"Bakın Syd Barrett Geçiyor!"

-
Aa
+
a
a
a

1964 yılında Cambridge’li dört genç, kurdukları rock grubuna isim arıyordu. Sigma 6, Meggadeaths, The Screaming Abdabs, The Abdabs, The Tea Set gibi isimlerle çaldılar. Bir yıl sonra, aralarına yeni biri katıldı. Katılırken grup için yeni bir isim de bulmuştu; Pink Floyd. Bu isim, iki blues müzisyeninin, Pink Anderson ve Floyd Council’ın adlarının birleşiminden oluşuyordu. Gruba yeni adını veren 20 yaşındaki Syd Barrett artık Pink Floyd’un gitarist ve vokalistiydi... İlk başlarda Amerikan R&B parçalarını yorumlayan grup, gitgide kendi doğaçlama rock’n roll tarzını oluşturmaya başladı. Kısa sürede görsel destekli “happening”leriyle Londra psychedelic camiasının gözbebeği oldular. 1967 yılında yayınlanan ilk albümleri Piper At The Gates of Down büyük ses getirdi. Bu albümdeki şarkıların büyük çoğunluğu Syd Barrett’a aitti. Zaman zaman, müzikal yaklaşımlarını bir parça sıkıcı bulduğu mimarlık öğrencisi grup elemanlarının kurgusal yetenekleri, resim öğrencisi olan Syd’in çılgın elmasından yansıyan binlerce renkle, ve eşsiz mizah anlayışıyla parlıyordu. David Bowie’nin dediğine göre İngiliz aksanıyla rock söyleyen ilk vokalist olan Barrett, Zippo çakmağıyla gitardan tuhaf sesler çıkarmasıyla da meşhurdu. Müzik tarihi açısından bakıldığında ise Syd Barrett, müziğe farklı bir yön veren yenilikçi bir gitaristti. Her zaman elektrikle yapılan müziğe olan tutkusunu dile getiren Barrett, sesin sınırlarını araştırmaktan sıkılmıyordu. Uyumsuz sesleri bir arada kullanarak, yeni ekipman ve efekt teknolojilerini araştırarak dünya dışından sesleri müziğine katıyordu. Deneysel anlamdaki cesareti müzik tarihinde devrim sayılacak bir ivmeye neden oldu.

 

İlk albümden dört yıl sonra Syd Barrett, Rolling Stone dergisi kendisiyle röportaj yapmak istediğinde buna çok şaşırmıştı. “Kusura bakmayın, pek düzgün konuşamıyorum” diyordu. “Birilerinin gerçekten benimle ilgileniyor olduğuna inanmak zor. Ama gayet kendimdeyim.Hatta ben bile öyle olmam gerektiğini düşünüyorum.”

 

İlk albümle gelen çıkışın ardından Syd, başka bir aşkın peşinden gitmeyi tercih etmişti. Yoğun LSD kullanımı bir süre sonra hayatının akışını geri dönülmeyecek biçimde değiştirdi. Bir konserde sadece iki nota çalmakla yetinirken bir diğerinde uyuşturucuyla karıştırılmış bir tüp briyantin, sahne ışıkları altında, saçlarından yüzüne doğru eriyerek akıyordu. Syd Barret’ın beklenmedik hareketlerine önlem olarak David Gilmour gruba girdi. 68’de Southampton Üniversitesi’nde bir konsere giderken Syd’e konsere katılamayacağını söylediler. Böylece Syd gruptan çıkarıldı. Aynı yıl yayınlanan A Soucerful of Secrets albümünden sonraki çalışmalara bir katkısı da olmadı. Syd Barrett Pink Floyd’dan ayrıldıktan sonra iki solo albüm yayınladı. 1968 tarihli The Madcap Laughs ve 1970’te çıkan Barrett, Syd’ın şizofrenisinin renklerini taşıyordu. Bu albümlerden sonra insanlardan olduğu gibi müzikten de uzaklaştı. David Gilmour ve Jerry Shirley ile çıktığı Olympia konserinde, dördüncü şarkının sonunda gitarını yere bıraktı ve sahneden yürüyüp gitti.

 

71 yılında Rolling Stone’a röportaj verirken Syd 25 yaşındaydı. “Her zaman bu kadar içe dönük değildim” diyordu. Bence genç insanlar bol bol eğlenmeli. Ama ben pek eğlenemiyorum.” Sonra birden pencereden dışarıyı gösteriyordu. “Gülleri gördünüz mü? Renkleri inanılmaz. O kadar çok renk var ki...”

 

Çılgın Elmas, yıllar sonra Cambridge’de sakin, sessiz bir hayat sürüyordu. 15 yaşında kendine seçtiği Syd adından vazgeçip, tekrar ailesinin kendisine verdiği isim olan Roger’ı kullanmaya başlamıştı. Pink Floyd macerasından önce olduğu gibi gene resim yapıyor, yenilik olarak tutkulu bir şekilde bahçeyle ilgileniyordu. Hayranları sinir bozucu bir şekilde peşini bırakmadılar. Roger Waters’ın Syd için yazdığı “Shine On You Crazy Diamond” parçasının kayıtları sırasında, stüdyoda oturan, saçları ve kaşları kazınmış, bitik haldeki adamı eski grup arkadaşları bile tanıyamamıştı. Şimdi de hayranları onun orta yaşlı, kel ve şeker hastası halini görmek istiyorlardı. Bisikletle markete giderken fotoğrafını çekmeye çalışan gazetecilerden kaçmak zorunda kalıyordu. Hatta Television Personalities adlı bir İngiliz post-punk grubu I Know Where Syd Barrett Lives, (Syd Barrett’ın Nerede Yaşadığını Biliyorum) adlı bir şarkı yaptı.. 60 yaşındaki Roger Keith, “Syd” Barrett uzun süren bir inzivanın ardından 7 Temmuz 2006’da kız kardeşinin verdiği bilgiye göre huzur içinde öldü.

 

Roger üst-orta sınıf bir ailenin güzel yüzlü çocuğuydu. İngiliz çayı, kek ve kurabiyelerle büyümüştü. Her zaman tuhaf bir çekiciliği olmuştu. Daha genç yaşta yaşadığı kasabada tanınan bir karakterdi. 15 yaşında sokakta yürürken, insanlar onu gösterip,  “Bakın Syd Barrett geçiyor” diyorlardı. Kendinin gayet farkında olmakla beraber çoğunlukla sıcak ve sevecen bir insandı. Bugün müzisyen dostları, durumu kötüleştiği zamanlar haricinde, onunla birlikte çalışmanın ne kadar keyifli olduğundan bahsediyor. Her ne kadar efsaneleştirilmek ve kendini tüketen sanatçı mitinin bir parçası haline getirilmek istense de, müziği ve şarkıları bulutlu ve çiçekli ülkelerden küçük masallar anlatmaya devam ediyor. The Piper At The Gates of Down albümündeki  The Gnome adlı şarkıdaki gibi...

"Gökyüzüne bak, nehre bak Ne güzel değil mi? Dolanmak, gidecek yerler bulmak Ve sonra bir gün, hoppaaaaaa! Cinler bir de böyle söyler işte Kiiiiiiiiiiiiiiiiimim ben ? Kiiiiiiiiimmmim beeeeeeeeen?" The Gnome - The Piper At The Gates of Down, 1967