Citi Bank'ın Rekor Zarar Açıklaması Üzerine

-
Aa
+
a
a
a

 

 

Ömer Madra: Citibank, Amerika’nın en büyük bankası herhalde, 2007’de 196 yıllık bir rekor kırmış son çeyrekte, 10 milyar dolar civarında bir zarar göstermiş.

 

Avi Haligua: Tabii binlerce kişiyi de işten çıkaracağını açıkladı ayrıca.

 

ÖM: Zararı gidermek için. Zarar edince öyle oluyor. “Borsalar ağır yaralı, dolar da tırmanışa geçti” diye bugünkü Referans gazetesinde bir haber var.

 

Hasan Ersel: Amerika’da karışıklık varsa dolar niye yükseliyor?

 

ÖM: Onu da soracaktım, hiç anlayamadım. 18 milyar dolarlık rekor zararının ardından Morgan Stanley de kötü bir bilanço açıklayınca ne olacak?

 

HE: Bazı rakamlara bir bakalım; hakikaten bu rakam büyük, 18 milyar dolar, fakat CitiGroup Amerika’nın ve yanlış hesaplamadıysam dünyanın en büyük bankası şu anda. Varlıklarının büyüklüğü 2.4 trilyon dolar.

 

ÖM: Öfff!

 

HE: Dolayısıyla bu zarar dediğimiz şey, bilanço büyüklüğünün binde 8’i. İki şeyi ayırt etmek lazım, bir tanesi böyle bir zarar CitiGroup’u yok eder mi? Bu büyüklüklere baktığımız zaman, pek olmaz gibi. Ama bu büyük bir zarar mı? Evet büyük bir zarar, nitekim bankanın üst yöneticisi Vikram Pandid diyor ki, “bu açıkça kabul edilemez bir durumdur.” Yalnız bu zat 2 ay önce göreve getirildi, daha evvelki başkan Kasım’da istifa etti, kendi yaptığı şey hakkında kalkıp böyle bir laf ediyor değil, yeni gelen zat bu, “muhakkak tedbir almalıyız” diyor.

 

Çare var mı? CitiGroup açısından bakıyorum olaya, tabii var ve hemen bu şey yapılmış durumda. Bir kere hemen Singapur devlet yatırım ajansı aşağı yukarı 7 milyar dolara yakın bir şey koyacağını söylüyor. Kuveyt yatırım otoritesi 3 milyar dolarlık hisse senedi alacağını söylüyor. Ondan sonra bir haber gördüm, önemli ortaklarından bir tanesi bir Suudi milyardermiş, Prens El Velid Bin Tellal da kaynak koyabileceğini söylüyor.

 

Bu firma çok büyük bir firma, büyük bir tarihi geleneği olan bir firma, burada bu sene işler kötü gider, ama gelecek senelerde tutturacağını söylemek mümkün. Bir iki rakam vereyim; 200 milyon müşterisi varmış dünyada 100 ülkeye dağılmış ve 300 bin çalışanı varmış. Bu kadar büyük bir kuruluş olunca bu darbeyi yer, ama kendisini toparlar. Dolayısıyla yapılan iyi yatırımdır. Şu anda da tabii avantajlı bir durum, çünkü iyi bir fiyattan ortak olunuyor. Özetle CitiGroup para çekebiliyor, toparlayabiliyor.

 

Bunu şunun için altını çiziyorum. Büyük banka olmanın avantajları son krizlerle çok daha iyi ortaya çıktı. Büyük banka olmak iki türlü avantaj sağlıyor; bir tanesi böyle darbeler karşısında sarsılıyorsunuz ama yıkılmıyorsunuz. İkincisi de büyük bir banka ile iş yapıyorsanız böyle darbelerde o banka sizi koruyabiliyor. Tabii koruma biçimleri, ülkelerin geleneklerine, rekabet anlayışına göre değişiyor. Örneğin Kore krizinde, (1998) büyük bankalar böyle yakın ilişkide oldukları şirketlerin yaşamasına yardım edebilmişler, diğerleri edememişler. İstememişler değil, edememişler. Bu nokta çok önemli. Tabii ciddi bir soruyu hemen gündeme getiriyor; “bu kadar büyük bir banka söz konusu olduğunda bankacılıkta rekabet nasıl sağlanır?” Onun üzerinde de yıllardır Avrupalı, Amerikalı akademisyenler, bankacılık uzmanları çalışıyor, epeyce de yol alındı.

 

Ama bir şey daha var, o da ilginç. Haber diyor ki; “18.1 milyar dolarlık, müthiş, tarihin en büyük zararı ve piyasa analizcileri bu haberden çok memnun kaldılar çünkü bekleyişlerinin altında çıktı.”

 

ÖM: Evet, paradoksal bir durum.

 

HE: 20 milyar dolar, -belki daha üstüne de çıkanlar vardı-, tahmin ediyorlarmış.

 

ÖM: Evet, 200 yıllık bir rekor, Amerikan bankacılık tarihi de herhalde o kadar zaten?

 

HE: Herhalde, çok küçük olabilir ondan önceki bankalar, ölçekli bankacılığa ilk başlayanlardan birisi CitiGroup, 1812 de New York’ta. Tabii bu nominal rakam, onu da söylemek lazım. Mesela 1920’lerdeki krizdeki rakamı, enflasyonu hesaba katarak, bugünkü fiyata getirmezsek rakam düşük çıkar. Bunu bilmiyorum, birisinin yapması lazım. Şu anda da galiba en büyük rakam Citi Group’tan geliyor, onu İsviçre’nin UBS bankası takip ediyor, -İsviçre kökenli diyeyim, çünkü artık uluslararası bankaların sahibi kimdir söylemek zor-, Union Bank of Switzerland’ın zararının 13,5 milyar dolar civarında olacağı tahmin ediliyor. Onun da fazla bir sorunu yok çünkü onun da büyüklüğü kabaca 2.3 trilyon dolar. Yani o da bu zararla çökecek değil. Morgan Stanley için 9,4 diye söyleniyor.

 

Şimdi ortada iki tane sorun var; bir tanesi bu rakamları topladığınız zaman kaça ulaşıyor? Burada çok farklı rakamlar söyleniyor. Banklar üzerinde çalışıp hesap yapanlar, sonuçta 110-130 milyar dolar civarında bir rakama geliyorlar. Daha genel konuşanlar 300-400 milyar dolar diyorlar. Daha yüksek rakamlar da söyleniyor. Burada bir karışıklık var, onu açıklığa kavuşturmak lazım. Çünkü bankaların bilançolarına yansıyan rakamlar gerçekleşmiş olan zararı gösteriyor. Aralık 31 2007 itibariyle ne kadarmış, onu bugünlerde, bankalar bilançolarını yayınladıkça duyacağız. İşin bir de ikinci kısmı var, orasını kestirmek o kadar kolay değil, o da acaba bu tür kredilerde henüz tökezlememiş ama işler böyle gittikçe tökezleyecek olanlar olabilir mi? “Niye olsun?” diyeceksiniz, şöyle bir nedenle olabiliyor; bankacılıkta bir sıkıntı doğuyor, o sıkıntı nedeniyle bankalar tavır alıyor. Avrupa Merkez Bankası’nın yaptığı bir çalışma var, o gösteriyor ki, bankalar kredileri çeşitli şekillerde kısmışlar. Kısınca reel sektördeki birileri etkileniyor, etkilenince onların durumu kötüye gidiyor. Buna “mali hızlandıran” deniyor. Bu mali hızlandıran çalışmaya başladığı zaman krizi çok daha büyütüyor. Bu açıdan kestirmek de çok zor, kim ne zaman tökezler? Sistemin bu durumda kendi kendine bir noktaya varması ihtimali çok düşük, müdahale gerekiyor. Burada bir noktaya dikkati çekeyim, “mali hızlandıran” deyimini iktisada kazandıran iktisatçı Ben Bernanke’dir. O da Federal Reserve’in başında.

 

ÖM: Şu anda ABD Merkez Bankası’nın başındaki iktisatçı.

 

HE: Herhalde ne dediğini biliyordur. Yani bu işin çok ciddi boyutları olacağını biliyor. Bilmek başka, başarabilmek başka tabii, o konjonktüre bağlı olabilir. Ama korkulan bu rakamların toplamı değil, korkulan bu rakamların, sistemde, reel sektörde yeni sorunlar yaratması, üretimin düşmesi, işsizliğin artması, bunun böylece bütün bir krize dönüşmesi. Bir de teknik bir şey var, o da çok daha yeni gelişmelerin sonucu, bu şekilde açılan krediler bir şekilde paketlendi, riskleri bölündü, parçalandı. Ortaçağın simyacılarının bakırdan altın üretmesi gibi, insanlar kötü kaliteli kredilerden iyi kaliteli krediler ürettiklerini bir şekilde düşündüler, -nasıl yaptılarsa bilemiyorum- ondan sonra bunları başkalarına devrettiler, tabii başkalarına devrederken de çeşitli anlaşmalar yapıldı. Onları da bilmiyoruz; belki “al bu senin olsun ver parasını” dendi, belki “al bu senin olsun ama bunun fiyatı %10’dan fazla düşerse merak etme garanti veririm” dendi, o zaman bankada bir risk var bilanço dışında bir yerde. Özetle, her kontrata göre riskin kimde olduğu değişiyor, onlar hakkında pek bir fikir yok. Bunların büyüklüğünü tahmin etmek mümkün, epeyce de büyük rakamlar ama bunların ne kadarının sorunlu olduğu da belli değil.

 

Örneğin, benim aklıma şu geliyor, bu tür olaylarda önce en kötü olanlar gider. Dolayısıyla sistemin en sorunlu kredilerinin ortaya çıkma süreci 2007 yılı içinde belki tamamlandı, belki de az kaldı geriye. Bilmek zor.

 

Bir de önümüzdeki dönemde de yeni bataklar banka bilançolarına gelmeye devam edebilir diye bir kaygı var. Bu da sanıyorum olacak, yani 2007’nin ilk çeyreğinde biraz daha görürüz, belki ikinci çeyrekte de biraz rakamlar görürüz gibi geliyor.

 

Daha evvel böyle bir rakam söylense, “dünya battı” derdik, ama anlaşılıyor ki dünya batmıyor, ama dünyanın sıkıntıda olduğu çok açık. Çok ciddi bir sorun olduğu açık ama bunun dünyayı süpürecek bir olay olduğu da şüpheli. Hatta sistemin verdiği tepkilerde bile bir gariplik var, onu da anlamış değilim, yeni verilere ihtiyaç var. Mevcut verilerde 2007’de sistemin verdiği tepki 2001 krizindekinden daha az. 2001’de de kriz bile olduğu şüpheliydi, bizim memlekette olduğu açık da dünyadaki kriz değil bir yavaşlamaydı, orada tepkiler daha kuvvetli gibi görünüyor. Belki 2007’nin üçüncü çeyreğine bakmak çok doğru olmayabilir. Belki tepkileri şimdi göreceğiz.

 

Ne dersek diyelim, 2007 de başlayan bu süreç daha önce dünyanın yaşadığı sıkıntılardan çok farklı ve daha büyük bir olay değil, ama ciddi bir olay.

 

ÖM: CitiGroup’la beraber diğer bankaları da dikkate alıp alt alta toplanması gereken büyükçe rakamlar var. Onların hepsi de işten çıkartma şeklinde bir tepki mi veriyorlar ? CitiGroup 7000 kişiyi işten çıkaracakmış galiba.

 

HE: Evet, CitiGroup’ta rakamı deklare ettiler, diğerlerinde böyle büyük çapta işten çıkartma rakamı duymadım. Yalnız şuna da dikkatinizi çekeyim; 300 binde 7000. Bu tür olaylarda bazı kararlar alınıyor, mesela bazı bankalar “şu faaliyetlerimizi tasfiye edeceğiz” diyorlar, yani artık onu yapmayacak başka işe yönelecekler. İhtisaslaşmada başarılı olduğu alanlara yöneliniyor. Bu durumda da bir istihdam etkisi oluyor, fakat onun neti başka türlü olabilir. Diyelim ki, “menkul kıymetlerde filan işleri yapan bölümü kapatıyorum, onun yerine ticari krediler bölümüne şunu ekliyorum” dediği zaman, o bölüme eleman alıyor, öbür bölümdekinin işine son veriyor. Kısaca esas durumun tam anlaşılması biraz vakit alır, nette de çok büyük rakam çıkmayabilir. Citi Bank’ınki anladığım kadarıyla bu son habere karşı bir tepki değil, başta da söylediğim gibi, Citi Bank başkanını değiştirdi, yazdan beri veya ne zaman rakamlara kesin hakim oldularsa, çünkü 2-3 ay evvel başkan değiştirdiğine göre sıkıntının farkına daha önce vardılar- bir önceki başkanın istifasını talep ettiler. Dolayısıyla, Citi Group’un karşılaştığı sorunun geçen senenin ortalarında veya üçüncü çeyreğinde iyice anlaşıldığını ve Banka’nın bir plan yaptığını söyleyebiliriz. Bir de tabii, “şu kadar kişinin işine son veriyoruz” dediği zaman bu rakam önemli, fakat yeni eleman da alıyor olabilir, onu bilmiyoruz.

 

ÖM: Bunu daha yakından takip etmeye devam etmeliyiz..

 

HE: Bir de şu var, Amerikan iş dünyasının anlayışında bu çok yüksektir, yani aynı olay bir Avrupa firmasında, Alman firmasında olsa, böyle ortaya çıkıp “biz şu kadar kişinin işine son verdik” denmez, biraz daha ayıptır. Amerika’da ise normal karşılanır, yani “bak aferin, tedbir de alıyorlar maşallah, üstelik genel müdürü de değiştirdiler” diye takdir toplar, dereceleri de yükseğe çıkar. ABD’de işten insan atmak iyi bir şeydir, insani değilse de...

 

 

(17 Ocak 2008 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)