Dünyamız, Tuvalu ve Kopenhag Hakkında

-
Aa
+
a
a
a

Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek'in Ömer Madra ile Kopenhag İklim Değişikliği Konferansı'nın ardından yaptığı söyleşi:

27 Aralık 2009Taraf

Tuğba Tekerek: Çok koşturdunuz Kopenhag’da herhalde, Açık Radyo’dan sesiniz öyle geliyordu.

Ömer Madra: Koşturmaktan üç kilo verdim. Ben bu işe çok uzun zamandır hazırlanıyorum. Sadece insanlığın değil canlılar âleminin en önemli meselesinden bahsediyoruz.

Orada gününüz nasıl geçiyordu?

Sabah 6’da kalkıp gece 12’de yatıyordum. Önce Açık Gazete’ye bağlanıp, dün neler oldu neler bitti onu anlatıyordum. Sonra Bella Center’a gidip resmî konferansta neler olup bittiğini, özellikle küçük ada devletlerini izliyordum. Bizim Genç Yeşiller'le görüşüyordum. Öğleden sonra alternatif forum Klimaforum, bir de eylemler. Akşamları da 10 dakikalık bir değerlendirme paneli yapıp Youtube’a koyuyorduk.

Radyoda anlatıyordunuz, çok üşüdüğünüz bir gün olmuş...

Evet evet. 16 Aralık’ta Bella Center’daydık. Dışarıda büyük bir eylem vardı. İçerdekiler de dışarıya yürüyecek, iki grup birleşecek’ haberi geldi. Apar topar çıktık, notebook’u aldım ama vestiyerden ceketimi alamadım. Buz gibi soğukta kalakaldım. Çok üşüdüm, sonra sağolsunlar arkadaşlar ceketlerini atkılarını verdi. Ama yürüyüş muazzamdı.

Bir de polis meselesini duyduk Kopenhag’dan. Türk polisinden daha mı kötüler?

Hayır, daha sistemliler. Daha ürkütücüler. Ve de çok iriler. Danimarka’nın tamamen bir fiyaskoya imza attığını faşizme çok yakın bir çizgide polisi olduğunu herkes gördü.

Kaç eylemci vardı?

12 Aralık’taki yürüyüşte 100 binden fazla insan yürüdü. Bu değil Kopenhag, Avrupa tarihinin gördüğü, Irak öncesi hariç tutulursa, en muazzam olay. 6,5 kilometreyi 4,5 saatte falan yürüdük.

Çok Türk var mıydı?

Tabii tabii. Türkiye’den gidenlerin haricinde Almanya’dan Avrupa’dan gelmiş çok Türk vardı.

99’daki küreselleşme karşıtı Seattle eylemleriyle başlayan bir süreç bu değil mi?

Seattle’da 10 yıldan beri bu işi yapan insanlar şimdi burada. Şimdi konumuz bu diyorlar.

Eylemci profili nasıldı? En azından cebine uçak parası koyabilen insanlar geliyor herhalde?

O da var. Ama aklınızın alamayacağı her çeşit insan var. Avustralya’dan deniz ve tren yoluyla gelenler vardı. Çünkü uçak kullanmak bir para değil ki. Asıl pahalı olanı trenle gelmek. Gençler de vardı, sendikacılar da. Greenpeace gibi gruplar vardı. Dini gruplar vardı işin en ilginç tarafı.

Dini gruplar mı?

Desmond Tutu gibi son derece önemli, Güney Afrika’da 'apartheid' ile mücadele etmiş bir din adamı vardı. Rowan Williams vardı, Canterbury Başpiskoposu. Ve dualar falan da edildi.

Eylemin parçası olarak mı dualar edildi?

Eylemin devamı olarak... Kiliseye gidip dua ettiler mum yaktılar

Siz burada 68’den de ileri bir hareket var diyorsunuz...

Bunların amaçları belli mücadeleleri belli. Sadece ‘savaşma seviş’ kuşağı değil. Bu, sistemi değiştirmeye yönelik bir hareket.

Şöyle anlatayım: dört tane profesyonel çalışanıyla, 50 bin kişiye yiyecek içecek yatacak yer bulan yer bulan bir hareket. Ve aynı zamanda Kopenhag’da iklim zirvesine katılan 193 ülkenin delegasyonun yaptığı konuşmalara benzer bir düzeni kurup, alternatif Klimaforum’u yapmış insanlar. Tek bir aksama olmadı. Düşünün dört profesyonel çalışan, gerisi gönüllü.

Eylemler nasıl organize ediliyor?

“Action Guide” diye bir şey çıkarıyorlar gidince ilk bunları buluyorsunuz. Cebinize de sığacak kadar bir şey. 14 gün boyunca neler yapacağız, anlatıyorlar. İlk üç gün eylem toplantıları vardı: Ne yapılır ne giyilir, tutuklanırsanız adınızdan başka neyi söylersiniz... ‘Biber gazı ne kadar yakar’a kadar.  

Kopenhag Türkiye’ye nasıl yansıdı sizce?

Kopenhag’da dünyanın en büyük olayı vardı iklim konusunda, şimdiye kadar yapılmış en büyük toplantı. Aktivistler açısından da devlet temsilcileri açısından da. Türkiye’de de bir tek gazetede ve televizyonda birinci haber oldu mu? Olamadı.

Diğer ülkelerde oldu mu?

İki ülkede olmadı. Benim gördüğüm biri ABD biri Türkiye. Çok acıklı bu. Guardian haftalardır takip ediyor, manşet yapıyor. International Herald Tribune’de de iki defa manşet oldu.

Kopenhag’dan Türkiye nasıl görünüyor peki?

Türkiye için Kürt meselesinden, askeri vesayetin kalkmasından önemli çok az şey olabilir. Ama bunların hepsinden daha önemli bir tek şey var. James Hansen’in çok önemli bir lafı var; “Böyle devam edersek, medeniyetin yeşerdiği dünyadan farklı bir gezegenimiz olacak.” Bundan daha korkunç bir şey olabilir mi? İlk tekerlek, ateş, demokrasi, şehirler, cep telefonu, bilgisayar hepsi 10 bin yıl içinde bu iklimde, ılıman bir iklimden dolayı olmuş. Bunu yok ediyoruz. Böyle giderse hiçbir şey kalmayacak. Türkiye’deki bütün bu Ergenekonların bütün bu kavgaların önemi kalmayacak. Öleceğiz yani.

Yayında bir konuşmanızı duydum. Çok güldüm. “Başbuğ bir açıklama yapmış” deniyor, siz “iklim zirvesiyle mi ilgili?” diyorsunuz.

Haksız bir soru mu bu? Dünyanın en önemli konusu bu değil mi? Biraz alaycı kabul ediyorum. Ama açıklama yapacaksa da herhalde “Arkadaşlar bakın Kopenhag’da da ne oluyor, dikkatinizi çekerim” dese kötü mü olur? Açıklama yapacaksa da bu konuda yapsın. Onunla dalga geçtim biraz...

Maalesef Türkiye kendini dünyaya çok fazla kapatmış durumda. Yaptığım esprinin özünde yatan şey bu. Bugün Nature dergisinde çıkan bir makalede bitkilerin ortalama 400 metre kuzeye ve yükseklere kaçmak zorunda kaldığı anlatılıyor. Artık insanların da taşınması gerekecek. Bundan önemli sorun var m?  

Kopenhag tüm çevreciler için hayal kırıklığı oldu, değil mi?

Bütün bu konuyla uğraşan, -‘çevreci’ de demek doğru değil-, iklim adaletçileri gibi, ben de hayal kırıklığına uğradım. Ama öte yandan... James Hansen, 30 yıldır iklim değişikliği üzerine çalışan, 20 yıldır da bunu dünyaya öğreten adam, sonuç alınmasın istiyordu. Bence de haklıydı. Sulandırılmış bir şeyle kaybedecek vakit yok. Şimdi Amerika ve Çin belki adam gibi oturup bütün bu yalan dolanın ötesinde, alttan gelen zorlamalarla bir şey yaparlar.

Hâlâ bir çözüm umudu var mı?

Var, tabii çözüme yönelmek şartıyla. İşin aciliyeti inanılmaz derecede ağır. Buzulların çözülmesini önleyemezsek o noktadan sonra hiçbir şey yapılamaz. Yedi metrelik Grönland buzullarının erimesi sonucu, dünya denizlerinin okyanuslarının beş-yedi metre civarında yükselip pek çok adayı ve sahili bulunan kentleri büyük ölçüde tahribata uğratmasına engel olunamaz.

Peki, şimdi önümüzde ne var?

Mart ayında Bonn’da ondan sonra aralıkta Mexico City’de toplantılar yapılacak. BM İklim Değişikliğini Önleme Çerçeve Sözleşmesi gereği yapılan toplantılar bunlar, ama Kopenhag’da iki senelik büyük emekler burada heba oldu. Kopenhag’daki gibi 193 ülkenin biraraya geldiği bir toplantı hiç olmamıştı.

Türkiye delegasyonu ne yaptı Kopenhag’da bu arada?

Bilmiyorum, görmedim. 85’in üzerinde belki 100’e yakın delegesi vardı ama bir tavrı yoktu. Türkiye’nin yüzde 119’la dünyada kabon salımını en hızlı artıran ülke olduğundan hiç bahsetmiyorlar. “Gelişmiş ülke değiliz, bize destek verilmesi gerekir” derken haklılık payı var, ama burada ciddi bir etik sorun da var. Sanki dünyada sadece Türkiye’nin özel şartları varmış gibi... Batmak, yok olmak üzere olan ada ülkelerinin, kuraklıktan mahvolan Afrika ülkelerin yanında bunu söylemek çok ayıp.

Başbakan tüm bu açılımları yapıyor ya. Komşularla sıfır sorun vs.. Bağımsız uluslararası oyuncu olmak istiyor. Bir yandan “one minute” hikâyeleri... Neden bir iklim açılımı yapmıyor. ABD’de çok önemli bir konuşma yaptı; “Küresel ısınma ulusal olarak çözülemez” dedi, hemen arkasından "47 kömür santrali 2.500 kilometre yeni otoyol projesi ve üçüncü köprü yapacağız". Şimdi bu olmaz...

Maldivler Müslüman bir ülke, küçücük bir ülke 2020ye kadar sıfır karbon ekonomisine geçeceğiz dedi. Akıl almaz bir şey öneriyor. Niye bizimkiler hutbe vermiyorlar Cumaları?   

Kopenhag’la beraber Tuvalu’ yu da öğrendik...

Dokuz yıl önce bir yazı yazmıştım Tuvalu hakkında.* Çok güzel bir hikâyesi var Tuvalu’nun: Batıyor, daha doğrusu üzerinden sular geçiyor. Pasifikte bir Mercan Adası. En yüksek yeri iki metre bile değil.

Ne yaptı Tuvalulular Kopenhag’da?

Bütün dünyaya örnek olacak bir cesaret gösterdiler. Oradaki delegesi, delegesi dediğimiz Başbakan’ı ‘Ölmeye razı gelmeyeceğiz. Bilim ne diyorsa o, altını eksinlikle kabul etmeyiz” dedi. Bütün adalılar gibi yumuşak insanlar ama kararlılar. Bir de film gösterdiler; ‘2006 yılındaki büyük dalga’ diye. İçinden tramvay geçen şarkı gibi, okyanus geçiyor evlerin içinden üç metre 60 santim bir dalgadan bahsediyorlar.

Dillerinde 'alofa' diye bir kelime var; hem ‘aşk’, ‘sevgi’ hem ‘varolma’ demek. “Varolabilmek için sevmek gerekir” diyor adamlar. Biz Tuvalu’nun delege masasına gidip ‘Alofa’ yazdık. Basın toplantısında da “gösterdiğiniz cesaretten dolayı tebrik ederiz” dedik.

Kaç kişi yaşıyor Tuvalu’da?

12 bin.

"Sizi taşıyalım" demiyorlar mı?

Diyorlar, ama siz ister misiniz öyle bir şey? Maldivler Başbakanı diyor ki mesela: “Peki biz gidelim. Bulalım bir yer gidelim. Kelebekler ne olacak, kokular ve kültür ne olacak?” Bilinen yazılı tarihleri 2000 yıllık. Belki de 10 bin yıldır oradalar.  

Radyoda sesiniz Kopenhag’daki eylemleri anlatırken, çocuklar gibi şendi.

Bu benim karakterimden gelen bir şey. Uzun zamandan beri sokaktayım. Annem geçenlerde, "bende kalmış bir fotoğraf var" dedi; Ankara sokaklarında son derece efendi genç adamlarla genç hanımlar yürüyorlar ve Kozlu işçilerinin öldürülmesini protesto ediyorlar. Sene 65, ben 20 yaşındayım.

O günden beri ben bir türlü eve girmeyi başaramadım. “Akşam oldu oğlum eve gel”, ben bir türlü eve girmedim. Bu adalet arayışının verdiği bir şey olsa gerek.

Kahveden eve gelmeyen kocalar gibi aynı zamanda.

Futbol oynarken Ayvalık’ta çocukken de eve giremezdim.

1 Mart 2003 Irak’a Türkiye üzerinden asker gönderilmesin, tezkere onaylanmasın eyleminde ben yine sokaktaydım. Galiba bir savaş muhabirinden duymuştum: Adama diyorlar ki “Çeçenistan’da sen Gazze’de, ‘nedir bu sen manyak mısın?”. “Yaa, kendimi alamıyorum. Tarih sahnesini ön sıradan seyretmeyi seviyorum,” diyor. Ben de aynı fikirdeyim, böyle bir his var içimde.

Evdekiler sizin küresel ısınma ısrarınıza ne diyor?

Senelerce suçlandım ‘Her şeyi buna bağlıyorsun’ diye. Evin içinde k harfini telaffuz etmem yasaklanmıştı, küresel ısınmadan bıktık diyorlardı ama geçti çok şükür.

27 Aralık 2009 tarihinde Taraf'ta yayımlanmıştır.

 

* Tuvalu hakkında sitemizde daha önce yayınlanmış iki yazıyı arşivden çıkarıp okumanın da tam zamanı:

Kaptan Pasefika'nın Çocukları : Ömer Madra, Şerif Erol : 28 ağustos 2002

NatürMort” Sergisi ya da Alofa! : Ömer Madra : 6 Mayıs 2006

Açık Radyo'nun Kopenhag Günlüğü'ne ulaşmak için tıklayın.