Artçı'nın Bakışı II: "Felsefeyi Bırakın!"

-
Aa
+
a
a
a

12    Haziran 2004

 

12 Eylül Asker devlet darbesinden sonra, Ankara Üniversitesi’nin açılış törenine katılmıştım. Bir asistan parçasıydım ve en arka sırada yerimi almıştım. Açılış konuşmasını nedense Vali Bey yapıyordu. Adını sanını anımsamıyorum ama, “Felsefe yapmayı bırakın ,ilim yapın!” diye kükrediği hâlâ kulaklarımda. Ön sıralarda hocalarımız dinliyordu. Hukuk felsefecileri dahil..Bu sessiz  baş eğme, Anayasa Mahkemesi üyelerinden başlamıştı.  Oysa ben, o zamanlarda bile şuna inanmak gafleti içindeydim: “Hayatta  en hakiki mürşit turşucu hurşit..”

 

Yirmi küsur yıl sonra aynı önermeleri bir romanda bile görsem zevkten sekiz oluyorum. Jorge Volpi’nin herkese tavsiye edilesi “Klingsor’un İzinde”si  mesela; Sahife 548’den okuyorum: “Her bilim adamı hiçbir kuramın kesin doğrular içermediğini, hiçbir yasanın mutlak olmadığını, hiçbir ölçütün yüzyılların altüst oluşunun dışında kalamayacağını bilir.”

 

Peki biz orada, bu garip valinin karşısında neciydik? Hazret bizi bir tür “pozitivistokemalizme” dürtüyordu ama, onun anladığı “hakiki ilim” ile benim anladığım arasında fersahlar vardı. Benim gözümdeki bu kara cahilin zart zurtuna dayanamayıp çekip gittim. Pek sevdiğim bir hocam da koridordaydı. Sigara yakmış pencere önünden ayrılmadan, göz ucuyla; “sen de mi deveyi güdemedin?” dedi. Ben de  “Hocam içeride o kadar çok deveci var ki, bana sıra gelmeyecek” deyip geçerken o, koluma şöyle bir dokundu.

 

O yıllar çok geride kaldı. Belki de unutuldu bile. Ama aynı bakışın türevleri, varyantları sürüyor. Örnekse emekli elçi Gündüz bey  “kurucu mit” diye bir şeyden dem vuruyor. Bildiğim kadarıyla tanımını henüz vermedi. Okullarda okutmaya başladılar mı bilmem? Kesinlikle emin olduğumsa, babamın, aklı başında hocalarımın bana öğrettiği “dünyevi mit”ler dışında her tür mitosun insana ferahlık verdiği.. Belki bu nedenle her türlü kurucu mit beni bunaltmakta. Dünyevi mitler zaten “otokratikokarizmatikfaşizanlık” temelleri değil mi? Ama bizim kurucu mitimiz varmış. “Kürtçe diye bir dil yoktur” fetvasını monşerlere veren Japon profesör mü söyledi bunu da? (Bir vakitler, diş işlerimizin bu Japon dil uzmanından Kürtçe diye bir dil bulunmadığını nasıl öğrendiğini yazmıştı. Tokyo Elçiliği’miz para falan ödediyse vergi payımı haram etmeden geçemeyeceğim).

 

Her neyse, kendi felsefi sorunlarım ve inançlarım arasında bu MİT hiç yoluma çıkmadı. Demek mitçi öncülerin palavralarına hiç inanmamış, Bir artçı olarak öncünün  “düşman göründüüüü!” uyarısına hiç kulak asmamışım ...

 

Nasıl asayım ki zaten. En sevdiğim en saygı duyduğum insanlar şu ya da bu darbeden sonra düşman ilan edilmedi mi? Ben de öylece, “devlet travması” yemişlerin yanı sıra bildiğim düşmanlığı okuyorum hâlâ!...

 

Devamını okumak için tıklayın.

Artçı'nın Bakışı I: Akçakaya'dan Strasbourg'a