Ekonomi Notları: Özel sektör riski üstlenecek mi?

-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 70

 

Ömer Madra: İktisat politikaları arayışlarında neredeyiz ve neredeye doğru gitmekteyiz? Bu iki soruya küçük bir cevap arayışı yapalım diyorduk bugün. Bugünkü gazetelerde de yer alan haberle, bazı pürüzler çıkıp IMF heyetinin ayrılmasından sonra IMF stand-by anlaşmalarındaki konumunu da bunun içine yerleştirebiliriz belki.

 

Hasan Ersel: Tabii. Zaten IMF ile olan temasları da bu çerçeve içinde düşünmek gerekir. 2001’de bir kriz yaşadık, bu krizden çıkmak ve ekonomiyi yeni bir büyüme yolunda ilerleyebilir duruma getirmek için bir program uygulamaya başladık. Bu programın mantığı neydi? Şu anda neredeyiz ve dolayısıyla önümüzdeki yıla baktığımızda dün söylenenler ne anlama geliyor?

 

2001’deki kriz iki sonuç doğurdu: Bunlardan ilki ivedilikle krize karşı önlem alınması gereği idi. İkinci boyut ise bu krizin ve daha öncekilerin Türkiye’nin girdiği gelişme yolunun çıkar yol olmadığını göstermesi. Bu yolda ısrarlı olursak başımız derde girecek. Türkiye ekonomisinin işleyişini değiştirmek gerekiyor. 2001’de yapılan programa baktığımız zaman, program sadece bir krizden çıkış programı değildir. Yani ‘şunu, şunu yaparsak dengeler yerine oturur’ demekten ibaret bir program değildir. Bunun ötesinde pek çok yasa değişikliklerini öngören bir programdır. O yasa değişikliklerinin krizle ilgisi yoktu: Örneğin bağımsız kurullar kuruldu (enerji vs.), BDDK oluşturuldu. Bu yapılanların bütünü bir yapısal değişikliği gündeme getiriyor. Peki yapı değişikliği dediğimiz şeyin özünde ne yatıyor? Bu öz birkaç cümleye indirgenebilir mi? Bence özü şu: Türkiye’de kamu kesimi hep özel kesime destek vermiştir, koruma sağlamıştır. Bu yolla Türkiye epeyce de ilerleme sağlamıştır. Ama bu yaklaşımı uygulamada sıkıntılar başladı ve varılan noktada dendi ki “hayır, kamu kesiminin işleyiş biçimini değiştireceğiz, artık –özetliyorum- sübvansiyon vererek özel sektöre destek olmayacak, özel sektörün içinde çalışacağı piyasa ortamını oluşturacak, sağlıklı çalışmasına yol açacak önlemleri alacak, ekonomik alanda sadece bunları sağlamaktan sorumlu bir devlet olacak.”

 

Dolayısıyla alınan önlemler kamu kesiminin çalışma biçimine ilişkin görünseler bile, sonuçta özel sektörün davranışının değişmesi içindi. Bu çok önemli bir nokta. Çünkü dikkat ederseniz programın başarısı kamu sektöründe aldığınız önlemlerle ölçülmüyor... Özel kesimin davranışlarını değiştirmesi sonucunda ortaya çıkan durum ile ölçülüyor. Diyelim ki kamu sektöründe önlemler aldınız, her şeyi doğru dürüst yaptınız. Ama özel kesim tepki gösteremedi, o zaman program başarısızlığa uğramış oluyor.

 

Şimdiki durumu şöyle düşünebiliriz: Temel yasal önlemler alındı sıra özel kesimin tepki vermesine geldik. Özel kesim bunlara beklendiği yönde, beklenen güçte tepki gösterecek mi, göstermeyecek mi? Bu tartışmayı bundan evvelki tarihlerde açmanın pek de anlamı yoktu. Sonuçta düğmeye basıldığında tepki veren otomatik bir makineden söz etmiyoruz. Bu zaman alan bir olay. Kanımca 2004 bu tepkinin alınmasının önem kazanacağı yıldır. 2003 yılında buna ilişkin bazı kısmi gözlemler yapabilir hale geldik ama 2004 yılı özel kesimin bu yeni yapıda yürüyüp yürüyemeyeceği ya da ne derece yürüyeceğini göreceğimiz yıldır.

 

Niye bunu söylüyorum? Çünkü bütün bu tartışmalarda görüyoruz ki kamu kesimi artık istese de eski düzene dönebilecek durumda değil. Yaygın destek verebilecek mali gücü yok ve olmayacak da (Tabii ki kısmi destek verebilir. Gelişmemiş iller için düşünülen gibi). Kamu dengesinin gözetilmesi gerekiyor. Onun için de şu anda da, önümüzdeki dönemde de kamu dengesi fevkalade önemli. Bu da kendiliğinden olmaz. Sürekli gayret gerekli. Bu nedenle, basında bir süre önce yazıldığı gibi her şey halloldu, dengeler yerine oturdu diye bir şey yok. Zaten dün yapılan konuşmaları televizyondan izleyenler de görmüştür ki, hem sayın Bakan hem de IMF heyeti başkanı gayet dikkatle konuştular. Olumlu yönde konuştular fakat çok ihtiyatlı olunması gereken bir ortamda olduğumuzu da vurguladılar.

 

Türkiye'nin yarınki şartlarına yeterli mi?

 

ÖM: Yani artık -klasik tabirle- gözler özel sektöre çevrilmiş durumda deniyor ama tabii kamu sektörünün sağlıklı ortamı ne ölçüde sağlayıp sağlayamadığı meselesi üzerinde de durmak gerekir.

 

HE: Evet. İki sorum var: Bir tanesi kamu kesiminde yapılan reformlar istenilen noktaya geldi mi? Mesela, kamu bankaları özelleşti mi? (Bu reform olarak söylenmişti ya.) Hayır, özelleşmedi. Özelleşecek mi? Belki. Diğer konuları da sorabiliriz, Enerji Kurulu ya da Rekabet Kurulu istendiği gibi çalışıyor mu? Tabii, ileriye doğru baktığımızda çıtayı da yükseltmek gerekecek. Rekabet Kurulu bugünkü şartlarda çok iyi çalışıyor olabilir ama Türkiye’nin yarınki şartlarında daha fazla gayret göstermesi gerekebilir.

 

İkinci sorun da şu: Hadi beni su içmeye götürdünüz diyelim, acaba ben su içecek miyim? Yani özel kesim gerekli dönüştürmeyi yapabilir mi? Bu soruya “niye yapmasın?” diye yanıt verebilirsiniz. Ama şunu düşünelim: Özel kesimin eskisine oranla daha çok risk üstlendiği bir dünyaya doğru yöneliyoruz. Yani özel kesimin algıladığı risk yükseliyor. Daha önce kamu kesimi özel kesimin üzerindeki riskin bir kısmını emiyordu; şimdi diyor ki “Ememeyeceğim, sen bundan sorumlu ol. Ama senin bu riskler karşısında daha cevval davranmana olanak sağlayacak bir ortam kuracağım.” Şimdi bu durumda çok korkan bir kişi, "Hay Allah, ben bu kadar riskli bir ortamda iş yapmam” diyebilir. Bütün özel kesim böyle düşünürse Türkiye için kötü olur. Yani özel kesim yeni büyüme yolunun gerektirdiği davranışı gösteremeyebilir.

 

Buna karşılık “Peki, ben kendimi yeni koşullara uyarlayayım” derse, bu uyarlama süreci biraz zaman alır ama bundan olumlu sonuçlar çıkar. Ancak bu sadece zaman alan bir süreç değil aynı zamanda kaynak da gerektiriyor. Veriminizi arttıracak kararlar alıyorsunuz, belki makinelerinizi yeniliyorsunuz, belki çalışma düzeninizi yeniliyorsunuz, belki şirket organizasyonunu tümünden değiştiriyorsunuz...Ya da bunların hepsini birden yapıyorsunuz... Bu da hem zaman hem kaynak gerektiren bir durum. Özel sektör hemen tepki gösteremez deyişimin sebebi de bu...Biraz beklemek gerekli.

 

ÖM: Peki bu hangi noktada olduğumuzun daha net bir tablosu, bir –tabir caizse-- röntgenini çekmenin nasıl mümkün olabileceğini düşünüyoruz?

 

HE: Ben “bazı kaba göstergelere bakarak sonuçlar çıkarabiliriz” dedim ya, buna bir örnek vereyim: İhracat artıyor, oysa TL reel olarak değerleniyor. Ben endüstrilere şöyle bir bakıyorum, eldeki istatistiklere bakıyorum, Türkiye’de birim ürün başına işgücü maliyeti düşüyor. Bunun iki nedeni var; birincisi reel ücretler düşüyor (yılın ilk yarısından söz ediyorum). Fakat bunun için düzeltme yaptığınızda da işgücünün verimliliğinin arttığını görüyorsunuz.  Demek ki verilen sinyal özel kesim tarafından hiç olmazsa kısmen algılanmış... O yüzden ihracat TL’nin reel olarak değerlenmesine rağmen devam edebiliyor. Özel sektör bazı yeni bağıtlar yapabiliyor, bu tür sorunları nasıl çözeceğini daha çok düşünmeye başlıyor.

 

Bunlar işin olumlu yönü... Ama öbür taraftan da baktığınızda hâlâ ilk aşamada sorunlar olduğunu görüyoruz. Örneğin kamu kesiminin yeniden yapılanması, saydamlık gibi pek çok yasal düzenlemelerin pratiğe uygulanması gibi işler henüz tam bitmedi. Bir de tabii herkes uyum sağlayamıyor. Gazeteleri açtığımızda görüyoruz; filan kesim şundan şikayet ediyor, devletten yardım istiyor; falan kesim diyor ki “aman bu kur çok kötü gidiyor, bir çare bulun.” Demek ki kendini bu koşullara uyarlamakta zorluk çekenler var ve onların etkisi de daha devam ediyor. Ama gelecek sene o açıdan bir değerlendirme yapmamız lazım gerçekten: Yani ne olduk, ne yaptık bu program içinde? 2001’de başladık, 2004’e geldik neredeyiz, ne oluyor?

 

ÖM: Bunu belki daha etraflı bir analize tabi tutmak gerekecek. 

HE: Tabii, çok boyutlu yapmak lazım.

(16 Ekim 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)