Felsefe Light - XXXXI

-
Aa
+
a
a
a

Ucundan kıyısından Schopenhauer.

 

Az dokunacağım bu adama. Fichte, Schelling ve Hegel üçlüsünü ilginç tanımlıyor bu adam;

 

Felsefenin çenesi düşükleri....

 

Haksız da sayılmaz vallahi de keşke her çenesi düşük bunlar gibi olsa.

 

Schopenhauer'i kısaca tek ama uzun cümlede anlatmak mümkün. Ancak anlamak mümkün mü, orasına karışmam. Alın size Schopenhauer'i anlatan cümle;

 

Schopenhauer, Kant'ın Duru Aklın Eleştirisi'nde yer alan, düşünceyi deneyim dünyasının insan idrakının doğası tarafından şartlandırılmış bir fenomenler dünyası olduğu iddiasını, kabul eder. Evet, idrakın algılama biçimleri (uzay ve zaman) ve bilme kategorileri vardır. Kant bu fenomenleri, bildiğimiz anlamda dünyanın akıldan farklı olarak ne olduğunu ise bilemediğimizi ve hiçbir zaman da bilemeyeceğimizi bildiriyordu. O, yani dünya, büyük bir bilinemeyendir, noumenon'dur ki algılanabilen dünya onun fenomenidir ancak. Varolduğundan başka birşey bilemeyiz. İdrakın biçimleri, yani uzay, zaman, nedensellik ve de geri kalanlar ona uygulanamazlar. İşte bu noktada Schopenhauer koca usta Kant'tan ayrılır.

 

''Eğer ben yalnızca anlayabilen bir varlık olsaydım, dışa dönük bir özne olsaydım, uzay ve zamanda ve nedensel ilişki içinde düzenlenmiş fenomenlerden başka bir şey anlayamacak olduğum doğrudur. Ancak, kendi iç bilincimde doğru, temel ve reel kendim ile öylesine yüzyüze gelirim ki, tüm kendine özgü şeylerin de farkına varırım. İşte bu kendine özgü -aslında buna kendinde şey diyor felsefeciler- şeyler uzayda, zamanda ve nedensellik ilişkisi içinde tanımlanamayacak şeylerdir ancak, bunları dürtü, içgüdü, çaba, istek ve özlem olarak anlatabiliriz. Kendim de dünyadan ayrı bir şey değilim. Kendimi de iki yolda bilirim; istenç olarak ve vücut olarak. İstenç yani irade benim maddesel olarak algılanan vücudumdan çok daha fazla beni ifade eder. Yani aslında ben irademim ve vücudum da irademin dili yani anlatımı.

 

''İstenç benim olgusal kendimdir, beden istencin anlatımıdır.''Kitaplar bu tümceyi, bu düşünce metafiziğin tüm sorusunun çözümüne anahtardır, diye niteliyor. Schopenhauer'e göre dünya istenç ve tasarımdır; anlama göre tasarım ama olgusallıkta istenç.İçime baktığımda irade ile yüzyüze gelirim; dışıma baktığımda ise bu irademi beden olarak algılarım. İradem kendimi beden olarak nesnelleştirir, canlı ve organik hale gelirim.Basit bir örnek mi istiyorsunuz. Alın size örnek:

Mastürbasyon.

 Arthur Schopenhauer (1788-1860)

İradi isteği atın dışarı ve sadece bedensel kalın, bakalım ne olacak? İradeniz sizi bundan daha muhteşem bedenselleştirebilir mi?Sadece kendinize ait bir kombinasyon da sanmayın bunu. Ağaç göğü hedefler. Becerebilse sonunda yanıp kavrulacağı güneşe kavuşmaya çalışmaktadır. İsteği budur ve bedenini isteğine ulaşabilmek için uzatır da uzatır. Ya taş? Formuna uyabileceği yere kadar fırsatını buldukça yuvarlanacak ve sonra kendini dış etkenlere açarak en ufak formuna erişebilmek için aşınmayacak mıdır? Tırnağımızın uzaması içimizdeki parçalama isteğinin bedenselleşmesi değildir de nedir?

Burada mekanizmayı ayarlayan insanda ve yüksek hayvanlarda bilinç haline dönüşen dürtülerdir. İşte o bilinç bize tırnaklarımızı kestirirken kaplana tırnaklarını ağaçta biletir. Oyun işte bu dürtüler ile bilinç arasında oynanmaktadır. Çocukken bilinç dürtüye yenik düşer, sonra büyür ve dürtülerinizi kontrol edersiniz; bitkide bilinç hiç yoktur sadece dürtü vardır ve sonunda taş bile dürtüsünü mineral hale gelince yitirir.Oyun hep sonunda kaybetmeye yöneliktir. Bu nedenle kaybedeceğini dürtüsel ve/veya bilinçsel olarak bilen her canlı ya da cansız yerini bırakacağı, devamında kendini bulabileceği bir şeyler bırakmak ister arkasında. Yani istencini bu sefer kendinde değilse bile bir başkasında bedenselleştirmek peşine düşer. Derdi gücü varolmak olan bir kör istençten bahsetmekteyiz. Üstelik de son derece tutucu bir istençtir bu. Örneğin türler değişmez. Türün üyesi bireyler değişir sadece. Bireyler gelir gider ama istenç ölümsüzdür. Bu anlamda incelediğiniz zaman, örneğin intihar istencin partiküler bir anlatımının yokolması demektir, istencin kendisinin değil.İşte bu varolma istenci aynı zamanda dünyadaki tüm savaşların, kötülüğün ve üzüntünün de nedenidir. Çünkü bencildir. Yaşam doyurulmadıkça yaşayana, doyuruldukça ise yaşayanın dışındaki diğer yaşayanlara acı veren ve böyle ad nauseam - sürgit süren kör istekten oluşur.Peki ne yaparız bununla savaşmak için? Tıpkı sabun köpüklerine yaptığımız gibi yaparız. Sonunda patlayacaklarını bilmemize rağmen ne kadar büyüğünü ne kadar uzun ömürlüsünü yaparsak o kadar büyük bir sevinç kaplar içimizi.Burada bir dakika durup şu yüce Anaksimandros'u ve inanılmaz tümcesini bir hatırlayalım:Doğunca yaşamak istiyorlar ve ölüm kaderleri olmasını ve arkada çocuklar bırakıyorlar ölüm kaderleri olmak üzere.Yani kısacası;İnsan sefil bir hayvandır.Schopenhauer insanı bundan kurtarmanın tek yolunun duygulara dönmesinde olduğunu savunuyor bana kalırsa. Duygudaşlık ya da acıma ahlakın temelidir, diyor. Bir eylemin iyi olabilmesi için duyguların süzgecinden süzülmüş olması şarttır, diyor. Daha da ileri gidiyor:Eğer beni güdüleyen kendi refahım ile ilintili ise eylemimin hiçbir ahlaki değeri yoktur. Eğer bu güdü başkalarının zararına ise eylem kötüdür. Burada insanın pişmanlık olgusu gösterebilmesi istencin özgür olduğunu gösterir; bu durumda istencim eninde sonunda karakterimden de sorumlu olmalıdır.Eh bu durumda ne yapacaksınız? Elbet istenci yani iradi arzunuzu olumsuzlayacak ya da en azından bastıracaksınız. İyi de, bu sefer de başkalarına zarar vermeyeyim derken kendinize zarar vermiş olmuyor musunuz? Hem böyle davranış içerisine girmek bir nevi Hıristiyan çileciler ya da Budist rahipler gibi kendinizi herşeyden soyutlamanıza neden olmaz mı? İstenci öldürmek gelişmeyi de öldürmek ve daha azına, daha kötüsüne ya da daha ilkeline razı olmak zorunda bırakmaz mı sizi?Her insan bir aziz olursa dünya daha mı güzel olur?Ben kuşku ile bakıyorum.

Haftaya: John Stuart Mill