Ekonomi Notları: 25.05.2006

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Son derece karışık bir dalgalı bir gündem var ama herhalde piyasaların yoklaması ve aslında borsada ciddi bir şok geçirilmesi üzerinde konuşmamızda yarar var herhalde?

 

Hasan Ersel: Biraz değişik bir açıdan olup bitenlere bakmak istiyorum. Bir kere piyasalar büyük ölçüde el yordamıyla çalışırlar. “Piyasa bilir” deniyor ya, öyle değildir. Büyük düşünürlere referans vererek kendime destek vereyim; hatırlarsanız Marx bir piyasa anarşisinden söz eder ama bunu felaket diye anlatmaz; “bu böyledir, böyle çalışır” der.  Yani piyasada rekabet vardır, o rekabet bir itiş kakışı doğurur, o bir dinamizm getirir ama bu arada bazı şartlar bir araya geldiği zaman krize yol açar diye bundan 150 yıl önce söylemiş. Neoklasik ve Keynes’çi iktisatta da bu vardır ve çok uğraşılan bir konudur. Binlerce, hatta milyonlarca mal var, sarı elma, kırmızı elma, hepsi farklı. Ayrıca otomobil var, sigorta poliçesi var, üniversiteye hazırlama kursu var, bunların hepsinin piyasası var. Peki bu piyasalarda fiyat nasıl oluşuyor? Arz ve talep nasıl bir araya geliyor, bunlar oynayınca fiyatlar yerini nasıl buluyor? Fiyatı kim oynatıyor? Kolay bir şey değil, yani arz-talep belli iken fiyat orada olur demek kolay. “Bir değişiklik olduğu zaman fiyat yönünü nasıl buluyor?” sorusunun cevabı o kadar kolay değil. O nedenle söyledim piyasalar el yordamıyla yolu bulurlar diye. El yordamıyla yolunu arayan birisi ne yapar? Etrafı yoklar, hangi ortamdayım diye anlamaya çalışır. İşte geçen haftaki gibi olaylar, piyasanın etrafı yoklamasıdır. Piyasalar, kur ve faizin yapıştıkları yerlerin kalıcı olup olmadığını anlamaya çalışırlar. Yani bunlar bir yerlerde duruyorlar da o yerler kalıcı mı? Bunu bulmanın bir reçetesi yok ki. “Şu şartlar varsa bu tamam bir dengedir” diyesin. İktisat kuramcıları tabii ki “şöyle bir durum olursa dengelidir” diye düşünürler, ama günlük yaşamda baktığınızda böyle kolayca bulabileceğiniz bir şey yok, onun için piyasalardaki oyuncularda, bazen, kuşkular birikiyor, “acaba yanlış bir yere mi gidiyorum?” diye. İşte geçen hafta bu oldu.

 

Bence bulunulan noktanın kalıcı olmadığı izlenimi belirdi, yani o zamanki, bir kaç hafta önceki faiz, kur, belki borsanın düzeyi kalıcı değilmiş. Buna yol açan neler var? Bir tanesi bence piyasa oyuncularının kuşkusunu arttıran iç ve dış faktörler var gayet tabii. İçeride bir senedir bir aksama vardı, bu biriktiriliyor insanların kafasında. Dışarıda olayları tetikleyen önemli gelişmeler oldu, küçük şeyler değil. Dikkatinizi çekerim, dış dünyada olanlar böyle pat diye, atom bombası atılmış gibi bir olay değil. Hep söyleniyordu, “Amerika faizleri arttıracak, bu dünyadaki mali kaynakların yönünü değiştirecek” diye. Japonya’nın faizleri arttırmaya başlaması, likiditeyi piyasadan emmesi vs. bunlar aylardır yazılıp çizilen şeyler.

 

Şunu gördük demek ki, bir kere Türkiye’deki istikrar programı uygulaması önemli adımlar atılmış olmasına rağmen hedefe ulaşmış değil. Eğer biz bir yere oturmuş olsaydık, böyle bir şokla bu kadar çok sarsılmazdık. Hiç sarsılmamak mümkün değil, tabii ki sarsılırsınız fakat biz çok sarsıldık. Kur çok oynadı, faizler yükseldi, devam da edecek gibi görünüyor. Bunların borsaya yansıması da var tabii. Şunu görüyoruz, Türkiye’nin istikrara giden yolu dar bir yol, böyle iktisat politikası yapımcısına fazla manevra alanı bırakmıyor. Yani bazı kurallara uyacaksın ve sadece onlara uyacaksın. Oynamaya kalkınca etraftakiler şaşırmaya başlıyor ve “yoldan saptık” hissi hemen geliveriyor. Hükümet son bir yılda ya bunların farkında değil ya bu koşullara uymakta zorlanıyor. Çünkü “farkında değil” demek de haksızlık olabilir, “ben akıllıyım da o değil” demiş oluyorsunuz, o da çok doğru bir şey olmayabilir, ama yine de uyamıyor gibi bir his var, uysaydı bu bir dizi hatayı yapmazdı diye düşünüyorum. Benim görebildiğim kadarıyla, Pazartesi günü önemli bir olay oldu; IMF derli toplu bir şekilde, bunları neredeyse bir ültimatom gibi söyledi ve gitti. Bir gün de geri gelecek, ne gün geleceğini bilmiyorum, ama gelecek. Benim tahminim, piyasaların sınaması da bir daha olacak.

ÖM: IMF’nin verdiği mesaj neydi?

 

HE: Ben şöyle yorumladım, “işler istendiği gibi gitmiyor, bu uygulamada bir tıkanma var.” şeklinde bir mesaj verdi. Ciddi bir şekilde yeni tedbirler alınması lazım. “Bir süredir bu girilen çizgiyi devam ettirme yolunda başarılı olmadı Türkiye, yeni tedbirlere ihtiyaç var.” dedi ve gitti IMF. Bu önemli bir saptama, çünkü piyasaları etkiliyor. Yani, Türkiye’de hükümet daha önce olaylara bakıp “biz şöyle, şöyle tedbirler alıyoruz” diye ilan etmiş olsaydı, arkadan da IMF gelip bu lafı söyleseydi, piyasalarda çok fazla bir etki yaratmazdı. “Evet, hükümet de hedefini saptamış, ne yapacağı da belli” denirdi. Şimdi, IMF gelinceye kadar bir şey söylenmemiş olduğu için, IMF’den gelen açıklama, ‘bu işi beceremediniz” anlamında oldu. Her ne kadar “öyle değil” dense de öyle algılanıyor. İkincisi de, hükümetin bundan sonra alacağı kararlar, IMF’nin bu açıklamasından sonra alınmış olacak. İnsanın kafasında şöyle bir soru doğabilir, “acaba IMF söylemeseydi almayacaklar mıydı? Her defasında böyle mi gidecek? İleride demek bir olay çıktığı zaman demek ki IMF tekrar karışmazsa Türkiye’de doğru bir karar alınmayacak mı?” Bu şekilde bir kuşkunun doğması, gerçek bu olmasa bile, iktisat politikasına olan güveni azaltır. Benim kaygım burada.

İki tane sorun var; bir tanesi, hükümet iktisat politikasına ilişkin köklü değişiklikler yapabilecek mi? Köklü değişiklikler derken, her şeyi sil baştan değiştirme anlamında söylemiyorum, mesela ekonominin rahat rahat büyümesi ve bunun doğurabileceği dengesizliklere bir miktar göz yuman bir politikadan “kontrollü büyümeye geçeceğiz” demek mümkün olacak mı? İstihdam başta olmak üzere bir çok baskının olduğu bir ortamda bu mümkün mü? Hata yaptığını kabul edecek mi hükümet? Bu bence ciddi bir soru. Bence etse iyi olur, zarar da etmez gibi geliyor ama bu tabii bana öyle geliyor, siyaset yaşamında olmak farklı bir şey.

ÖM: Hükümetin politikalarını saptarken bir hata yaptığı ortada.

 

HE: Ben o kanıdayım. İktisat karar birimleri, hükümet böyle bir şey söylediği zaman inanacak mı diye bir sorun var. Çünkü uzunca bir süredir böyle bir sürçme olduğu için, bir saygınlık -kredibilite karşılığı olarak kullanıyorum- kaybı oldu. “Hükümet söyler, ama dur bakalım sözünde duracak mı?” İktisadi karar alma birimleri bu soruyu sorar ve beklerlerse bu alınan kararların etkinliği düşer. Ben burada da bir kuşku olduğunu düşünüyorum.

 

Bir soru var; TL değer kaybetti, “milli gelirimiz düştü” filan diyenler, hesaplar yapanlar çıkmış, o kadar uzun boylu değil tabii, ölçü biriminiz değişti, yani salatalık cinsinden milli gelirimiz aynı, ama döviz karşısında kaybettik. Yalnız bu nominal değer kaybıdır, yani YTL dolar karşısında değer kaybetti, bu mali piyasalarda olan bir şey. Şimdi bundan sonra ne olacağı, reel olarak kurda ne olacağına, bağlı; çünkü reel kurda ABD enflasyonu ve Türkiye enflasyonu arasındaki fark da etkili. Mesela birdenbire enflasyon, YTL’nin değer kaybettiği kadar artsa, aynı oranda, -beklemiyorum böyle bir şey olacağını ama diyelim ki oldu- o zaman YTL reel olarak değer kaybetmemiş olur. Böyle olmasa da enflasyonun bir miktar artabileceği beklenebilir.

 

Şimdi benim anlamadığım şey -belki yanlış anlamışımdır- enflasyon hedefinin gözden geçirilmesinden söz ediliyor olması. Bu doğruysa, böyle bir şey söyleniyorsa, çok garip. Enflasyon tahminlerimizi yeniden gözden geçirebiliriz yeni olaylar ışığında, ona bir diyeceğim yok. Yani “ben enflasyonu böyle bekliyordum, bu durumda, bu politikalar devam ederse daha yüksek olabilir”, diye bir gözden geçirme yapılabilir. Bunu anlıyorum ben de öyle düşünüyorum, ama “hedefi gözden geçiriyorum” demek biraz garip. Yani “karşı tepede düşman var, ona ateş ettim tutturamadım, o halde şuradaki martıyı vurayım” demenin anlamı yok bence. Burada herhalde bir yanlışlık var, ya da bir dil sürçmesi. Herhalde enflasyon hedefinin gözden geçirilmesi diye bir şey olmaz, olsa olsa bu yeni koşullarda enflasyon hedefimizi tutturmak için politikalarımızda ne değişlikler yapmamız gerektiği sorusu sorulur. Bu bana çok acayip geliyor, eğer hedef değiştirilecekse o zaman iktisat politikasında saygınlığı tutturmak mümkün değil. Çünkü tutturamadıkça bir şeyi, beceremedikçe hedef değiştiriyorsunuz. Demek ki hedef yok! O biraz acayip bir olay.

 

ÖM: Kuralların değişmesi gibi bir şey oluyor, kalenin yerinin değişmesi gibi..

 

HE: Ben de öyle görüyorum. İkinci bir problem daha var bence, para politikasının sorumluluğunu hükümet ele almak istiyor gibi görünüyor, bu benim izlenimim bir süredir. Bu, Birinci Dünya Savaşı öncesindeki Merkez Bankası bankacılığına dönelim demek. Bu bence Merkez Bankası başkanının seçim işinin yürütülmesi olayında somutlaşmıştı. Son beyanlarda da böyle. TCMB’den de bir tepki gelmiş, kısa bir not gelmiş; etkili olacak mı bilmiyorum, sanmıyorum da.

 

ÖM: Ne notu geldi Merkez Bankası’ndan?

 

HE: Dün Merkez Bankası’nın çok kısa bir açıklaması vardı; “döviz kuru rejiminin ne olduğunu hükümet saptar, ama bunun yürütme sorumluluğu Merkez Bankası’na aittir” diye.  yani “bizim işimize karışmayın” demek istiyor gibi. Ama hükümet tarafında pek öyle görünmüyor. Her olayda, Merkez Bankası’nın işlerine hükümetin üyelerinden “böyle yapacağız, şöyle yapacağız” diye müdahale edildiği için. Yani giderek para politikası, hükümetin para politikası oluyor gibi. Fakat bunun önemli bir sakıncası var, en başta “piyasalar anarşik çalışır, el yordamıyla çalışır” demiştim ya, bu problemi çözmenin yollarından bir tanesi de iktisat modellerinde çeşitli isimleri olan bir ajan. Mesela ilk Nobel iktisat ödülünü alan Tjalling Koopmans “dümenci” diyor, kürek yarışlarında bir de dümenci vardır, dümenci kürek çekmez, sadece yön gösterir, başka hiçbir şeye karışmaz. Dolayısıyla ne kadar enerji harcanacağı, ne yapılacağından filan sorumlu değildir hatta rakip kayığa oranla ne durumda olduğu, geçiyor muyuz, kalıyor muyuz sorunu bile onu ilgilendirmez. Onun sorunu yönü tutturmaktır.

 

ÖM: Bir de tempoyu belirliyor galiba?

 

HE: Tabii, onun hareketine bakarak davranıyorsunuz, ama o size sadece işaret verir, o kadar. Bu yüzden de tarafsızdır; “öndeki kürekçiyi seviyorum, arkadaki kürekçiyi sevmiyorum” diye bir derdi yoktur, onların hepsine aynı mesafededir. Ona güven duyulduğu müddetçe, oyuncular onu takip ederler, o ne diyorsa, onun temposuna bakarlar, o dümeni kıvırıyorsa onu kabul ederler, kayık da o yönde gider. Merkez Bankası’nın mali piyasalardaki en önemli rolü budur, Merkez Bankası’nın menfaati yoktur, kâr edecek bir kurum değildir, “ben şunu yaparsam para kazanırım, böyle yaparsam şöyle olur” diye bir derdi yoktur. Merkez Bankası yön gösterir, itimat olunca da piyasa oyuncuları Merkez Bankası’nı takip eder. Hükümet bunun yerine geçemez, çünkü taraftır, çünkü pek çok mali işlem yapar, borç alır, harcama yapar, vs. Hükümet dümencinin rolünü oynayamaz. Bunu kaybedersek, bence, piyasaların daha çok el yordamıyla arayış yaptığı bir dünyaya geçeriz. Oysa Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki bütün bu uygulamalarda mali piyasalar el yordamıyla iş yapmaktan kurtulsun diye bu bağımsız merkez bankası fikri ortaya çıkmıştır. Bunun olmaması önemli bir zafiyet. Tabii el yordamıyla arıyorsanız, sağa sola çok çarparsınız, hatta etrafta bir şeyleri kırabilirsiniz de.

 

ÖM: Merkez Bankası, bu tek cümlelik tepkisiyle “kur rejimini hükümetle birlikte belirleriz ama bu politikanın uygulamasını doğrudan biz yaparız” demiş oluyor.

 

HE: Evet. Ama bunun söylenmiş olması böyle yapılacağı anlamına gelmez, kim kuvvetliyse onun dediği olur. Hükümet de bence bir süredir, “Merkez Bankası devletin kurumlarından bir tanesidir” deyip böyle bir havada gidiyor. Bence iktisadi bir noktayı gözden kaçırıyor. Politik, vs. meseleleri bir tarafa bırakın, piyasa oyuncularına “el yordamıyla yolunuzu bulun” demektir. Çünkü taraf olan bir merkez bankasına inanılmayacaktır. Yani bir özel banka olsa da aynı şey olacaktır, Merkez Bankası görevini bir özel bankaya versek, -geçmişte bu bir miktar Osmanlı Bankası’na devredilmişti- o zaman problem olur kâr peşinde koştuğu için ona itimat edilmez. O zaman piyasaların, önümüzdeki dönemde dünya konjonktürünün de etkisiyle, oynak olacağı bir ortamda, el yordamıyla arama ön plana çıkacak, o zaman tökezleme ihtimali daha fazla.

 

 

 

(25 Mayıs 2006 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)