17 Ekim 2008
Sucu Raşit'in babası Köfte Nazif, güçlü kuvvetli adammış. Adı üstünde, köftecilik yaparmış. Bir müşteri peydahlanmış, gelip yiyor, bitirince de, ağzını, masaya bu iş için konmuş ince kâğıt parçalarıyla sileceğine, kalan ekmeğin içiyle siliyor. Bir, ki, üç, Köfte Nazif müdahale etmiş: "Arkedeş, kâat vaa masada, bak!" Adam bir daha geldiğinde yine ekmekle silince, seninki tutmuş adamı, atmış dükkândan.
Soracak oldum, "Hangi yıllardı bu?é diye, "Ben ilkokula gitmiyodum daha. Aşaa yukarııı, kilisenin yıkıldığı yıllar" dedi.
Kilisenin yıkıldığı yıllar?
Aya Nikola Kilisesi
Bodrum, kalenin birleştirdiği iki koydan oluşur. Bunların sağda olanına yerliler 'Gâvur Mahallesi', yerli turistler de, buna izafeten, soldakine 'Müslüman Mahallesi' demişlerdir. Tabii ki, 'gâvur', 1923 mübadelesinden önce burada Rumların oturuyor olmasından gelir ama, tabii ki biraz da, onların yerine "yarı-cavur" mübadillerin gelip yerleşmesinden.
Halikarnas'tan başlayan Cumhuriyet Caddesi'nin bittiği (turistler bu caddeyi 'Barlar Sokağı' diye bellemiştir), oradan limana kadar uzanan Dr. Alim Bey Caddesi'nin başladığı noktada bir meydan vardır; Gâvur Mahallesi'nin tam ortasına denk gelir. Burada 'Halk Eğitim Merkezi' diye kunt bir yapı yer alır. Gudubet mi gudubet, güzelim yerel mimariye söver cinsten, koca bir bloktur. Kışın güya folklor çalışmalarına mekânlık, yaz boyu da işporta çarşılığı yapar. Eskiden bu ucubenin yerinde Bodrum'un büyük kilisesi Aya Nikola varmış; ben yetişemedim. İsmi, gemicilerin koruyucusu Aziz Nikola'dan geliyor.
Rumlar Yunanistan'a gönderildikten sonra boş kalan anıtta önce sinema oynatıldığını Selçuk Erez'in İstanköyaltı Bodrum'undan öğreniyoruz (Bilgi Yayınevi, s. 68-70). Ama "Bu devasa mekân çok iyi sünger deposu olur" diye düşünenler var. Nitekim, Erez'in kitabında uzun uzun anlatılan Bodrum'un ünlü sünger ihracatçısı Ali Cengiz ve ayrıca ilkokul öğretmeni Nusret Hoca "Rumları sevmesek de dinlerine saygımız vardır; mihrabı yıktırıp binayı kilise olmaktan uzaklaştırmadan böyle sinema oynatmak doğru değildir" diyorlar. Dine saygısızlık olmasın diye mihrap yıktırılıyor; Aya Nikola Kilisesi, oluyor sünger deposu.
O sıralar, yabancı turistlerin ve özellikle de dalış meraklısı Fransızların Bodrum'u ufaktan keşfetmeye başladıkları yıllardır. Kasabanın en merkezi yerindeki bu 'depo'nun fotoğraflarını çekiyorlar. O zamanlar bu terim daha keşfedilmemiş ama ülkü tabii ki eksik değil, birtakım 'ulusalcı' vatandaşlar işkillenmeye başlıyor. Durumu Ankara'ya bildiriyorlar. Günahları boyunlarına, "Bunlar gider dışarıda ülkemiz aleyhinde propaganda yaparlar da burada bir Rum devleti kurulur" da diyorlar.
O devirde kolay değil, bugünle bir oranlayın: İstanbul'da sadece 2 bin Rum'un kaldığı günümüzde, burada bir Rum Vatikanı kurulacak diye ödümüz kopuyor (Milliyet, 29.10.1993). Bu konuda, milletvekillerimiz TBMM'de meclis araştırması talep ediyor (Cumhuriyet, 09.06.1994). Rize'nin Şimşirli köylüleri, köylerine arıtma tesisi yapılması için verilecek AB hibesini, "Bunun içinde bir iş var" diye reddediyor (Radikal, 10.12.07). Daha dün Balat'ta, "Evleri Patrik alacak" diye, insanlar evlerinin AB tarafından restore edilmesini reddettiler (Taraf, 26.09.08). Yani, her an paluze gibi tir tir titreyen bir ülkeyiz. Tek bir sivil toplum kuruluşu bulunmayan o günleri bir düşünün bir de.
'Ulusalcı'lar devreye giriyor
Tabii, hemen belediyeye baskılar gelmeye başlıyor, "Bu kiliseyi hemen yok et" diye. Belediye Reisi Derviş Bey'in bu barbarlığı yapması mümkün mü? İnsancıl. Zamanı için çok kültürlü; lise bitirmiş. Çok dindar; ibadet yeri nasıl yıkılır? Üstelik, süngerci Kalimnoslularla ve diğer adalılarla her an görüşüyor, gidip geliyor. Kendi anasıyla konuştuğu dil, yani anadili de Rumca, çünkü Girit göçmeni. Sabah kalkınca ilk işi, çıt, radyoyu açıp Rumca şarkı bulmak oluyor da, ilkokula gidecek kızını öyle uyandırıyor.
Derviş Bey tabii ki razı olmuyor. Bunun üzerine baskılar yoğunlaşıyor ve "Sen yapmayacaksan biz yapacağız!"lar başlıyor. "Bu ayrıntıları nereden biliyorsun?" derseniz, Derviş Bey, benim görme mutluluğuna eremediğim kayınpederim.
Tabii, aklı başında insanlar da var. Bodrum'u Tanıtma ve Turizm Derneği, 1965'te 'Başkan Rüştü Gür' imzasıyla gönderdiği yazılarla yetkilileri uyarıyor. "Bu anıt yıktırılırsa hem turizm baltalanır hem de Yunanistan misillemeye girişip camileri yıkmaya başlayabilir" diyor.
Sonunda Muğla'dan bir fen memuru yollanıyor. Bu zat, "Tarihî bir özelliği yoktur; Nikola adlı biri tarafından yaptırılmıştır. Mail-i inhidam [çökme eğilimi] bahis konusudur" raporu veriyor. Köy İşleri Bakanlığı, Aya Nikola'yı belediyeden on bin liraya satın alıyor. Yıkım başlıyor.
İşin ilginç (ve daha da rezil) tarafı, "Çökme tehlikesi vardır" denen güzelim anıta kazma kürekle girişip yıkamayınca, sonunda dinamit koyuyorlar. O kadar ki (meydana açılan ve bugün Seyfi Bar'ın bulunduğu çıkmaz sokakta yaşayan ihtiyar kadınlardan dinledim) evlerinin kimi camları kırılıyor. Bununla bile ilk katın duvarlarını yıkamayınca, o çirkinler çirkini Halk Eğitim'i onların üzerine çıkıyorlar. Yıkım 1969'da, evet bin dokuz yüz altmış dokuzda sonuçlanıyor. Böylece, Türkiye parçalanmaktan kurtuluyor.
Raşit'e sordum: "Dinamitle yıkmışlar, doğru mu?" dedim. "Kazma-kürekle yıkılmadı ki enişte, çok sağlammış" dedi.
Önemli not: 1969'da Türkiye'yi böyle kurtarmıştık. Şimdi DTP'yi kapatarak ne zaman kurtarıyoruz?