossman da bir başka savaş zamanında, II. Dünya Savaşı’nın kaderini belirleyen Stalingrad Savunması çerçevesinde şekillenen Yaşam ve Yazgı’da Sovyet toplumunun devrim sonrası ve savaş yıllarına ait panoramik bir görüntüsünü yansıtıyor. Üstelik iki roman yapı olarak da birbirlerine benzer. Bunlar bir yana, Grossman’a dair şöyle bir notu da biliyoruz; Stalingrad’daki sokak çarpışmaları sırasında sadece Savaş ve Barış’ı okuyabildiğini yazmış. Böylelikle, zaten aynı edebiyat çizgisinde yer aldığı Tolstoy’a özellikle atıfta bulunan Vasili Grossman’ın, söz konusu dev eserini kaleme alırken hangi kaynaktan beslendiğini açıkça ifade ettiğini de söyleyebiliriz. Ancak kaynak yalnızca bu değildir elbette, Grossman bizzat olayların içindedir... (Üstelik eserde Çehov etkisinin de olduğu rahatlıkla söylenebilir.)

Grossman savaşa gönüllü olarak katılır fakat kısa bir süre içerisinde Kızıl Ordunun gazetesi olan “Kızıl Yıldız” için görevlendirilir. Savaşın önemli addedilen her aşamasında yer alır. Örneğin, 1943’te Stanlingrad’da Almanların teslim olmasında sonra Ukrayna’ya giren ilk Kızıl Ordu birliklerinin arasında Grossman da vardır. Kolay ilişki kurma yeteneğiyle Sovyet toplumunun her katmanını yakından tanıma olanağı bulduğunun altını, romanının karakterleri açısından özellikle çizmeliyiz. “Diğer muhalif yazarların –Şalamov, Soljenitsin, Nadejda Mandelştam– gücü dışlanmış olmalarından gelir: Grossman’ın gücü, en azından kısmen, Sovyet toplumunun her katmanını yakından biliyor olmasındandır. Yaşam ve Yazgı’da Grossman başka birçok Sovyet yazarının çabaladığı ama başaramadığı bir şeyi başarır: bütün bir çağın portresi.” Bu cümleler, İngiltere’nin önemli Rusça çevirmenlerinden ve bu alanda ödüller de kazanmış olan Robert Chandler’a ait. (Chandler’ın kitabın girişinde Vasili Grossman’ın yaşamı ve yapıtı hakkında ayrıntılı bir yazısı yer alıyor. Romana başlamadan önce okunması gereken, kapsamlı bir giriş yazısı...)

Burada son olarak, kitabın basımıyla ilgili ayrıntıları da aktarabiliriz. Stalin’in ölümünden sonra yaşanan yumuşama döneminde kitabın yayımlanabileceğini düşünür Grossman. Yetkililer yazarı değil ama kitabı mahkûm eder. KGB müsveddelerine, hatta daktilo şeritlerine bile el koyar. Politbürodan Mihail Suslov’un deyişiyle, kitabın yayımlanabilmesi için en az 300 yıl geçmesi gerekiyordur. Grossman, umutsuzluk ve hayal kırıklığı içinde, 1964’te hayatını kaybeder. Ancak Yaşam ve Yazgı’nın yazgısı, yazarından farklı olur. Kitabın iki kopyası daha vardır ve gizlice ülke dışına çıkarılır; 80’lerden sonra Batı’da basıldığında, özellikle Fransa, İngiltere ve ABD’de büyük yankı uyandırarak zamanla bir milyonun üzerinde okura ulaştığı belirtilmektedir.

Konstantin Konstantinoviç Vaginov

Svistonov’un Eserleri ve Günleri

çev. Kayhan Yükseler

Everest Yayınları, 2012, 138 s.

Vaginov’un Türkçedeki ilk kitabı Keçinin Şarkısı, geçtiğimiz sene içerisinde yine Everest Yayınları tarafından yayımlanmıştı. Şiirleri ve bir uzun öyküsünün yanı sıra dört roman kaleme aldığı bilinen Vaginov’la geç bir tanışıklığımız olduğu söylenebilir bu durumda.

Keçinin Şarkısı isimli romanında Vaginov Ekim Devrimi sonrasında, bu yeni ve yabancı dünyaya ayak uydurmaya çalışan, diğer bir deyişle tutunmaya çalışan bir grup aydının dramını anlatıyordu. Svistonov’un Eserleri ve Günleri de, çok kısaca söylemek gerekirse, bir romanın peşindeki bir yazarın –Svistonov’un– hikâyesinde odaklanıyor. Çevresindeki her ismi, her olayı, her ayrıntıyı yalnızca romanı için gerekli ya da gereksiz olarak ikiye ayıran Svistonov’un hikâyesiyle Vaginov’un, aynı zamanda, yine Ekim Devrimi sonrasında –bu sefer– Leningrad’daki aydınların hallerini ele aldığı dikkat çekiyor. “‘İnsanlar... aynı kitaplar gibi,’ diye düşünüyordu Svistonov dinlenirken. ‘Onları okumak güzel. Belki de kitaplardan daha ilgi çekici, daha zengin, insanlarla oynamak, onları çeşitli durumlara sokmak mümkün.’”

Vaginov’un Türkçede Keçinin Şarkısı’nın ardından Svistonov’un Eserleri ve Günleri’nin çıkmasını, en azından şimdilik, diğer iki romanının da –sırasıyla– ilerleyen zamanlarda Everest Yayınları tarafından yayımlanacağının göstergesi olarak okuyabiliriz.

Ian McEwan

Masumiyet ya da Özel İlişki

çev. Roza Hakmen

YKY, 2012, 231 s.

Vaginov’un aksine Ian McEwan, daha yakından tanıdığımız bir yazar. Hemen hemen her romanı –farklı yayınevlerince de olsa– Türkçede yayımlanıyor. Üstelik McEwan’ın kaleminden çıkmış hikâyelerin bir kısmına da film uyarlamaları sayesinde aşinayız. Nitekim, çağdaş İngiliz edebiyatının önemli isimleri arasında adı anılan Ian McEwan, bugünlerde de iki romanıyla kitapçılardaki “yeni çıkanlar” rafında görünür durumda. Bunlardan ilki, Turkuvaz Kitaptan çıkan Solar isimli romanı. Küresel ısınma konusuna “farklı” bir açıdan yaklaşan bu romanın yanında da, burada biraz daha ayrıntılı bahsedeceğimiz, Masumiyet ya da Özel İlişki isimli romanı yer alıyor. 

Masumiyet, II. Dünya Savaşı sonrasında, 1950’lerin ortası, yani tam da Soğuk Savaşın başlangıcında Berlin’de konumlanıyor. Tarihte “Altın Operasyon” olarak bilinen projede yer alan bir karakter, genç bir İngiliz olan Leonard Marnham var romanın merkezinde. Söz konusu proje, İngiliz ve Amerikan gizli servislerinin Sovyet hatlarına sızmak için geliştirdikleri dev bir tünel projesi. Leonard da iletişim hatlarından, teyplerden sorumlu. Bu görev, genç ve “masum” İngilizin aynı zamanda dış dünya attığı ilk adım; hayatının ilk alışveriş listesini yapıyor örneğin, kendini serbest, erkeksi, ciddi hissediyor. Kısa bir süre sonra da Maria Louise Eckdorf ile tanışıyor...

Polisiye kurgusuyla gerçekten heyecan yaratan bir roman olarak nitelendirebileceğimiz Masumiyet, beyazperdeye de uyarlanmıştı. 1993 yapımı olan aynı adlı filmin başrollerinde Anthony Hopkins, Isabella Rossellini ve Maria Campbell Scott yer alıyor.

Cemil Koçak

Geçmiş Ayrıntıda Saklıdır

Timaş Yayınları, 2011, 383 s.

Geçmiş Ayrıntıda Gizlidir kitabında Cemil Koçak, yakın tarihin kaynaklarını ele alan yazılarını bir araya getirmiş; çoğu daha önce –zaten ilk sayısından itibaren yakın tarihe ilişkin yazılara yer veren– Tarih ve Toplum, sonrasında da Toplumsal Tarih dergilerinde yayımlanmış yazılarını... Koçak’ın Tarih ve Toplum’un “kitabiyat” bölümüne katkılarını hatırlayanlar, Geçmiş Ayrıntıda Saklıdır kitabının içeriğini de tahmin edebilirler. Çoğu o zamanlar artık neredeyse tamamen unutulmuş, literatürde pek rastlanmayan “eskimiş” hatıratları, günlükleri ve kitapları yeniden hatırlatan, içerikleri hakkında bilgiler veren yazıları yayımlanıyordu.

Kitabın girişinde şu noktaya dikkat çekmiş Koçak: “Yakın tarihimizle ilgili daha çok sayıda kaynağa ihtiyacımız var. Hatta daha açık bir tabirle bu kaynaklara muhtacız. Bir kısmı kütüphanelerin ıssız köşelerinde bizi bekliyorlar. Bazıları, dolap diplerinde, çekmecelerin arkalarında, tavan aralarında ulaşılmayı bekliyorlar. (...) Eskimiş, solmuş, unutulmuş, köşede kalmış, zamanında dahi gözden kaçmış, bugün ise hatırlanması bile mümkün olmayan, dahası yayınlandığı sırada önemli bulunmuşsa da artık terk edilmiş, bazıları tanınmamış, bazıları zor hatırlanabilir kitaplar, günlükler, gazete tefrikası olup orada kalmış, dergi koleksiyonlarında saklanmış anılar, kısaca kaybolmuş seslerin yeniden duyulabilmesi, tarihçinin ve araştırmacının himmetine kalmıştır.” İşte Geçmiş Ayrıntıda Saklıdır kitabını da böylesi bir gayretin sonucu olarak görebiliriz. (Bir not olarak; Koçak’ın Türkiye'de İki Partili Siyasi Sistemin Kuruluş Yılları üst başlıklı çalışmasının ikinci cildinin de yakın bir zaman önce İletişim Yayınları tarafından yayımlandığını hatırlatalım.)

Mehmet Korkut Öztekin

Manga:

Bir Kültürel Direniş Aracı

İletişim Yayınları, 2011, 270 s.

Manga, aslında akademik bir çalışmadan yola çıkılarak hazırlanmış... Dolayısıyla o bilindik akademik ciddiyeti barındıran, ama asla asık yüzlü diyemeyeceğimiz bir inceleme kitabı. Mehmet Korkut Öztekin, “Çizgi Romanın Grafik Tasarıma Etkileri” başlıklı yüksek lisans tezini hazırladığı sırada girmiş çizgi roman dünyasına ve sonuçta da işte elimizdeki bu çalışma ortaya çıkmış. Manganın tarihine Japon resim sanatının kökenlerine inerek başlayan yazar, takıntı, tepki ve beğenilerine de odaklanarak, global başarısının nedenlerini irdeliyor. Japon tarihine inmesi bir yana, kimi zaman siber punk edebiyata ve diğer fantastik türlere de değinen Mehmet Korkut Öztekin’in çalışmasını burada tanıtmakta biraz geciktik belki ama kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken –üstelik telif– bir araştırma inceleme kitabı.

Bir ara, özellikle birçok yayınevinin dünya klasiklerinin çizgi roman uyarlamalarını yayımladığı dönemde, çizgi romana ve elbette Japon çizgi romanı olan mangaya da ilgi artmış gibi görünüyordu. Gerçi söz konusu uyarlamaların çizgi romana olan ilgide iyi mi yoksa kötü mü etki gösterdiği konusunda bir anlaşmazlık vardı. Ama işe iyi yönünden bakacak olursak, son zamanlarda belki de hiç olmadığı kadar bir eğilim görülmüştü çizgi roman ürünlerine, her ne kadar aynı yoğunluğun olduğunu şu sıralar iddia edemesek de… Belki de devamlılığın sağlanması açısından Mehmet Korkut Öztekin’inkine benzer çalışmalara da ihtiyaç vardır.

Önder Kosbatar

Taşlar Kimin İçin Yuvarlanıyor?

Altıkırkbeş Yayın, 2012, 448 s.

Önder Kosbatar’ın kitabı da Mehmet Korkut Öztekin’in Manga kitabı gibi akademik bir altyapıya sahip. Önder Kosbatar, üniversite son sınıf öğrencisiyken “Türkiye’de Tüketim Kültürü” adlı seminer dersinin bitirme çalışması olarak, “Türkiye’deki Marjinal Gençlik Gruplarının Giyim Kuşam Özellikleri ve Sosyokültürel Altyapısı” başlıklı bir çalışma hazırlamış. 1970’ten 2000’e uzanan süreçteki durumu ortaya koyan işte bu çalışma da sonrasında elimizdeki kitaba dönüşmüş durumda. Siyah müziğin kökenlerinden Beat Kuşağına, 68’in hipilerinden Londra punklarına ve günümüz müzik kültürlerine uzanan kapsamlı bir çalışma olan Taşlar Kimin İçin Yuvarlanıyor? için de aynı şeyi dile getirebiliriz; akademik ciddiyeti barındıran, ama asla asık yüzlü diyemeyeceğimiz bir inceleme kitabı.

Bu tip kitaplarda hep kapsamla ilgili, daha doğrusu nelerin ele alınıp nelerin ele alınmadığı, bazı bölümlere neden daha geniş yer ayrıldığı noktasında bir tartışma ortaya çıkar çoğunlukla. Bunların önüne geçmek için olsa gerek, Önder Kosbatar kitabının girişinde kapsamla ilgili şöyle bir açıklama yapmış: “Bu çalışmada rock and roll’un tarihsel ve sosyolojik bir fenomen olduğu iddiası ortaya konulmuştur. Dolayısıyla üçüncü bölümden itibaren adı geçen kimi isimler, albümler ve tahlil edilen şarkı sözleri sadece üzerinde durulan dönemlerin içerisinde bulunduğu atmosferin daha kestirmeden anlaşılabilmesi açısından söz konusu süreçleri doğrudan yansıtan seçilmiş örneklemlerdir. Aynı şekilde ilgili bölümlerde kökleri heavy metal’e ya da punk’a dayanan, günümüzde var olan kimi müzikal tarzlar üzerinde durulmamıştır. Böyle bir yaklaşımın özellikle belirlenmesi bu tarzların yok sayıldığı anlamına gelmemekle birlikte kimi türlerin hâlihazırda ‘şimdi’nin müziği ve henüz bir tarihsellikten yoksun olmasından kaynaklanmaktadır.”

Arthur Schopenhauer

Eristik Diyalektik:

Haklı Çıkma Sanatı

çev. Ülkü Hıncal

Sel Yayıncılık, 2012, 87 s.

Açıkçası ilk başta, belki ismi nedeniyle, anlaşılması kolay olmayan bir felsefe kitabı gibi görünebilir. Ama tam tersine, günlük yaşantıda sıklıkla karşılaşılabilecek “tartışmalar”da yol gösterecek bir kitap olarak nitelendirebiliriz Schopenhauer’in Eristik Diyalektik kitabını. Çünkü eminim herkesin yakın çevresinde tartışmaya hevesli bir tanıdığı vardır ya da belki de biz aslında öyle tanınıyoruzdur. İşte sırf tartışma olsun diye ortadaki konuya muhalefet eden bu kişilerle, elbette fikri anlamda mücadele etmek ya da eğer biz öyle biriysek, tartışmalarımızı belli yöntemler üzerinden sürdürmek için yararlı bir kitap, çünkü Eristik Diyalekti ‘te “haklı çıkma sanatı”nın hileleri anlatılıyor.

Kitaptaki ilk hileyi aktaralım; “Genişletme” adı altında sunulan bu hileyi şöyle tanımlıyor Schopenhauer: “Muhalifin iddiasını doğal sınırları ötesine çekmek, bunları mümkün olduğunca geniş anlamda ele almak ve abartmak; diğer yandan kendi önermemizin anlamını mümkün olduğunca sınırlı tutmak, onu mümkün olduğunca dar sınırlar içine çekmek: Çünkü bir iddia ne kadar genel olursa, saldırılara o kadar açık olur. Hileye karşı çare, puncti’nin [noktalar, burada: anafikir] ya da status controversiae’nin [tartışma konusu] kesin ve doğru olarak ortaya konmasıdır.” Ya da diğer bir hile olarak da “kızdırmayı” öne sürmüş Schopenhauer: “Öfkeli kişi doğru yargıda bulunamaz ve avantajını fark edip kullanamaz. Onu açıkça haksızlıklar yaparak, rahatsız ederek ve haddini bilmez bir tavırla kızdırabiliriz.” Diğer hilelerden bazılarının da adını sıralamakla yetinelim: “bir anda çok soru sorma”, “karşı örnek uydurma”, “tribünlere oynama”, “anlamazdan gelme” ve “laf kalabalığı yapma” gibi…