Çıkıkçının Kızı

-
Aa
+
a
a
a

1952 yılının Şubat ayında Kaliforniya, Oakland’da doğmuş olan Amy Tan, yaşamının ilk yıllarını San Francisco körfezinde geçirmiş. Liseyi İsviçre, Montreaux’de okuyan Tan, üniversitede dilbilim öğrenimi görmüş, daha sonra San Jose Üniversitesi’nde aynı dalda uzmanlığını yapmış. Makaleleri ve öyküleri pek çok dergide yayımlanmış olan Tan, yıllardır öğrenme ve gelişim güçlüğü olan çocuklara yardımcı olan bir dil uzmanı.

Kitapları şu anda yirmi beş dile çevrilmiş olan ilk kitabı Talih Kuşu (The Joy Luck Club), Tan’a 1989 yılında Amerika’da Ulusal Kitap Ödülü ile Los Angeles Times Kitap Ödülü’nü getirmiş. Tan, bu kitap ile aynı zamanda New York Times’in En Çok Satılan Kitaplar Ödülü’nü de kazanmış. Amy Tan bu romanın filme alınışı sırasında senarist ve ortak-yapımcı olarak da rol almış. Sonraki yıllarda Mutfak Tanrısı (The Kitchen God’s Wife) ve The Hundred Secret Senses (Yüz Gizli Duyu) adlı kitapları da yayımlanan Tan’in iki de çocuk kitabı var. The Moon Lady (Ay Hanım) ve The Chinese Siamese Cat (Çinli Siyam Kedisi).

Altı yıl aradan sonra yayımlanan son kitabı The Bonesetter’s Daughter’da da (*) Tan yine anne-kız ilişkilerini irdeliyor. Bu anlamda Talih Kuşu’nun bir devamı gibi görülebilirse de The Bonesetter’s Daughter kendi başına bir öykü. Birbirine kan bağı ile bağlı olan iki insan arasındaki sevgi-nefret ilişkisini, acı, gurur, hüzün, geçmişe duyulan üzüntü, terkediş, vazgeçme gibi duyguları ince bir hüzünle anlatan bu kitabın başarısı, anlatılan ikilinin Amy Tan ile kendi annesi oluşundan kaynaklanıyor.

Amy Tan, annesinin öldüğü gün onun ölümünü duyurmak üzere gazeteye bir ilan yazmaya oturduğunda yaşamının bu kadar değişeceğinin farkında değilmiş. Bir kere annesinin genç kızlık soyadını

bile bilmiyormuş. Bunu araştırmak için yola koyulduğunda müthiş gerçeklerle karşılaşmış. Yalnızca annesi mi, anneannesi de onun bildiği kişi değilmiş. Annesinin kendi geçmişine ilişkin anlattıklarının ne kadarı doğru idi, ne kadarını kızından saklamıştı?

“Ameliyattan kaçan katarakt hastası gibisin”

Amy Tan bu geriye dönük yolculuğu yaparken beş yıldır yazmakta olduğu roman da biçim değiştirmiş, The Bonesetter’s Daughter’a dönüşmüş. Şöyle yazıyor Tan kitabının önsözünde: "Bu kitabın yüreği büyükannem, sesi ise annemdir."

Tan’in kahramanı Ruth Young, geçimini Hayalet Yazar olarak sağlayan 46 yaşında bir kadındır. Birlikte çalıştığı yayımcı, biraz da Çinli oluşundan dolayı Ruth’u sürekli "chakra" "chi" "prana" "biyomanyetik enerji" "biyoenerji alanları" gibi kendine-yardım kitapları üzerine yoğunlaşmaya zorlar. Bu kitapların uzman olan yazarları ne yazık ki dilde aynı uzmanlığı gösteremedikleri için Ruth’un işi, bu uzmanların tuttuğu notları okunabilir, yazınsal niteliği olan bir anlatıma dönüşür. Sürekli perde arkasında kalma sıkıntısını yaşayan Ruth, artık bütünüyle kendinin olan bir kitap yazmayı ister. Ama bunu yapacak gücü bir türlü kendinde bulamaz, sürekli kendine özürler yaratır.

Birlikte yaşadığı erkek arkadaşı Art, onun bu tutukluğunu şöyle ifade eder: "Sen birdenbire kör olmaktan korktuğu için ameliyattan kaçınıp yavaş yavaş kör olmayı yeğleyen bir katarakt hastası gibisin. Ancak kör olduğun zaman çözüme uzanacaksın, ama o zaman da kör olduğun için önünde duran çözümü göremeyeceksin." Art’ın bu acımasız sözlerle anlattığı aslında Ruth’un annesi ile yasadığı çelişkinin de ifadesidir. Yıllar boyu annesi ile bir uzaklığı, sürtüşmeyi, sevgi-nefret ilişkisini yaşamış olan Ruth hiçbir zaman annesi LuLing’in gözünün önünde yatıp duran gerçeğini görmeyi başaramamıştır. Hem de LuLing kendi el yazısı ile yazdığı yaşam öyküsünü Ruth’a vererek ona bir anlamda yardım çağrısı çıkarmışken. Ruth LuLing’in öyküsünü anlamaktan korkmuş, ondan kaçınmıştır. Zayıf Çince’sinin bu Çince yazılmış el yazısını okumaya yetmediği, zamanının olmadığı, hiçbir şeye yetişemediği gibi özürler üretip, LuLing’in el yazması destesini çekmecesinin en arkasına tepmiştir.

Ancak 77 yaşındaki LuLing, Alzheimer hastalığından mustariptir ve gitgide belleğini yitirmektedir. Onun bu hastalığı Ruth’u ister istemez annesiyle yakınlaşmak zorunda bırakır. Zaten LuLing’in el yazmalarını kızına verişindeki amacı da budur; belleğini bütünüyle yitirmeden yaşamındaki gerçekleri kızına anlatabilmek. Ancak Ruth bu el yazmalarını bilinçdışı bir inatla görmezden gelerek, henüz sağlıklı iken annesi ile kavuşma, uzlaşma, ayrılıklarını giderme şansını kendi elleri ile yok eder. Artık Ruth istese de istemese de pek çok erişkinin karşılaştığı bu yürek acıtıcı durumla yüzleşmek zorundadır: Şimdi çocuklar anne baba, anne babalar çocuk kimliğindedir. Yıllarca sizden güçlü, sizden büyük, size ulaşılmaz olan bu insanla yer değiştirmişsinizdir ve bu sizi paramparça etmektedir. Tıpkı Ruth’a olduğu gibi. Hele de Ruth ve LuLing gibi geçmişinizde derin kültürel aykırılıklar varsa bu daha da acıtıcı olacaktır.

Amy Tan ve Zo, New York City, 1996.Fotoğrafı Jill Krementz (Kurt Vonnegut'un eşi) çekmiş.Aslında Ruth ile LuLing arasındaki temel sorun bir iletişimsizlik sorunudur. Pek çok anne-kız arasında yaşanan bu sorun bu ikilinin kültürel farklılığı ile de beslenip iyice büyümüştür. Her ne kadar Ruth bunun sorumlusu olarak LuLing’i görüyor olsa da, kendisinin farkına varamadığı, kendisinde de iletişim eksikliği olduğu, bu uzaklığı bir anlamda kendisinin büyüttüğüdür. Öyle ya, seçtiği meslek bile doğrudan kendini, duygularını ifade etmek, onları yazıya dökmek yerine başkalarının anlattıklarını, duygularını yazmak şekline dönüşmüştür. Ruth kendini anlatmayı becerebilen biri değildir. Ancak Art’ın da söylediği gibi, bunun farkında değildir.
Ruth kendini her zaman Amerikalı olarak görmüştür. LuLing ise 50 yıldır yaşadığı Amerika’ya öyle yabancıdır ki, dilini bile doğru dürüst öğrenmemiş, kırık dökük bir Çinli aksanı ile konuştuğu İngilizcesi ile Ruth’u her zaman utandırmıştır. LuLing’in Çin kültürüne sımsıkı bağlılığı yıllar sonra Art ve onun ergen kızları ile birlikte yaşayan Ruth için bir utanç kaynağına dönüşmüştür. Her ne kadar yoz Amerikan kültürü ile büyümüş bu kızlar LuLing’i Çince’de Büyükanne anlamına gelen Waipo sözcüğü ile çağırıyor ve yüzüne karşı bir şey söylemiyorlarsa da Ruth onların gizliden gizliye gülüşmelerinin farkındadır.

Niye hâlâ annesinden nefret etmekte?

Öte yandan Art’ın da LuLing’i kabul etmediğinin farkındadır. Annesinden uzak durarak bu sorunu aşabileceğini düşünen Ruth eninde sonunda artık su ve gaz musluklarını kapatmayı unutacak kadar çözülmüş, attığı her adımı yaşamsal tehlike taşıyan annesine bakmak için yeniden onunla yaşamak zorunda kalacaktır. Ve bu süreç Ruth’a LuLing’den asıl utananın çevresi değil kendisi olduğunu ve bunun nedenlerini gösterecektir.

Ruth’un çocukluğu ve gençliği huzursuz, huysuz, sürekli ölüm korkusundan yakınan, ölerek herşeyden kurtulmayı istediğindensöz eden, daha da öteye gidip kızını sürekli kendini öldüreceği tehditi ile ip üzerinde tutan bir LuLing’le geçmiştir. LuLing sürekli "Precious Auntie" dediği bir hayaletin lanetinden söz etmektedir. Bu "Sevgili Hala" LuLing’in geçmişinde önemli yer tutan bir figürdür ve LuLing bu hayalet tarafından bağışlanmadığı düşüncesi ile azap içinde kıvranmaktadır. Ruth onun "Sevgili Hala"ya olan bu tutkunluğunun farkına vardığında kendisine izin verilmeyen şeyleri yapabilmek için bunu kullanır. Her yıl 12 Ağustos’ta Ay dönümünde yakalandığı "Afazi" (Ses yitimi) dönemlerinde annesi ile iletişim kurabilmek için kullandığı yazı tahtasına yapmak istediği şeyleri yazarak, "Precious Auntie böyle istiyor" diye ekler. Böylelikle LuLing Precious Auntie’nin sonunda onu bulduğuna inanır. Ruth için bir çıkar oyunu olan bu ufak hile LuLing için yıllar boyu süren azabın sona ermesi yolunda atılan bir adımdır.

LuLing yıllardır mutsuzdur. Amerika’ya yeni geldiğinde evlendiği eşini bir kazaya kurban verdikten sonra iki yakası bir araya gelmemiş, Amerika’da parasız, desteksiz, küçük bir çocukla yalnız bir yasam sürdürmüştür. Ruth’un tanıdığı LuLing sürekli yakınan, sürekli ağlayan, sürekli hoşnutsuz bir kadındır. Ruth hep bu evden kaçmak, LuLing’siz bir yaşam kurmak istemiştir. Bir kez kendi parasını kazanmaya başlasın, bir kez kendi başına yasamaya başlasın her şey yoluna girecektir. Ama niye şimdi, başarılı bir işi varken, sevdiği bir adamla istediği türde bir yaşam sürdürürken, hâlâ niye mutsuzdur? Niye hâlâ Afazi nöbetleri tutmaktadır? Niye hâlâ annesinden nefret etmektedir? Neden her şeyin sorumlusu olarak LuLing’i görmektedir? Niye LuLing’in hiçbir zaman kendisini sevmediğine inanmaktadır?

Ruth’un bilmediği, yıllar sonra o bucak bucak kaçtığı, kasvetli, eski, içine sıkıntılar yığan anne-evinde oturmuş, LuLing’in el yazmalarının Çinli bir profesör tarafından tercüme edilmiş sayfalarını okurken acı ve pişmanlıkla keşfettiği, LuLing’in de tıpkı kendisi gibi mutsuz bir çocukluk ve gençlik geçirdiği ve istese de bundan daha farklı bir yaşam süremeyeceğidir.

Çin’in geçmişine yolculuk

LuLing’in öyküsü Koloni dönemi öncesi Çin’inde Mouth of Mountain (Dağın Ağzı) bölgesindeki Xian Xin (Immoral Heart=Ahlaksız Yürek) diye bilinen bir köyde başlar. Bu köyde yaşayan Bonesetter’in (Çıkıkçı) çok güzel bir kızı vardır. Çıkıkçı dönemin çok ilerisinde, çok iyi okuyan bir bilim adamıdır. Kızını da dönemin kurallarını hiçe sayarak eğitir, o da tababetten anlayan, okumayı bilen, kültürlü bir insana dönüşür. O dönemde Batılı arkeologlar da Çıkıkçı ve ailesinin yaşadıkları bölgedeki bir mağarada keşfedilmiş Pekin Adamı’’nın kemiklerinin peşindedir. Cebinde bu kalıntıdan bir kemik taşıyan bu mükemmel kızın yazgısı o kadar da güzel olmayacaktır. Köyün varlıklı tüccarı ona göz koyup, o ise bir başka gence yürek düşürdüğünde güzel kızın yazgısı çoktan çizilmiştir.

İşte LuLing bu kendini herkesten saklayan insanın kızıdır, ancak bu gerçeği bilmeden büyür. II. Dünya Savaşı başlayıp, Çin Batı ile müttefik olunca Japonya tarafından işgal edilir. LuLing önce kendini bir grup Amerikalı rahibe ile bir yetimler evinde, daha sonra bu rahibelerden birine son yolculuğunda eşlik eden üvey kız kardeşi sayesinde Amerika’da bulur. Yıllarca bakıcısı olarak bildiği "Precious Auntie"nin annesi olduğunu çok geç öğrenir. İntihar eden annesinin cesedi köylülerce "End of the World" (Dünyanın Sonu) diye bilinen bir yardan aşağıya atılmış, LuLing ne kadar aradıysa da onun bir tek kemiğini bile bulamamıştır. Çinli inanışında eğer ölünün bedeninin yeri belli değilse ruhunun da yeri belli değildir. O yüzden LuLing yıllarca "Precious Auntie"nin hayaletinin kendisine görünmesini bekleyip durmuştur boş yere. O yüzden de Ruth sırf annesinden istediği şeyi koparabilmek için "Precious Auntie"nin hayaletinin kendisine göründüğünü uydurduğunda artık bu lanetin biteceğini umarak çok sevinmiştir.

Aslında LuLing’e göre laneti sona erdirmenin tek bir yolu vardır. Dağın Ağzı’na dönüp "Precious Auntie"nin kemiklerini bulmak. Eğer Ruth annesinin el yazmalarını zamanında okumuş olsa idi belki de annesini Çin’e geri götürüp onu yaşamı boyunca kovalayan bu lanetten kurtarabilirdi, ancak çok geç kalmıştı. LuLing belleğini tümden yitirmişti.

Kimbilir belki de LuLing yaşamı boyunca bulamadığı huzura belleğini yitirdiğinde kavuşmuştu…

Bu şiirsel romanın yazarı Amy Tan yirmi yıldır Lou DeMattei ile evli ve Sagwa adında kedisi, Mr. Zo adındaki köpeği ve eşi ile kâh San Francisco’da, kâh New York’ta yaşıyor. (*)Türkçe’de “çıkıkçı” anlamına gelen Bonesetter, Çin’de de tıpkı bizdeki çıkıkçılar gibi tıbbi ehliyeti olmadan kırık-çıkıkları iyi eden kişilere deniyor. Onlar da eski zamanlarda bizim çıkıkçılarımız gibi her derde deva ilaçları sağlayabilen, kemik tozlarını öğütüp ilaçlar yapabilen tıp adamlarıymış.