Dikkat! Adalet savaşçısı

-
Aa
+
a
a
a

7 Ekim 2007Erman Ata Uncu

'Vigilante' tabir edilen sivil adalet savaşçıları, hangi yönleriyle sinemacıları ve seyircileri cezbediyor? İyi ile kötü arasındaki ince çizgiyi bulandıran sivil adalet savaşçıları, kahraman arayışındaki sinemanın da vazgeçilmezlerinden. Ne de olsa eline silahı alıp adaleti sağlamak için kolları sıvayan karakterler söz konusu. Yani sinema kahramanı külliyatının kaydadeğer bir oranı, vigilante diye tanımlanabilecek cinsten. Ama bu bireysel adalet arayışını sorunsallaştıran filmlerin ayrı bir yeri var. Çünkü sıkça bel bağlanan kahramanlık kurumunu didik didik etme olanağına sahipler. Bu hafta beline silah kuşanıp adalet için 'savaşan' kahramanından koşulsuz desteğini esirgeyen bir film var vizyonda: Neil Jordan imzalı The Brave One/İçindeki Yabancı. New York sevdalısı radyo programcısı Erica Bain (Jodie Foster) sevgilisiyle geçirdiği bir gecede, şehrinin karanlık yüzüyle karşı karşıya geliyor. Bir grup zorba, Erica'yı komalık hale getirip sevgilisini de öldürüyor. Sonrası ise Erica'nın korunma amaçlı kaçak bir silah satın alıp gitgide bireysel bir adalet savaşçısına dönüşmesi üzerine. Bu vigilante hikâyesinin özel bir yanı var. Tüm vigilante filmlerinin eşiği Taxi Driver/Taksi Şoförü'ndeki mağdur çocuk fahişeyi canlandıran Jodie Foster, İçindeki Yabancı'da artık kendisi zor durumdaki bir fahişenin kurtarıcısı.

Zaten paranoyağız! Aralarında 31 sene zaman olan Taksi Şoförü ile İçindeki Yabancı'yı birbirine bağlayan tek unsur Jodie Foster değil. İki film de güvensizliğin tavan yaptığı dönemlere denk geliyor. Martin Scoroese başyapıtı Taksi Şoförü gösterime girdiğinde bazı yorumcularca, Vietnam yenilgisiyle başa çıkmaya çalışan ABD'nin ruh halinin kabusvari bir dışavurumu olarak nitelendirilmiş. "Sokaklardaki bütün pislikleri temizlemek" için yola koyulan kahraman Travis Bickle'ın (Robert De Niro) bir Vietnam gazisi olması, bu yorumun desteklerinden. İçindeki Yabancı ise 11 Eylül sonrası korkulara epey gönderme yapıyor. Erica'nın tedirginliğiyle, New York'luların 11 Eylül sonrası refleksleri arasındaki bağ hiçbir zaman es geçilmiyor. İçindeki Yabancı, 11 Eylül sonrası travmayla şekillenen ilk film değil. Hatta bununla ilgili esaslı bir külliyat mevcut. Ama bu ruh halini vigilante hikâyesine bağlaması açısından önemli bir örnek var: David Cronenberg imzalı A History of Violence/Şiddetin Tarihçesi. Cronenberg, Şiddetin Tarihçesi'nde adeti olduğu üzere kahramanlarına kendi karanlık yönlerini keşfettiriyor. Tıpkı Erica'nın İçindeki Yabancı'yı keşfedişi gibi, Şiddetin Tarihçesi'nin kahramanı iyi aile babası Tom Stall (Viggo Mortensen) lokantasına giren bir soyguncuyu kendini koruma amacıyla öldürüyor. Bu olay, hem medya çılgınlığını hem de ölümcül bir adalet arayışını tetikliyor. Şiddetin Tarihçesi, 11 Eylül'e doğrudan yapılan göndermeler konusunda İçindeki Yabancı'yla boy ölçüşemez. Ama analizlerde 11 Eylül'ün tuttuğu yer, dönemin atmosferinin filme nasıl hakim olduğunun da kanıtı.

Michael Douglas'ın derdi ne? Travis Bickle, Vietnam sendromundan mustarip. Erica Bain ile Tom Stall'un endişeleri ise 11 Eylül sonrası paranoyaya denk geliyor. Peki Falling Down/Sonun Başlangıcı'nın beyaz yakalı kahramanı William 'D-Fens' Foster'ın (Michael Douglas) derdi ne? Filmin hikâyesi, William'ın ona zorlu bir Los Angeles günü yaşatan herkesten intikam almak için silahları kuşanması üzerine. Bu cinnetin hedefleri, yönetmen Joel Schumacher tarafından şiddeti hak eden tiplemeler olarak gösterilince film bayağı tartışılmıştı. Tabii bunda, Sonun Başlangıcı'nın sinemada şiddet düzeyinin tartışılacak kadar arttığı 1990'lara denk gelmesinin de payı büyük. Hatta bu zamandan bakılınca Joel Schumacher'in, sinemada şiddet özgürlüğünü kahramanlık meselesinin iç yüzünü göstermek için kullandığı bile söylenebilir. Çünkü Hollywood'un bireysel adalet savaşçılarına bakışı, filmlerin bu kahramanların tarafında durup durmadıkları meselesinden daha çetrefilli. Örneğin bireysel adalet savaşçılığı mevzuunda durduğu yer görünüşte daha belli Dirty Harry/Kirli Harry macerası Sudden Impact/Ani Darbe bile yaratıcısı Clint Eastwood'un sonradan izlediği yol düşünülünce o kadar berrak değil. Sert polis Harry, Ani Darbe'nin sonunda mütecavizlerini bir bir avlamış kurbanın yanında durur. Ama Eastwood, yıllar sonra çekeceği Mystic River/Gizemli Nehir'de kanun dışı yollardan adalet arayışına dair daha karanlık, karmaşık bir resim çizer. Buna bir de Ani Darbe'deki tiplerin yapaylık derecesinde karikatürize olmasını ekleyin. Acaba Eastwood'un bireysel adalet savaşçılığı konusundaki fikirleri zannedildiğinden biraz daha karmaşık olabilir mi? Zaten hikâyeler nasıl gelişirse gelişsin bireysel adalet savaşçılığına bakışı tek bir tespitle sınırlamak olanaksız. Öncelikle saymakla bitmeyecek kadar vigilante'lı film var. Yukarıdakilerin haricinde The Boondock Saints/Şehrin Azizleri, A Man Apart/İntikam Ateşi, hatta televizyon dizisi Dexter (bizde e2'de yayınlandı) sadece son döneme ait örneklerden birkaçı. Ama asıl önemlisi, sinemanın bireysel adalet savaşçılığı konusuna el attığında çoğu zaman kendi kuyusunu kendisinin kazması. Bu hafta kendi kuyusunu bile isteye kazıyan, başarılı bir örnek var vizyonda. Üstelik bir taraftan "adalet dağıtırken" bir taraftan da yaptıklarını sürekli sorgulayacak kadar kafası karışık bir vigilante rolünde Jodie Foster gibi bir oyuncuyu seyretme fırsatı sunması da cabası.

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7546