Eko Notları: Rus ekonomisi / ABD'nin güven krizi

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Notları – 74

 

Ömer Madra: Bu sefer hakikaten leyleği havada görme durumların var galiba? Tekrar hoşgeldin. Rusya seyahati idi ve doğal olarak bugün ele alacağımız konulardan biri de Rusya’da durumlar değil mi?

 

Hasan Ersel: Evet. İki günde Rusya’yı anladım anlamına gelmesin... Duyduklarımı aktarayım. Taze haber şu: Rusya yılın ilk 10 ayında % 6.6 büyümüş durumda.

 

ÖM: Çok büyük değil mi?

 

HE: Gayet yüksek bir hız... Koskoca bir ekonominin GSYİH’sı % 6.6 büyüyor. Bu hızın yüksek olup olmadığı konusunda bir göstergeden söz edeyim. Yılbaşında Rus otoritelerinin tahmini ekonominin % 3.5 büyüyeceği biçimindeymiş. Temmuz ayında çok daha hızlı büyümekte olduğu anlaşılmış.

 

ÖM: Neredeyse tahminlerin iki katı.

 

HE: Evet. Şu anda Avrupa Yatırım Bankası’nın tahmini 2003 büyüme hızının % 6.2 olacağı. IMF de aynı şekilde tahmin ediyormuş. Bazı özel tahminlerde % 7’ye kadar çıkıyorlarmış. Öte yandan bu büyüme yatırımlarda da görülüyor. Yatırımlar % 12 büyümüş. Bu büyümenin arkasında, ekonominin başarılı bir performansı olduğu gözüküyor.

 

Bu ne demektir, Rusya bugün nerede? Bu gösterge tatmin edici bir gösterge mi? Bunu biraz kendimiz için düşünmek istiyorum, büyümenin olması kendi başına ekonomide işlerin iyi gittiğinin göstergesi mi? Yoksa biraz daha dikkatli mi bakmak lazım?

 

ÖM: Evet, çok önemli bir mesele.

 

HE: Şimdi önce Rusya nerede? Bir akademisyenle görüşmemi aktarıyorum, eğer bu hızla gelecek yıl da devam ederse Rusya o zaman 1990’daki Sovyetler Birliği’nin gelir düzeyine varmış oluyor.

 

ÖM: Bu ne demek?

 

HE: 14 yıl kaybedilmiş demek. 14 yıl sonra 1990’da gelinmiş oluyor. Ama 1990 Sovyetler Birliği’nin en yüksek gelir düzeyine ulaştığı yıl değil, o yıl 1984... 1984’ten sonra Sovyetler Birliği yavaşlıyor, adam başına geliri düşüyor.

 

Yani Rusya’nın krizi çok büyük bir kriz ve çok pahalıya patlamış bir kriz. Hatırlayacaksınız, Stiglitz’in kitabında Rusya olayını çok şiddetle eleştiriyordu, çok büyük yanlışlar yapıldığını vurguladıktan sonra  “herkes kendi tarafına çekiştirdi, beraberce ülkeyi batırdılar” demişti.

 

ÖM: Burada IMF’nin de…

 

HE: Onun da günahı var... Ama Rusya’da sermaye kaçıranın da var başkalarının da... Fakat bu Rusya’nın arada neler çektiği ve iktisadi krizin neye patlayacağını göstermek istiyorum. 14 yıldan bahsediyoruz: yani 14 yıl sonra başladığınız noktaya gelmiş olacaksınız. Tabii gelirden bahsediyorum. Arada birçok şey değişti, iyi olanları da var kötü olanları da. Örneğin görüyoruz tutuklanan genç bir insan…

 

ÖM: Yukos.

 

HE: Evet onu kastediyorum. Olaya bir bakarsanız o kadar genç bir insan 8 milyar dolarlık bir serveti böyle bir ülkede, bu koşullarda, nasıl edindi diye sorulması lazım. Tutuklanmasını savunmak için söylemiyorum, o ayrı mesele... Ama Rusya’daki gelişme bu tür bir taraftan bu zenginleri yaratırken bir taraftan da diğer insanlar üzerinde çok olumsuz etkiler yarattı. Bunu kriz olayının ne kadar önemli ve ne kadar korkulması gereken bir şey olduğunu vurgulamak için söylüyorum. Biz ucuz kurtulduk yani...

 

Türkiye’nin Rusya’ya göre avantajı

 

ÖM: Bu bağlamda başka bir şey daha söylemek istiyorum, konumuzun biraz dışında olmakla beraber, Rusya veya başka pek çok yerde görülen krizler sadece ekonomik bir kriz olmasının çok ötesine geçiyor; bir ahlaki krizin de ipuçlarını kendi payıma görüyorum çeşitli boyutları açısından.

 

HE: Çok haklısın. Çünkü ekonomi dalgalanır, bazen gelir artar, bazen düşer. Bu her zaman oluyor, ekonomi bunu kendi siyasal yapısı ve kendi ahlak ölçüleri içerisinde halledebilir. Ama Rusya’daki gibi bir kriz olunca, değindiğin gibi hem ahlaki hem de siyasi ilişkiler bozuluyor.

 

Gelecek sene için Rus Bilimler Akademisi bir konferans düzenlemeyi düşünüyor. Konu siyaset-ekonomi ilişkileri. Dünyada da neler olmuş? Kriz olayının iktisadi yönü üzerinde çok düşünüldü, ama siyasal boyutu daha az incelendi. Gerçi, bazı araştırmacılar krizlerin siyasal boyutu üzerinde çalıştı, ama krize giren ülkelerde ekonomi ile siyasetin birbirini etkileme biçimde ortak noktalar olup olmadığı o kadar incelenmedi galiba. Latin Amerika’da olup bitenler, Latin Amerika’nın politik yaşamından nasıl kaynaklandı, politik yaşamını nasıl etkiledi? Acaba bunun Türkiye’ye ya da Kore’ye bir benzerliği var mı, ya da tamamen başka şeyler mi?Bunlar çok ciddi olaylar, çalıştığınız kurallar birdenbire değişiveriyor ve o değişme anında yeni kural da gelmiyor, kuralsızlık bir süre sürüyor. Rusya’da görebildiğimiz de galiba bunun çok uzun sürmüş olduğu; şimdi biraz kurallar gelmiş ama arada çok tatsız bir dönem geçirmiş.

 

ÖM: “Too late too little” dedikleri gibi, yani biraz geç ve az bir düzelme aslında.

 

HE: Bir noktaya daha değinmek istiyorum. Rusya’yı bir bütün olarak düşünün. Kültürlü, iyi eğitilmiş insanları var. Yani “beşerî sermayesi yüksek”, Sovyetler Birliği’nden devraldığı bir fiziksel sermaye stoku da var. Bunlar belki modern bir piyasa ekonomisinin gereksinimlerini tam karşılamıyor ama, önemli bir başlangıç noktası sağlıyor. Ama bu ekonomi tek bir mal üreten üçüncü dünyanın fakir ülkelerine benziyor. Herşey petrole (ve doğalgaz) ve dolayısıyla petrol fiyatlarına bağlı. Petrolde işler iyi giderse ekonomi iyi oluyor, gitmezse kötü...

 

Daha fazla petrol geliri elde edince ekonomi büyüyor, bu doğru. Ama bu ekonomi kalkınıyor mu, yapısı değişiyor mu, ürettiği malları çeşitleniyor mu? Bilim kuruluşları sanayi ile ortaklaşa birşeyler yapabiliyor mu? sorularının yanıtı pek de olumlu değil. Bu orada görüşebildiğim insanların değerlendirmeleri... Türkiye’yi (dolayısıyla sıkıntılarımızı) bilen bir akademisyen “Sizin durumunuz iyi. Çeşitleniyorsunuz, hızlı da değişiyorsunuz, hatta çok hızlı değişiyorsunuz. Bu Türkiye’nin bize oranla avantajı” dedi.

 

Her değişme iyidir demek istemiyor tabii... Ama Türkiye’de gözlediğimiz değişime baktığımda ben de bu görüşe katılıyorum. Örneğin ihracatımızın deseni değişiyor (beyaz malların artan ağırlığı-Moskova metrosu Beko çamaşır makinesi reklamlarıyla doluydu), Rusya’da daha bu da görünmüyor. Oysa endüstriyel gücü Türkiye’nin çok üstünde olan bir ülke... Öyle görünüyor ki Rusya henüz bu dönüşümü tamamlayamamış. Benim hissim şu: Rusya, Sovyetler Birliği’nden devraldığı altyapıyı işletebilecek gelir düzeyine ulaşmış değil.

 

ÖM: Bu konuda belki iki küçük ilavede bulunmama izin verirsen. Bir tanesi, petrole bağımlı olmak Türkiye’nin de petrolü olmamasının bir avantajı gibi ortaya çıkıyor.

 

HE: Evet, galiba bu büyük şansımız, o sayede çalışıyoruz mecburen.

 

ÖM: Bunu öteden beri düşünüyordum zaten. Bir de genel olarak petrolde en üst seviyeye bu yıllarda varması, ondan sonra da hızlı bir tükenişe geçilmesi gibi bir durumda daha da vahamet arz ediyor tabii.

 

HE: Evet, petrolde ileriye doğru bakmak gerekli. Benim daha önce katıldığım toplantılarda dinleyebildiğim kadarıyla Rusya’nın S.Arabistan’ı ikame edecek bir petrol satıcısı olması pek söz konusu değil. Daha 30-40 yıl dünya, başta S.Arabistan olmak üzere dünya Ortadoğu’daki petrollere dayanmak zorunda. Ama o dönemin belli bir noktasında Rusya’nın elindeki petrol ve gaz rezervleri büyük bir varlık olabilir hakikaten. Ama şu anda değil.

 

“Görünmez el” görevini yapamamış

 

ÖM: Rusya meselesini çok önemli bir konu olmakla beraber şimdilik bir kenara bırakıp hemen kısaca bir de Amerika’ya geçip, şu son skandalleri değerlendirebilir miyiz? 48 kişinin tutuklanması, 1,5 senedir devam etmekte olan bu borsa çalışanlarının...

 

HE: Para piyasasında, döviz piyasasında işlem yapan ve açıklamalardan anlaşıldığına göre kendi içinde bir örgüt gibi çalışan bir insan grubu... Garip bir olay. Bu olayın bence iki boyutu var. Bir kere bu olay ‘sistemde hata var’ çağrışımı yapmıyor. Bu bayağı bir hırsızlık olayı; hem büyük bankaları dolandırıyorlar hem de küçük tasarruf sahiplerini dolandırıyorlar. İddiaya göre sanıkların işlediği suçlar uzun bir liste oluşturuyor. Niye bu kadar uzun bu liste diye sordu bir muhabir. Yanıt “Bizim oraya soktuğumuz FBI ajanı her bulduğunu göndermeye başlayınca bir baktık ki bu muazzam bir liste, adamlar her türlü suçu işliyorlar...” biçiminde oldu. Burada, anlatılan doğru ise,  tam bir suç şebekesi var. Yalnız, beni çok şaşırtan, bu işin 20 yıldır devam ettiğini söylüyor. Amerikan otoriteleri 1,5 yıl önce aralarına ajan sokmayı becerebilmiş. Sistem nasıl atladı, o da ilginç. Demek ki sadece bizde atlamıyor sistem, orada da atlıyor.

 

ÖM: Bir de rakamlar o kadar büyük ki aslında, “dünya çapında 95 milyon yatırımcının her gün parasından biraz çalınırsa çok büyük rakamlar olur” diyor Paul Krugman 18 Kasım tarihli NY Times yazısında mesela. Bu olay patlamadan önce yazmış, yani son halini almadan önce yazdığı yazıda. Enron ve WorldCom skandalleri ile beraber eski bir ACC denilen o sermaye piyasası kurulunun eski başkanlarından biri “Amerikan tarihinin son 50 yılda gördüğü en büyük skandaldir bu” demiş. Anladığım kadarıyla Krugman da buna katılıyor.

 

HE: Olay öyle gözüküyor. Belki biraz iddialı olacak ama, bence bu noktadan sonra ABD’de gerek savcı gerek mahkeme bu olayda en sert tavrı almayı tercih edecektir. Bundan geri dönemez, çünkü anlatılan olay müthiş bir şey. Ve öyle bir karar aldığı zaman da mahkeme ne ceza verirse versin, kararın gerekçesi herhalde ABD’nin finans tarihinde bir dönüm noktası olacaktır. Bu iş böyle olmuyor, bu işe çok daha güçlü ve etkin devlet müdahalesi gerekiyor yönünde bir değişiklik olacağını bekliyorum. Zaten Enron ve izleyen skandallar ABD’de bu yönde bir eğilimi başlattı. Stiglitz gibi “Bu iş böyle bırakılmamalı” diyen bilim adamlarına “aman ne kötü, siz müdahalecisiniz” deniyordu. Şimdi bazı işlere müdahale etmek gerektiği anlaşıldı.

 

Bu tür olaylar ABD’de geçmişte de olmuştu. Ben bir olayı hatırlıyorum, yaklaşık 15 yıl önce yine FBI müdahale etmişti, “Bu nasıl oluyor, piyasalarda devlet ne arıyor?” diye sorulduğunda OECD’deki ABD temsilcisi dedi ki: “Piyasada devlet olmamalıdır, fiyatlara müdahale etmemelidir. O başka bir şey. Piyasada birileri suç işliyorsa devlet yakasına yapışmalıdır, o ayrı bir şey” dedi.

 

Arada bu çizgiden bir miktar ayrılma oldu. “Merak etmeyin piyasalar bu işi kendi kendine çözer, kendi ahlaki normlarını yerine getirir, koyar ve onlara göre hareket eder” diye bir düş insanların görüşünü bulandırdı...

 

ÖM: Görünmez el.

 

HE: Ama görünmez el değil, “görünmez vicdan” da vardı bu bakış açısında... Ben Adam Smith’in “görünmez vicdan”dan söz ettiğini hatırlamıyorum hiç. O sadece vicdanın çok önemli olduğunu söylüyordu.

 

ÖM: En çok söylediği şey vicdandı.

 

HE: Ama onun görünmez olduğunu söylemedi. Şimdi ikinci boyuta geleyim. Bu olup bitenler sonucunda ortaya çıkan bir kaygı var. Ben, kısa vadeli olacağını ve pek fazla etkilemeyeceğini sanıyorum ama değinmekte yarar var. Avrupalı yatırımcılar şimdi afallamış durumda... ABD ile iş yapmak çok rahatlatıcı idi eskiden. Çünkü kurallar sağlam, iş kurallara uygun yürüyor. Dolayısıyla bir terslik olmaz diye düşünülüyordu. Hani hiç bilmediğiniz bir ülke ile iş yaparken korkarsınız ama ABD ile bu akla gelmez. “Şimdi ABD kuralları ya da kurallara uyulup uyulmayacağı bilinmeyen bir ülke gibi oldu.” “Bu durum acaba Amerika’ya sermaye hareketlerini olumsuz etkiler mi?” diye soruluyor.

 

Ben tahminimi söyleyeyim, etkilese bile kısa dönemli olur çünkü Amerikan otoritelerinin bu durumda geri dönmeleri söz konusu değil, böyle bir yol yok. Sert bir şekilde bunu çözüp gerekli kural değişikliklerini bir an önce açıklayacaklarını tahmin ediyorum. Sonuçta dünya epeyce değişmiş olacaktır.

 

“Küreselleşme ile gelişmiş ülkeler üçüncü dünyalılaşıyor”

 

Mustafa Arslantunalı: Bu yani bizde hep sözü edilen bu kadar çok yolsuzluk varken yabancı sermaye gelmez durumu değil mi? Bugünkü gazetelerde de var, Cemil Çiçek söylemiş, orada da yabancı sermayeyi kaçırıcı bir etkisi olabilir deniyor.

 

HE: Tabii yolsuzluğun tipine göre, yani yolsuzluktan yararlanan yabancı sermaye her yere gidiyor anladığım kadarıyla... Ama bir de “başıma dert gelir” diye korkan sermaye çekiniyor, gitmiyor. Şöyle düşünelim: Sözgelimi Almanya’daki bir otorite “Siz iş yaptığınız firmaların kurallara uygun, doğru düzgün iş yapıp yapmadığını kontrol edin, burada bir aksaklık olursa sizi sorumlu tutarım”” dese, bu işi yapan bir firma için yeni bir maliyet çıkacak. En basitinden, hiçbir şey çıkmasa bile “Evet, gittim baktım, bunlar temiz iş yapıyor” diye bir rapor hazırlatacak. Bu da söz konusu firma –dolyısısyla ülke- ile iş yapmanın kârlılığını etkileyecek. O zaman bu firma da bu açıdan güvendiği ülkelere gitmeyi tercih edecek.

 

Bütün bunları bir arada düşünürsek; Enron olayına kadar ABD aşağı yukarı şunu söylüyordu: “Finans piyasalarındaki skandallerle bizim başımız çok belaya girdi. Sonuçta biz bu işi çözdük, bir yığın kural getirdik, siz de bize benzer kurallar getirin, o zaman bu işleri hallederiz ve piyasalarda da tatsızlık olmaz.” Şimdi anlaşıldı ki, Amerika bu işi pek de çözememiş, dolayısıyla el birliği ile yeni kurallar aramamız gerekiyor. Aynen Irak meselesinde de olduğu gibi tek başına çözülmüyor bu iş.

 

ÖM: Çok doğru, ben de buna iki küçük ilave yapmak istiyorum, bir tanesi yine Krugman’ın yazısında, müteaddit defalar söylediği şeyi bir defa daha söylemiş. “Geçen yıl bu skandal üzerinde araştırmaya başlandığı zaman savcıların da -‘corrupt’ kelimesini kullanıyor- ve bu büyük skandaller çıkınca büyük bir siyasi mesele olur” diyor, tıpkı senin dediğin gibi “kongrenin bazı üyeleri bunun üzerine gider diye düşünülüyordu, fakat bu yanıltıcı bir yere gitti ve kitle imha silahları, Irak, vs. diye uyutulduk” diyor. “Şimdi bu sefer ne kullanacaklar acaba? Çünkü -tam da senin söylediğin noktaya değinmiş- yapılan yolsuzlukların açığa çıkarılmasıyla ilgili değiller, doğrudan doğruya bu sermaye piyasasını rahatlatıcı terbirler almaya çalışıyorlar. Ama bu sefer dikkatleri dağıtmak için neyi kullanacaklar, onu bilmiyorum” diye bitirmiş yazısını.

 

Bir de bütün bu giderek ortaya çıkan yolsuzluklar ve sisteme ilişkin, Enron başta olmak üzere problemler bana şunu da hatırlatıyor: bu küreselleşme denen olgu hakkında Noam Chomsky’nin bir değerlendirmesinde iki yönünden biri olarak önemli tespiti şu: “Bu küreselleşme denen olay çıkınca, gelişmiş, kalkınmış ülkeler de üçüncü dünyalılaşıyorlar, böyle bir etkisi var” diyor, yani bize benziyorlar, Türkiye gibi üçüncü dünya safında yer alan ülkelere dönüyor, “öbür tarafta da bütün sisteme ilişkin zehirler giriyor” diyor. Bana bunu da hatırlattı bu gelişmeler.

 

HE: Katılıyorum. Tabii Krugman’ın söylediği benimkinden daha kötümser. Ama tabii o orada yaşıyor, çok daha iyi biliyor. Bana öyle geliyor ki bu kadar açığa çıktıktan sonra artık ABD sistemi geri adım atamaz. Tabii Amerika’nın iç politik dengeleri bunu nereye sürükler, bunu ben bilemem. Krugman haklı olabilir. Ama onun korktuğu gibi işler ters yöne giderse çok büyük soru işaretleri kalacak. O zaman ABD’ye olan sermaye hareketlerinin büyük kısmının gerçekleştiği Avrupa ve Japonya otoriteleri kendileri açısından önlemler alabilirler. Bu nedenle de ABD’nin geri adım atmayacağını düşünüyorum.

 

ÖM: Yalnız tabii bir de çok küçük bir nokta olarak, biri bu Çin ile olan gerginliğin de bir şekilde devam etmesi. Bir de bence hepsinden daha önemlisi, dün George W. Bush’un yaptığı açıklama, daha önceki sözlerini, konuşmalarının tekrarı gibi gözükmekle beraber bence yeni dünya düzeni ile ilgili fevkalade önemli bir yeni açıklama getirdi.

 

MA: Yeni Dünya Düzeni II ya da III.

 

ÖM: Yani ulusal güvenlik belgesine de koydukları geçen yıl lafı, açıkça dün İngiltere’de yaptığı konuşmada tekrarlıyor ve “sınırlı güç kullanma da dahil olmak üzere bu yeni dünya düzeninde kitle imha silahlarını önlemek bizim görevimizdir, misyonumuz vardır” diyor. Bu da üzerinde çok etraflıca durulması gereken bir konu bence.

 

HE: Evet.

 

(20 Kasım 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)