Dünyanın yeni bir düzene, yeni bir reçeteye ihtiyacı

-
Aa
+
a
a
a

1971 yılında Nixon'un, doları altın standardından kopartarak, dünya ekonomisindeki dolar hakimiyetinin yolunu açmasını izleyen yıllarda Amerikan dolarının dünyanın hakim para birimi haline geldiğini hepimiz biliyoruz.

 

Bugün dünyanın para rezervlerinin % 70'i dolardır. Ve son 10 yıl içinde, giderek artan bir trend halinde rezerv para olma payını % 40 civarında arttırmıştır. Ama Amerikan Doları % 70 gibi rekor bir oranda rezerv para tutulma oranına ulaşmışken, ABD’nin toplam ihracatı yaklaşık 6,2 trilyon dolar olan dünya ihracat hacminden sadece takribi 800 milyar dolar pay almaktadır. Yani dünya ihracatının takribi % 12,5’u ABD’ye ait olan paydır. İthalattaki payı ise toplam 6.7 trilyon dolarlık hacimden % 20’ye yaklaşmaktadır.

 

Dünya ticaretine bu verilerin ışığı altında baktığımızda, ilk bakışta karmaşık görünen basit gerçek Amerika'nın dünya ekonomisi için esas olarak dünyanın tek yetkili dolar üreticisi olarak dolar ürettiği, diğerlerinin de doların satın alacağı hizmet ve ürünleri ürettiğidir.

İşte bu noktada aşağıdaki iki unsur, bu döngünün sorunsuz çalışması için büyük öneme sahiptir.

 

a) 1945’lerden beri petrolün satışındaki doların hakimiyeti...

 

OPEC bile bir yerde Amerika'nın petrol üzerindeki hakimiyetini pekiştirdiği için izin verdiği bir yapılanmadır. OPEC dolar yerine, başka bir para karşılığı petrol satarım dediği anda mevcudiyeti sona erer. Herkes dolar kabul eder, çünkü elinizdeki bu çekle -karşılığı var yok fark etmez- petrol alabilirsiniz. Bu imtiyazın hayati önemde olması, Irak savaşının nedenlerinden biridir. Karşılığı dolar olarak talep edilen her şey, neticede Amerika’ya aittir. Eğer petrol de, dolar karşılığı satılıyorsa netice itibarı ile Amerika’ya ait bir kıymet olarak görülmelidir. Zaten Amerika da bunu bu şekilde kabul edip, politikalarını buna göre dizayn etmektedir

 

b) Ülkelerinin dolarla borçlandırılması ve sonrasında ülkelerin yerel paralarını dolara karşı savunma mecburiyetleri

 

Bugün, ülkelerin üretim ve ticaretlerindeki ana hedef, dolar cinsinden borçlarının karşılığı için ve bu borçların anapara, faiz ödenmeleri için mümkün olduğunca daha fazla dolar elde etmektir.

 

Aynı zamanda ayrıca kendi yerel para birimlerinin istikrarını koruyabilmek için, kendi paralarını savunabilmek için de mümkün olduğunca dolar rezervlerini arttırmak mecburiyetleri vardır. Bir ülkede işler ne kadar karışıksa, o kadar çok dolar rezervi tutmak mecburiyeti doğal kabul edilmektedir. Ülkelerin merkez bankalarının, kendi paraları karşılığı belli bir oranı dolar rezervi olarak tutmak mecburiyeti içine girmesi, dolara karşı ayrıca bir talep yaratmaktadır.

 

Dolar rezervleri netice itibarıyla Amerika'ya sermaye çekilmesi ile eş anlamlıdır. Dolar rezervleri ile bir yerde Amerika’ya sermaye yatırımı yapılır. Ama Amerikan dolarının dünyadaki rezerv para olma oranının ihracat ve ithalat oranları ile ilgisi olmamasının yarattığı akım, ama petrolün dolar ile satılması sonucu özellikle elde dolar çeki tutan üreticilerin eldeki çekleri ile orantılı tüketim yapmalarına imkanı olmaması, ama dolar bazlı borç servisi zorunluluğu nedeniyle ülkelerin dolar almak mecburiyetinde olması, hepsi ABD’ye bir sermaye akışı yaratmaktadır.

Bu akımı da ABD, ekonomisindeki dış ticaret açıklarını finanse etmek için kullanmakta, ayrıca sabit kıymetler üzerinden, ve de özellikle hisse senedi gibi kıymetler üzerinden kendine çekmektedir.

 

Örneğin, 1990-2001 yıllar arasında;

- Dow Jones Industial Average endeksi % 281 oranında artış göstermiştir

- Morgan Stanley Capital International-MSCI gelişmiş ülkeler endeksi % 12,5 artabilmiştir

- Morgan Stanley Capital International-MSCI gelişmekte olan ülkeler endeksi ise % 7,7 oranında negatife dönmüştür.

Bugün bile, Amerikan şirketlerinin piyasa değeri, toplam dünya şirket piyasa değerlerinin % 60'ına yakın bir oranını teşkil etmektedir.

 

Bir yerde dünyada ne kadar çok dolar varsa, neticede de Amerikan kıymetleri o kadar çok değerlenmektedir. Fiyatı artmaktadır.

 

Bu arada tabii ki geçmişte doları kuvvetli tutmaya yönelik politikaların da ilave desteği, düşük maliyetli ithalatı sağlamış, bu şekilde ABD’deki enflasyon düşük tutulmuş, ama aynı zamanda da bu politikalar sonucu Amerikan şirketlerinin değerleri yüksek tutulup, Amerikan kıymetlerinin değerleri yabancı yatırımcılar için pahalılaşmıştır. Dünyada mali krizler yaşanırken, ABD’nin bundan fazlaca etkilenmemesinin sırrı da burada olmuştur. Bugünkü düşük değerli kur

politikası esasında yine Amerika'nın menfaatine aykırı çalışmamaktadır. Yine enflasyon düşük tutulmakta, ama aynı zamanda Amerikan menşeili malların cazibesini arttırarak ekonomiyi canlandırmakta, işsizliği düşürmekte,  uluslararası piyasalarda düşen Amerikan Doları yine Amerikan şirketlerinin değerini dünyadaki diğer rakiplerine göre ucuzlatarak Amerika'ya sermaye girişini teşvik etmektedir. Kuvvetli dolar da, zayıf dolar da neticede Amerika'ya farklı yönetmelerle fayda sağlamaktadır. Mevcut ekonomik yapılanmada fayda veya zarar gören hep diğerleridir.

 

Tüm bu gelişmelerin başka bir sonucu da artık küreselleşmenin anlamının, en düşük işçilik ve girdi maliyetleri ile bir ürünü ortaya çıkarma, ve büyük rekabet baskısı altında dolar elde etme mücadelesi verme halini tarif eden bir duruma dönüşmüş olmasıdır.

 

Özellikle gelişmekte olan ülkelere oldukça pahalıya patlayan bir kısır döngüdür bu. Bu ülkeler kendi üretimlerinin semerelerini pek görememekte, kendi ekonomileri sermayeye ihtiyaç duyarken, elde ettikleri kısıtlı artı değerleri bile kendi paralarının istikrarı korumak adına büyük oranda dolar rezervi tutmak zorunluluğu nedeniyle, yine ABD’ye aktarmaktadır.

 

Ama bu dinamiklerle çalışan bir küreselleşme netice itibarı ile eninde sonunda ABD’ye de zarar verecektir. Artık dünya ekonomisi teknolojik ilerlemeler sonucu üretim kapasitesinde, mevcut dünya talebi üzerinde kalan artışlar sağlamaktadır. Ama bugünkü kurulu düzende, üretimi yapan kişilerin yaptıkları bu üretim fazlasını tüketebilecek gelirleri yoktur.

 

Amerikalılar da fiziki olarak daha fazla kilo alamamakta, aynı anda iki arabaya birden binememekte, aynı anda iki-üç gömleği üst üste giyememekte, aynı anda iki ayrı evde yaşayamamaktadır. Bedavaya verseler bile, Amerika'nın da tüketeceği miktarın bir sınırı vardır.

Dünya ekonomisinin tüketebilmesi için, üretebilmesi değil.. ürettiğini satın alabilecek bir gelire sahip olması gerekmektedir. Üretim yapılabilmekte, ama tüketim yapılamamaktadır.

 

Bugün maalesef herkes, tam istihdamı ve yüksek ücretleri ana düşman olarak enflasyonun, en büyük nedeni olarak saymakta, enflasyonu yenmek ve kontrol etmek için işçilik maliyetlerini kısmak ve işsizliği belli bir oranda korumak amacıyla politikalar uygulamaktadır. Kitaplarda bize öğretilen de budur. Tüketim eğilimi, düşük gelir gruplarında daha çoktur. Düşük gelir grupları daha fazla gelire sahip olursa, neticede öyle ya da böyle enflasyona neden olur. İşsizliğin enflasyona neden olmayacak bir seviyede tutulması zorunluluktur. Arz, talep arasında ideal enflasyonsuz dengenin sağlanmasında bu husus kilit öneme sahiptir.

 

Ama netice itibarı ile işsizlik insanlara acı vermektedir. Ekonomi ise insanlara acı vermenin dışında, insanlara kısıtlı yaşam sürelerinde mutluluk verecek araçlar da geliştirebilme gücüne tabii ki sahiptir. İş, uygulanan politika tercihlerindedir.

 

Netice itibarı ile, Amerika, ama Irak’ta ama başka platformlarda kendi hegemonyasını sağlamlaştırmaya çalışırken, unutmamalıdır ki hiçbir ekonomi, dünyanın karşılaşacağı türlü sorunlar pahasına kendi gücünü ve menfaatini koruyamaz.

 

Amerika, kendi para biriminin rezerv para olarak tutulma oranını % 70 yerine, % 90’lara çıkarsa da..., petrol yetmez tüm dünya yeraltı kaynaklarına dolar karşılığı satılma zorunluluğu getirse de... dünyanın % 30’dan büyük bir kısmı günde 1 USD altı gelirle yaşarken, dünya ekonomisindeki dengesizliklerin getirdiği türlü sorunlardan, onlarca “gönüllüler koalisyonu” kurup askeri mücadeleye girişse de, kendi hayati menfaatlerini diğerlerinin acısı pahasına koruyamaz.

 

Artık dünyada diğerleri pahasına menfaat sağlamanın limitlerine gelinmiştir.

 

Dünya felaket yolundan döndürülmek istiyorsa, ABD’nin üstleneceği rol çok önemlidir. Dünyada bu yoldan dönülmesi veya dönülmemesi ABD’nin politikaları ile bire bir ilişkilidir. Artık Amerika’da muhafazakarlar da, demokratlar da, Yeni Amerikan Yüzyılı Projeleri üreten düşünce platformları da görmelidirler ki, temelde borç ödemeye hedefli ihracat, gelişmekte olan, hatta gelişmiş ekonomileri tahrip etmektedir. Bu tahribat dünyada huzur bırakmayacaktır.

 

'”Ben dünyanın patronuyum o zaman dünyadaki yeni düzende her şey benim istediği gibi olmalıdır; dünyada ya benle olanlar ya da bana karşı olanlar vardır; dayandığım meşruiyet sadece Amerikan halkından gelen meşruiyettir, o da dünyayı istediğim gibi dizayn etmem için yeterlidir” diyerek yapılan proje ve politika üretimi ne kadar dünyayı belirsizliğe mahkum ederse, örneğin dünyadaki toplam talebin uyarılması, dünyada alım gücünün arttırılması o kadar ABD’nin ve tüm dünyanın ortak refahının önünü o kadar açar. Bu nedenle özellikle gelişmekte olan ekonomilerde, hatta ABD dışı gelişmiş ekonomilerde tam istihdama geçilmesi, işçilik ücretlerinin arttırılması için yepyeni bakış açıları geliştirilmelidir.

 

Dünyada artık ya tek ortak para birimi hüküm sürmeli ve yerel tüm para birimleri kaldırılmalı, dünya ticareti üzerindeki tüm kısıtlamalar kaldırılmalı, ya da dünyadaki tüm ihracatçı ülkeler, ihracatlarının bedellerinin karşılığını kendi para birimleri üzerinden talep etmeye başlamalıdırlar.

Dünya böylesine çoklu bir para sistemine geçerse para birimleri, esas olarak dünya ticaretinden kaynaklanan dinamikler üzerinden değere sahip olmaya başlayacaklar, ülkeler borçlanmalarını kendi para birimleri ile yapabilecek, rezerv paraya ihtiyaç kalmayacak, ve sonrasında da özellikle gelişmekte olan ekonomilerde alım gücünün, işçilik ücretlerinin artması, büyük ölçüde tam istihdama geçilmesi neticesinde, dünyadaki ortak refah da büyük oranda artacaktır.

 

Dünyanın üretir, üretebildiğini de tüketebilir bir ekonomik yapıya kavuşturulmasındaki menfaat, en başta ABD’nin kendi menfaati açısından..., Irak'ı kontrol altına almaktan da, sonrasında tüm bölgeyi bizzat kontrol etmekten de, hatta arzulandığı gibi tüm enerji kaynaklarını kendi denetimine almaktan da, çok daha fazla hayati öneme sahiptir...