Artçı'nın Bakışı: Yedinci Kısım

-
Aa
+
a
a
a

Sinema  salonlarında kapı  üstlerindeki, -"girişlerindeki" diyemiyorum, çünkü giriş-çıkış aynı kapı olurdu genellikle- "Otuz İki Kısım Tekmili Birden" afişlerini bilmem anımsayan kaldı mı? Soruyu ortada bırakıp, ARTÇI'yı da AB görüşmeleri gibi ucu açık bırakarak sürdürürken, ne yazık ki ilk bakışında olduğu gibi Akçakaya köy kahvesinden  seslenemiyorum. Bu yedinci Kısım'da, daha önce de değindiğim,  Şehir Kulüpleri'nin yerini alan  "Lokal"lerden söz açmak istiyorum.

 

Fakat neden? Bilinen ve tebessümlerle karşılanan bir laf vardır hani: "İstanbul'a kar yağmadan Anadolu'ya kış gelmez!" Gerçekten, benim de aklıma, bunca yıl sonra ilk yağmurlarda Akçakaya yolunun taşan Büyük Menderes suları altında kalacağı gelmezdi. Haberi getiren  ortakçım Erol'a, "yahu" dedim, o erken -karanlık öğle sonrası, Kuşadası'ndaki evin ocağı başında; "kabristanımız da orda, ben şimdi hırp diye gidiversem bu yaşta  şuracıkta, olur a, ne halt edersiniz?" Ortakçım, "o ne kelime, ağzından yel alsın" gibisinden, sırf yanıtına düşünce vakti yaratma mırıldanmalarından sonra, "yav bey düşündüğüne bak, biz seni bi şekilde aşırır götürürüz!" dedi gülerek.  Artık nereden nasıl aşırtacaklarını sormadım.

 

Sağanak biraz hafiflemişti. Erol, pek farkında olmadan kendi tabiriyle "kıpırsapır etmeye başladı" ki bunun anlamı, "Bey bana müsade" diyecek, ben de ona  "müsade senin" diyeceğim. Akçakaya yolu kapanmış,   Kuşadası Yavansu'da cereyanlar gelip gitmekte...Evde kalıp, sanal aleme girsem bile, tuşları görememek ihtimal.

 

Öylece Söke yolunu tuttuk. Söke Ziraat Odası Lokali'ne girdiğimizde içimden "Hadi Gar Gazinosu'na gidelim" demek geçtiyse de, eskilerden kalma bir  "toplumdan kopmamak" kategorisi ve belki de oradaki "yabanlığım" ilk boş masaya gürültücü bir sandalyeyi çekmeme neden oldu; çöktük.  Diğer masalarda benim bile  uzaktan tanıdıklarım  var. Erol'da, bu akustik girişimizin verdiği gizli bir memnuniyet. Bayram çıkışı geçmiş, işler hafiflemekle, rakıya hız verilmiş vaziyette. Ekranda Söke'nin TV'si TV9 açık. Birkaç çiftlik komşumuzu buyur ediyoruz. Derken, hava durumu başlıyor. Her zaman önemli tabii, sırf hasatta değil. "Sökede hava" ayrı bir  başlık. "Yahu" diyorum. Hadi yazın turistik bölgeler diye Kuşadası'nı veriyorlar sonra o da kesiliyor her kanalda, bu Söke havalarını bunlar havaya bakıp söylüyorlar herhalde!". Belli ki babasıyla Lokal'e gelme hakkını yeni kazanmış bir genç atılıyor: "Yok amca, gir internete, gir meteo com'a, gir Yunanistan'a, Samos'u tıkla işte sana Söke'nin havası."  İçimden de dışımdan da "doğru" diyorum, "hiç aklıma gelmemişti." Derken, Memleketim TV beliriyor, özellikle maçlar için alındığı izlenimi veren büyük ekranda. Kanalı bilmenin rehavetiyle lafı sürdürüyorum. "Digitürk iyi de sırf Aydın neden? Söke TV9'u neden Ada bile çekmiyor? Dağlar...Verici şurda" v.s..Derken, Memleketim kanalı sohbeti, yerini, "Pamuk Dertleri" başlığında özetlediğim ve artık tahammül edemediğim o ezeli konuya bırakıyor.  

 

Fakat o ne? Git gide garip bir zevke (hadi adını vermeyeyim) dönüştüğüne inanmaya başladığım bu yakınmalar, -ki otuz beş yıldır  pamuk işinden çok iyi paralar kazanan tefeci-çırçırcıların bile ağızlarından düşmeyen bir varoluş biçimi olduğunu biliyorum-, evet bu "ezildik, perişanız" edebiyatı yerini başka mecralara bırakmış. İnternet, tv gibi pek akıl ermeyen telsiz işlerin çağrışmlarıyla da olsa gerek konu, Lazerli tesfiye, bigisayarlı traktör ve en önemlisi pamuk toplama "makina"larına evrildi. Bu arada dikkatimi çeken bir şey, bizimkilerin pamuk toplama makinesine henüz bir kısaltma bulamamış olmalarıydı. Örneğin  "batteuse"e kimse TDK.nın önerdiği gibi, "harman dövme makinesi" demedi. O bir "patoz" olarak başladı ve biçip aynı anda döven  gelişmiş "ramasseuse-batteuse" ler  "biçer-döver" değil  "biçer" olarak yerleşti. Örneğin, "Konya biçerleri geldi", "biçerciler çok para istiyor." Neyse, gerek lazer tesfiye, gerek "makine" gerekse sulama kolaylığı birbirine karışırken bizim müsaade vakti geldi.

  

Dönüş yolunda Erol: "Bakma bey" diyor, "bunlar bu kürt ameleden bıkmasalardı akıllarına lazer-mazer, lizink kredi  gelmezdi. Çoğu Ziraat'tan başka bankanın kapısından yeni giriyor. " Doğru, Pamuk üç yıldır 750 civarında çakılmışken, toplamaya bu yıl 230 istiyorlar. Otobüs, kamyon bizden. Neredeyse 1500 kilometreden... "Ya Söke amelesi?" "Bey öyle insan mı kaldı, bir iki berduş bulursam başak toplatacağım işte, yarıcı."

 

Erol bir cigara uzatıyor, yakarken  sevgili Mehmet Altan'ın kulaklarını çınlatıyorum içimden. Eve varana kadar bir  Condir ya da Makkormi toplama makinesi alma planları yapıyoruz. Bir "lizink çekmeye!" neredeyse karar veriyoruz, çakırkeyf....

 

Artçının Bakışı   VI: Taşralı Papazlarım

 

Artçı'nın Bakışı: 5. Bakış

Artçı'nın Bakışı IV: Feodaliteye Övgü

Artçı'nın Bakışı III

Artçı'nın Bakışı II:"Felsefeyi Bırakın"

Artçı'nın Bakışı I: Akçakaya'dan Strasbourg'a