Belleğimize Saldırı

-
Aa
+
a
a
a

19 Şubat 2005

Znet

 

Nasıl oluyor da kendilerini özgür addeden toplumlarda düşünce kontrol altına alınabiliyor? Neden ünlü gazeteciler, neredeyse refleks halinde, Bush ve Blair gibi siyasi liderlerin suçluluklarını en aza indirgeme konusunda bu kadar hevesli? Ki, bu liderler savunmasız bir halka sebepsiz yere saldırılmasından, topraklarının harap edilmesinden ve çoğu sivil en az yüz bin kişinin öldürülmesinden sorumludur ve bu hamasi suçu kanıtlanabilir yalanlarla haklı çıkarmaya çalışmışlardır. BBC muhabiri, Irak'ın işgalini "Blair'in temize çıkması" olarak tanımlarken ne yapmak istemiş olabilir?

 

Yayıncılar İngiliz ya da Amerikan hükümetlerini neden hiç terörizmle bağdaştırmaz? Bu imtiyazlı iletişimciler, gerçeklere ulaşmak için ellerinde sınırsız olanak varken, nasıl olur da gözlemcisiz, doğrulanmamış, meşru olmayan, çıkarlar uğruna manipüle edilmiş ve vahşi bir işgal altında gerçekleştirilmiş bir seçimi, saf "özgürlük ve adalet" amacı güden, "demokratik bir seçim" olarak nitelerler? Bunlar tarih okumuyorlar mı? Acaba onların bildiği ya da bilmeyi tercih ettiği tarih, sadece tek taraflı bir ahlak aynasından görülebilen bir dünya görüşüne yol açan bir hafıza kaybı ve boş vermişliğe mi tabi? Hiçbir komplo iması yok. Bu tek taraflı ayna, insanlığın büyük çoğunluğunun "bize" olan faydasıyla, cazip ya da gözden çıkarılabilir, "değer" ya da "değmez" olarak değerlendirilmesini sağlıyor. Örneğin, Irak'taki Kürtlerin "iyi, Türkiye'deki Kürtlerin "kötü" olması gibi. Kesin olan varsayım şu ki egemen olan Batı'daki "bizler", "onlar"dan daha üstün ahlak standartlarına sahibiz.

 

"Onların" diktatörlerinden biri (Saddam Hüseyin gibi, genellikle de bizim eski bir müşterimiz) binlerce kişiyi öldürür ve bir canavardır, ikinci bir Hitler, olarak ilan edilir. Bizim liderlerimizden biri aynı şeyi yaptığında, en kötü olasılıkla Blair gibi, Shakespeare'e yakışır sözlerle yüceltilir. Bombalı araçlarla insanları öldürenler "terörist"tir; çok daha fazla insanı misket bombalarıyla öldürenler ise "bataklığın" asil sakinleri. Tarihsel hafıza kaybı hızla yayılabilir. Benim de muhabirlik yaptığım Vietnam Savaşı'ndan sadece on yıl sonra, ABD'de yapılan bir kamuoyu araştırmasında, Amerikalıların üçte biri hükümetlerinin hangi tarafı desteklediğini hatırlayamamıştır. Bu, egemen propagandanın sinsi gücünü ortaya koymaktadır: savaş, "iyi" Vietnamlıların "kötü" Vietnamlılarla savaşıydı ve Amerikalılar "işe karışarak" "komünist tehdit"le karşı karşıya kalan Güney Vietnam halkına demokrasi getirdi.

 

Böylesi yalan ve yanlış bir varsayım, bazı onurlu istisnalar dışında, medya haberlerine egemen oldu. Gerçek ise şu; 20. yüzyılın en uzun süren savaşı, Amerika tarafından -Kuzey ve Güney, komünist ve komünist olmayan-  Vietnam'a karşı sürdürülen, ülkelerine ve hayatlarına yönelik sebepsiz bir istilaydı. Hafıza kaybı, işgalcilerin görece daha az sayıdaki kaybı sürekli hatırlanırken, yaklaşık 5 milyon Vietnamlının ölümünün kayıtsızlığa teslim edilmesini garanti eder. Bunun kökeni nedir? "Popüler kültür", özellikle de Hollywood filmleri neyi, ne kadar az hatırlayacağımıza kesinlikle karar verebilir. Çok küçük yaşlardaki seçmeci eğitim de aynı işi görür. Bana, Vietnam ve Soğuk Savaşla ilgili yaygın olarak kullanılan, bir modern dünya tarihi yardımcı ders kitabı gönderilmişti. Bu kitaptakiler İngiliz okullarında, lise bitirme sınavına girmeyi bekleyen 14-16 yaşındaki öğrencilere öğretiliyor. Tarihin çok önemli bir dönemiyle ilgili kavrayışları böylece şekillendiriliyor; bu, bugün Irak ve diğer yerlerle ilgili haberleri nasıl algıladıklarını etkiliyor olmalı. Korkunç bir şey. Kitapta şöyle diyor: 1954 Cenevre Anlaşması'na göre, "Vietnam, Komünist Kuzey ve Demokratik Güney olarak ikiye bölündü." Gerçek tek bir cümlede katledilmiş. Cenevre Konferansı'nın nihai bildirgesinde Vietnam, 26 Temmuz 1956'da özgür ulusal seçim yapılıncaya kadar "geçici olarak" bölünmüştür. Ho Chi Minh'in kazanacağı ve Vietnam'ın ilk demokratik olarak seçilmiş hükümetini kuracağı konusunda pek şüphe yoktu. Başkan Eisenhower da bundan kesinlikle şüphe etmiyordu. "Çin Hindi meselelerini bilen kiminle konuştuysam, halkın %80'i lider olarak komünist Ho Chi Minh'i seçileceğinde hemfikirdi" diye yazmıştır. ABD iki yıl sonra yapılması gereken seçimleri BM'in yapmasına izin vermemekle kalmadı, Güneydeki "demokratik" rejim yalanını da uydurdu.  Uyduranlardan biri olan CIA görevlisi Ralph McGehee, Deadly Deceits (Öldüren Yalanlar) adlı başyapıtında Ngo Dinh Diem adlı eski zalim bir mandarinin sürgünde bulunduğu New Jersey'den "başkan" yapılmak üzere getirtildiğini ve sahte bir hükümetin kurulduğunu yazar. "CIA bu yanılsamayı [medyada] propaganda yoluyla sürdürmekle görevlendirildi." Batı'nın "özgür ve adil" olarak övgüyle söz ettiği, Amerikalı yetkililerin ürettiği "Vietkong terörüne rağmen halkın %83'ünün oy verdiği", sahte bir seçim ayarlandı. Kitapta bunlardan hiç söz edilmiyor, Amerikalıların "teröristler" dediği Vietkongların, ülkelerini Amerikan işgaline karşı savunan ve direnişleri oldukça destek bulan olan Güney Vietnamlılar olduğundan da söz edilmediği gibi. Vietnam'ı anlamak için Irak'a bakın. Bu hikâye "biz" bakış açısıyla yazılmış. Vietnam'da bir ulusal özgürlük hareketinin olduğuna dair en ufak bir ima yok; sadece "komünist tehdit"ten, sadece "ABD daha birçok ülkenin komünist olabileceği ve bunun SSCB'ye yarayacağı fikrinden dehşete düştüğünden – sayıca altta kalmak istemiyorlardı" propagandasından, sadece Başkan Johnson'un "komünistleri Güney Vietnam'dan uzak tutmaya kararlı olduğundan" söz ediliyor.

 

Bunun hemen ardından, "çoğu delikanlı olan binlerce Amerikalının hayatına mal olmuş – 1968'da 14,000 kişi-  1968 Tet Saldırısı geliyor. Saldırıda ölen milyonlarca Vietnamlıyla ilgili tek bir kelime bile yok. Ve Amerika "bombardımana" başlıyor: savaş tarihinin en büyük tonajlı bombalarının atıldığına, milyonlarca insanın evlerini terk etmesini hedefleyen askeri stratejiye, çevrenin ve genetik kodun büyük oranda değişmesine yol açacak biçimde kimyasalların kullanılmasına ve bu kimyasalların bir zamanların verimli topraklarını harap ettiğine dair tek bir kelime yok. Bu yardımcı kitap, tüm dünyada model olarak kullanılan Oxford ve Cambridge'in itibarlı özetleri gibi,  resmi söylemlerin tarafgirliğini ve çarpıtmalarını yansıtmaktadır. Soğuk Savaş bölümünde Sovyet "yayılmacılığı" ve komünizmin "yayılması"ndan söz ederken, açgözlü Amerika'nın "yayılması"yla ilgili tek bir söz yoktur. Kilit sorulardan biri şu: "ABD, komünizmin yayılmasını ne kadar kontrol altına alabildi?" Saf beyinler için, iyi kötüye karşı.  Kitabın yazarları "burada öğreneceğiniz çok şey var" demektedir, "o yüzden hemen öğrenmeye başlayın." Britanya imparatorluğu hiç varolmadı; kitapta kendinden sonraki güç olan modern tarihin imparatoru Amerika'nın, Endonezya, Vietnam, Şili, El Salvador, Nikaragua ve son olarak da Irak'ta kanla bıraktığı ize örnek teşkil eden menfur sömürgeci savaşlardan hiç söz edilmiyor. Ve şimdi de sıra İran'da mı? Savaş davulları çalmaya başladı bile.

 

Geçmişi ve günümüzü süzgeçten geçirenlerin, insanların hayatlarını ve belleklerimizi koruma konusundaki ahlaki sorumluluklarını hatırlamaları için daha kaç tane masum insanın ölmesi gerekiyor?

 

Çeviren: Özlem Dalkıran

 

 

* 15 Ekim 1969'da milyonlarca savaş karşıtı Beyaz Saray'ın önünde toplanmıştı.

 

 

Attacking Our Memory / John Pilger