Bu Tarihin Ölümüdür

-
Aa
+
a
a
a

Independent 17 Eylül 2007

2,000 yıllık Sümer kentleri yıkıldı, haydutlarca yağmalandı. Keldanilerin güçlü Ur kentinin duvarları, askeri birliklerin harekâtında çatırdadı, eski Mezopotamya siteleri, servetine servet katmak için onları satın alan toprak ağalarının çapulcularınc”a yağmalandı.  Irak’ın, insan medeniyetinin beşiği olan tarihi geçmişinin neredeyse tamamının yok oluşu, bizim feci ve utanç verici işgalimizin en önemli sembollerinden biri oldu. 

Arkeologların topladığı bulgulara göre, Saddam Hüseyin rejiminde arkeolojik araştırmalar için eğitilen kişiler bile, bilgilerini, arkeolojik alanları kazıp, paha biçilmez binlerce çömleği, şişeyi ve diğer sanat eserlerini çalmak, tahrip etmek için kullanıyorlar.

1991 Körfez Savaşı’ndan sonra, ordular ve çapulcular Irak’ın güneyindeki çöl kentlerine gittiler ve orada en az 13 Irak müzesi talan edildi. Bugün, Güney Irak’taki hemen her arkeolojik site çapulcuların kontrolünde.

Lübnanlı arkeolog Joanne Farchakh, Aralık ayında yayımlanacak uzun ve müthiş ekspertiz raporunda, yağmacı ordusunun, binlerce yıldır toprak altında gömülü olan Sümer kentlerinden bir metre bile uzaklaşmadığını söylüyor ve şöyle yazıyor:

“Satacak eser bulabilmek için sistemli olarak bu uygarlığın kalıntılarını tahrip ediyorlar. Burası, eğer düzgün kazılabilse, insan ırkının gelişimi hakkında çok geniş yeni bilgilere ulaşabileceğimiz 20 kilometrekarelik bir alan.

İnsanoğlu, savaşla yıkıma uğramış bir ülkede, tüccarların alıp sattığı çivi yazısı tableti, heykel  veya bir parça mücevher için kendi geçmişini kaybediyor. İnsanoğlu, lüks malikanelerinde güvenle yaşayan ve koleksiyonları için özel parçalar ısmarlayan özel koleksiyonerlerin zevki için tarihini kaybediyor.”

İşgalin hemen ardından Bağdat Arkeoloji Müzesi’nden çalınan hazineler için yapılan özel bir soruşturmaya yardım eden Bayan Farchakh, Irak’ın çok yakında tarihsiz kalacağını söylüyor:

“Ülkede 10 bin arkeolojik kazı alan var. Sadece Nasıriye’de, hepsi sistematik olarak yağmalanmış 840 Sümer kazı alanı bulunuyor. Büyük İskender bile, bir şehri yıktığında her zaman yenisini yapardı. Ama şimdi hırsızlar her şeyi yıkıyor en dipteki yerleri bile kazıyorlar. Yeni olan tek şey ise yağmacıların giderek daha organize ve daha zengin oldukları.

Bunun ötesinde, askeri operasyonlar da bu siteleri sonsuza dek yok ediyorlar. Ur’da beş yıl boyunca bir Amerikan üssü vardı ve duvarlar askeri araçların ağırlığıyla yıkıldılar. Bu, arkeolojik bir alanın sürekli depreme maruz kalması gibi bir şey.”

Bugünkü Irak’ın antik kentleri arasında Ur, insanoğlu tarihinin en önemli yeri olarak görülür. Eski Ahit’te zikredilen -ve Hz. İbrahim’in yaşadığı yer olduğuna inanılan- Ur, Kamirna, yani Ay Kenti olarak Arap tarihçilerin ve gezginlerin eserlerinde de yer alır.

Milattan Önce 4 000’de kurulan Ur’da, Sümer halkı, tarımı, sulama sistemini ve madeni eşya yapımını geliştirdi. Bin beş yüz yıl sonra, Ur’da yazının, mimarinin, kitabelerin ilk örnekleri çıktı. Yakınlardaki Larsa’da, pişmiş kilden tabletler, dünyanın ilk çekleri olarak kullanıldı. Bu killerdeki çentikler, transfer edilen paranın miktarını gösteriyordu. Ur’un kraliyet mezarlarında, mücevher, hançer, altın, silindir şeklindeki Asur mühürleri, bazen de esirlerin kalıntıları vardı.

Amerikalı yetkililer, sürekli olarak, Babil’de tarihi kenti korumak için üs kurduklarını tekrarladılar. Ancak Columbia Üniversitesi’nde sanat tarihi ve arkeoloji dersleri veren Iraklı arkeolog Zeynep Bahrani, bunu “deli saçması” olarak nitelendiriyor. Bahrani, kenti inceledikten sonra şunları söyledi: “Babil’e verilen hasar o kadar büyük ve o kadar onarılamaz ki, ABD güçleri onu korumak isteseydi eğer, bölgenin en büyük üssünü oraya kurup buldozerle dümdüz etmek yerine, kentin etrafına koruma yerleştirme duyarlılığını gösterirdi.”

Tarihi binalar 2003 yılındaki hava saldırılarında hasar görmedi, ama Profesör Bahrani şunu anlatıyor: “Bağdat’ın düşmesinden sonra yağmalanan müzeler ve kütüphanelerin ötesinde, işgal müthiş bir hasara yol açtı. 2003 Nisan’ından bu yana, en az yedi tarihi kent ABD ve koalisyon güçlerince bu şekilde kullanıldı. Bunlardan biri de Samarra’nın kalbi olan ve Nasr al Din Şah’ın yaptırdığı tapınaktı. Tapınak 2006’da bombalandı.”

Tarihi miras alanlarının askeri üs olarak kullanılması, 1954 yılında imzalanan Lahey Anlaşması ve Protokolü’ne aykırı (başlık 1, Madde 5). Anlaşma, işgal dönemini de kapsıyor. ABD bu anlaşmayı imzalamadı, ancak Irak’a asker gönderen İtalya, Polonya, Avustralya ve Hollanda bu anlaşmayı imzalayan ülkeler.

Bayan Farchakh’ın belirttiğine göre, dini gruplar Irak’ta güç kazandıkça, arkeolojik alanlar da onların kontrolüne geçiyor.  Farchakh, Dikar Eyaleti eski eserler Müdürü Abdulemir Hamdani’den söz ediyor. Hamdani, işgal sırasında umutsuzca tüm toprak altındaki kentlerin yıkımını önlemeye çalıştı ve “hepimizin tanık olduğu felaketin” önüne geçmeye çalıştı.

Hamdani 2006 yılında şunları söylüyordu: “800 arkeolojik alanın olduğu bölgede, yağmayı önlemek için, arkeolojik alanları mümkün olduğunca sık kontrol edecek 200 polis memuru görevlendirdik. Ancak bu iş için yeterli ekipman yoktu. Sadece sekiz aracımız, biraz silahımız ve birkaç telsizimiz vardı.

Tabii ki bunlar yeterli değil ama,- hükümetten, bize alanları kontrol etmek için yeterli benzin verilemeyeceği kararı çıkana kadar,- elimizden geleni yaptık. Sonunda, yağmayı önlemek için çalışmaya başladık ama bu da dini grupların Irak’ın güneyine hakim olmasından önceydi."

Geçen yıl, Dr. Hamdani'nin eski eserler departmanı, yerel yönetimden, Sümer siteleri çevresinde tuğla fabrikaları kurmayı onaylayan bir not aldı. Ama kısa sürede anlaşıldı ki, fabrika sahipleri Irak hükümetinden burayı satın almayı istiyorlar, çünkü bölgede birçok Sümer kenti ve farklı arkeolojik alan var. Yeni sahibi, bu alanı kazacak, yeni tuğlalar yapmak için eski taşları eritecek ve bulduğu değerli şeyleri antikacılara satacaktı.

Dr Hamdani cesur bir şekilde dosyayı onaylamayı reddetti. Bayan Farchakh anlatıyor:

"Bu reddin hızlı sonuçları oldu. Nasıriye’yi kontrol altında tutan dinci partiler, ellerinde yolsuzluk iddialarıyla tutuklama emri bulunan polis memurları gönderdiler. Hamdani, üç ay boyunca, hapiste yargılanmayı bekledi. Eski Eserler ve Tarihi Miras Genel Müdürlüğü ve Dr. Hamdani’nin güçlü aşireti mahkeme boyunca onu savundu. Sonunda serbest bırakıldı ve işine döndü. Tuğla fabrikası projesi donduruldu, ancak benzer raporlar ve benzer stratejiler –Bağdat yakınlarındaki Akarakuf ziguratı gibi- arkeolojik alanlar yakınındaki başka kentlerde uygulandı. Iraklı arkeologlar düzeni ne kadar sağlayabilirler? Bu soruya ancak, bu projeleri onaylayan dini gruplara bağlı Iraklı politikacılar verebilir.”

Artık aşiret liderlerinin yardımıyla organize bir yapıya kavuşan polisin, yağmacıların gücünü kırma çabaları, ölümcül sonuçlar veriyor. 2005’te, Irak gümrüğü, -Batılı birliklerin de yardımıyla, Nasıriye yakınlarındaki Fecr’de bazı eski eser tacirlerini yakaladı. Onlarla birlikte Bağdat Müzesi’nden aldıkları belirlenen yüzlerce esere de el kondu. Bu ciddi bir hataydı.

Konvoy, Bağdat’ın birkaç kilometre dışında durduruldu, gümrük görevlilerinden sekizi öldürüldü, cesetleri yakıldı ve çölde çürümeye bırakıldı. Eserler de kayboldu. Bayan Farchakh, “Bu eski eser tacirlerinin dünyaya açık bir mesajıydı” diyor.

Eski eser yağmacıları, geniş bir kaçakçılık örgütünün içinde çalışıyorlar. Kamyonlar, otomobiller, uçaklar ve gemiler Irak’ın tarihi ganimetini Avrupa’ya, ABD’ye, Birleşik Arap Emirlikleri’ne ve Japonya’ya taşıyor. Arkeologların söylediğine göre, giderek artan sayıda internet sitesi, müşterilerine 7 bin yıl öncesine ait Mezopotamya eserleri sunmaya hazır.

Güney Irak’ın çiftçileri, artık toprak altındaki binaların duvarlarını belirlemek ve doğrudan odalara, mezarlara ulaşmak konusunda usta birer yağmacı. Arkeologların raporunda şu yazılı: “Dünyanın geçmişini çalma konusunda eğitimliler ve bundan önemli kârlar sağlıyorlar. Her objenin ederini çok iyi biliyorlar. Yağmayı neden bırakacakları sorusuna cevap vermek de zor.”

1991 Körfez Savaşı’ndan sonra, arkeologlar eski yağmacıları işçi olarak tuttular ve onlara maaş bağlanacağı sözünü verdiler. Arkeologlar kazı alanında bulundukları sürece sistem işledi, ancak daha sonraki hasarın nedenlerinden biri de buydu; insanlar nasıl kazacaklarını ve ne bulacaklarını iyi biliyorlardı.

Farchakh ekliyor: "Irak’ta ne kadar uzun süre savaş olursa, uygarlığın beşiği de o kadar tehdit altında olur. Torunlarımızın öğreneceği bir şey kalmaz.”

Çanak Çömlek Tarlası

Arkeolog Joanne Farchakh

Irak’ta taşra toplumu bizimkinden farklıdır. Tarihi miras ve eski uygarlıklarla ilgili standartları bizimkilere uymaz. Tarih, aşiretinin ve atalarının zaferleriyle, öyküleriyle sınırlıdır. Kısacası, onlar için, “uygarlığın beşiği”, çölün ortasındaki bir çanak çömlek tarlasından fazla bir şey değildir, çünkü sonuçta toprağın sahibi onlar ve oradan çıkanlar da onlara ait. Aynı şekilde, eğer yapabilselerdi, bu insanlar, “onların toprakları” olduğu için, petrol alanlarını kontrol etmekten çekinmezlerdi. Çünkü çölde hayat çetindir ve onlar tüm hükümetlerin unuttuğu insanlardır. “İntikamları” da, para kazandıracak her fırsatı değerlendirmek olur. Bir mühür, bir heykel ya da çivi yazısı tablet 50 dolar değerindedir ve bu da ortalama bir Iraklı memurun aylık maaşının yarısı demek. Tüccarlar, yağmacılara şunu söylediler: Bir objenin bedeli olması için üzerinde bir yazı olmalı. Irak’ta köylüler için yağma, normal bir çalışma gününün parçasıdır.

 

* Irak Ulusal Müzesi Müdürü Mushin Hasan, yağmalanmış tarihi eserler arasında, 13 Nisan 2003 (Fotoğraf:AFP)