Altın postta süzülen STK fonları

-
Aa
+
a
a
a

Hülya Demircan: Geçen hafta size söz verdiğimiz gibi bu hafta (Sivil Toplum Geliştirme Programı Sivil Toplum Destek Ekibi Koordinatörü) Sunay Demircan ile sohbetimize devam ediyoruz. Tekrar hoşgeldiniz. (Söyleşinin ilk bölümü: "STK nedir ve bizim topraklarda neden tutmuyor?")

 

Sunay Demircan: Merhaba, hoşbulduk.

 

HD: Geçen hafta sivil toplumun tarihçesinden bahsetmiştik. Demokratikleşmedeki öneminden bahsetmiştik. Bugün yavaş yavaş bugüne ve sizin programa gelelim diye düşünüyorum. Peki Sivil Toplum Geliştirme Programı nedir ve amacı nedir?

 

SD: Sivil Toplum Geliştirme Programı aslında Avrupa Birliği Komisyonu Ankara Temsilciliği’nin geçen sene, 2002 yılında, geliştirdiği bir program. Programın yaklaşık 5 tane ana hedefi var, ya da 6 hedefi var. Bunlardan bir tanesi yerel sivil girişimlerin kapasitelerinin güçlendirilmesi ve demokratikleşme sürecinde aktif rol oynamalarının sağlanması. Bir diğeri, Türk Yunan diyalogunun, işbirliğinin sivil toplum aracılığı ile geliştirilmesi. Bir diğeri, yerel idarelerin kapasitelerinin geliştirilmesi. Bir diğeri de meslek odalarının kapasitelerinin geliştirilmesi. Bir diğeri, sendikaların kapasitelerinin geliştirilmesi ve,son olarak da polis ile halk arasındaki diyalogun geliştirilmesi şeklinde.6 oldu toplam. 6 tane alt gurubu, hedefi var ulaşmaya çalıştığı. Yerel girişimler ve Türk Yunan kısmını bizim ekibimiz yönetiyor. 6 kişilik bir ekibimiz var. Diğerleri daha çok Avrupa Birliği’nin açtığı sendikalar için kurslar ve eğitim programları şeklindeki küçük paket programlar olarak yürüyor. Bizim programımız 2 yıllık bir süreyi kapsıyor. Bu 2 yıllık süre içerisinde yerel sivil girişimleri dediğimiz İstanbul dışında –İstanbul dışında demeyeyim tabii, İstanbullular alınacaklar şimdi, çok da alınganlar, bu arada onu da belirteyim efendim Ankara’dan gelmiş biri olarak…

 

HD: Ciddi misiniz? Onu biraz sonra konuşalım o zaman…

 

SD: Özellikle Anadolu’da yerel bazda yine yerel insanlar tarafından kendi gereksinmelerini karşılamak, sorunlarını çözmek üzere kurulmuş derneklerin, vakıfların, kooperatiflerin hatta birliklerin kapasitelerini güçlendirerek yürümelerini beklemiyoruz ama emeklemelerini sağlamak için neler yapabiliriz, bunları araştırıp bundan sonra yapılabilecek işleri, kimlerle ve ne şekilde yapabilirizi bulup, keşfedip, bunların bir bölümünü yapmaya çalışmak.

Ama bunun da ötesinde istiyoruz ki Ankara’da merkezde Türkiye’deki bütün sivil toplum örgütlerinin (biraz önce saydığım vakıflar, dernekler, kooperatifler hepsi içinde bunun) danışabilecekleri bir danışma merkezi olsun. Bu danışma merkezi, sivil toplum örgütleri arasında işbirliğini sağlasın, onlara sürekli destek versin ve yardımcı olsun. O amaçlı bir ofis bizimki. Bunu da yavaş yavaş yapmaya çalışıyoruz. Sürekli telefonlar geliyor, “işte ben proje hazırladım, projeme bir bakar mısınız, bu projenin mantıksal çerçevesi olmuş mu, ya da fon lazım nereden fon alabiliriz...” Bir web sayfamız var. Bu bilgilerin çoğu orada yer alıyor.

 

HD: Hemen bu vesile ile söyleyelim.

 

SD:  www.stgp.org ya da www.turksiviltoplum.org / tel: 0312 – 447 77 81.

 

Bu arada unutmadan birşey söylemek istiyorum. Bu program içerisinde Avrupa Birliği Komisyonu’nun bir de mikro ölçekte destekleri var, yani finansman desteği var sivil toplum örgütlerine. Yaklaşık 1.5 milyon Euro miktarında bir para. Bu maksimum 50 bin Euro’luk projeler halinde, 15 bin Euro’nun da altında olmayacak şekilde verilecek.

 

HD: Her STK başvurabilir mi buna?

 

SD: Her STK başvurabilir. Ayrıntıları web sayfasından öğrenebilirler. Orada proje formatı da var sıkça sorulan sorular da var. Oradan bilgi alabilirler.

 

En başarılı inisiyatifler, cami yaptırma dernekleri

 

HD: Peki Sunay Bey,  STK’lar ve Odalar demiştiniz, dikkatimi çekti. Sizce Odalar sivil toplum kuruluşu değil mi? Yani geçen programda meslek örgütlerini STK’lerin başlangıcı sayarken bugün Odaları artık STK olarak görmüyor musunuz veya yanlış mı anladım?

 

 Rize'nin bir ilçesinden...

SD: Aslına bakarsanız Oda’lar bir sivil toplum örgütü. Şimdi bir Odalar Genel Başkanı ile burada oturup tartışsak söyleyecek pek fazla sözümüz olamaz. Ancak şunu söyleyebiliriz: Özel Türkiye Odalar Birliği resmi bir yasası olan, yani yasa ile kurulmuş bir örgüttür. Fakat yönetimi tamamen demokratiktir. Üyelerin seçtiği Yönetim Kurulu Başkanları belli bir yıl için. Genel Kurulları olur. Üyeler demokratik bir şekilde seçilirler. Kendi tüzükleri vardır; tüzüklerini değiştirebilirler. Bu açıdan baktığımızda yüzde yüz sivil toplum örgütü. Ama diğer açıdan baktığımızda bir taraftan da kanunla kurulmuş olması, yani bir aşağıdan yukarı hareketten ziyade yukarıdan aşağıya bir hareket

olması... Gerçi tarihsel gelişmesine de baktığınızda aşağıdan yukarı hareket de var burada. Ama devletin kontrolü altında. Devlet diyor ki: “Sana verilen yetkiler şunlardır; kanunla seni kuruyorum kardeşim” diyor. Bu bir.

İkinci olarak da bu birazcık meslek örgütü, yani insanların hükümete baskı kurmak amacı ile kendi meslek odalarının sözcülüğünü yapmak amacı ile kurdukları meslek örgütü. Sendikalarda belli bir görüşü yansıtan kurumlar. Onun için sivil toplum örgütlerinin biraz dışında tutulmaları gerektiğini düşünüyorum. Her demokratik yapıdaki örgüt de sivil toplum örgütü değil. Türkiye’de bugün 78 bin 500 tane dernek var. 5 bin tane de vakıf var. Etti size 84 bin. Bir de kooperatifleri ve birlikleri kattığınız zaman bu 90 bini buluyor. 10 bin de bizim gönlümüzden kopsun etti, 100 bin.

 

HD: Gönlünüzden ne koptu onu anlayamadım.

 

SD: 10 bin tane sivil toplum örgütü ekliyorum.

 

HD: Peki.

 

SD: Şimdi 100 bin tane sivil toplum örgütü bu ülke için çok. 100 bin tane sivil toplum örgütünün 100 bin üyesi Allah bilir yoktur. Üye başına birden çok sivil toplum örgütü düşüyor. Oysa olması gereken bu değil. Olması gereken üyelerin sivil toplum örgütlerine daha fazla ilgi göstermesi.

 

HD: Yani bir sivil toplum hareketi olması gerekiyor değil mi? Biz de inisiyatif yok o anlamda.

 

SD: En çok bunların içinde cami yaptırma derneği var. Neden? Çünkü cami yaptırmak için para toplanması gerekiyor. Yasal olması için fiş kesmeniz gerekiyor. Fiş kesmeniz için de dernek olmanız gerekiyor. Dolayısıyla en kolayı bu.

 

HD: O anlamda bir inisiyatif ama bu, değil mi?

 

SD: Kesinlikle. Çok iyi bir inisiyatif ve yüzde yüz katılıyorum. Diyorlar ki bizim köyümüzün eksiği nedir? Camidir. Bu eksiği gidermek için ne yapacağız? Bir araya geleceğiz. Kendi kendilerine örgüt kuruyorlar. Çok somut bir hedefleri var: cami yapmak. Bu hedefi gerçekleştirmek için süreyi koyuyorlar. Parayı kendileri topluyorlar, binayı yapıyorlar ve sonunda hedefe ulaşıyorlar. Gerçekten çok takdir ediyorum yani. Yüzde yüz sivil inisiyatif ve hedefe odaklanmış, çalışkan.

 

HD: O anlamda hemşehri dernekleri de bir anlamda sivil inisiyatif değil mi? Büyük şehirlere göç edenlerin kurduğu dernekler de sanıyorum bir sivil inisiyatif.

 

SD: Onlar ikiye ayrılıyorlar. Bir bölümü hakikaten iyi çalışıyor. Lokalleri var, toplantılar düzenliyorlar, dayanışma gösteriyorlar. Ama diğer taraftan da yine başka bir sivil toplum hareketi oluşturuyorlar ki bunlar illegal. Hemşehri hareketinin bir legal bölümü, bir de illegal bölümü var. Bunlar büyük kentlerde mafyalaşma şeklinde. Kırsal alan mafyaları büyük kentlerde oluşmaya başlıyor. İşte Sivaslılar, Erzincanlılar, Siirtliler inşaat sektöründe ve başka sektörlerde bir süre sonra grup çatışmalarına başlıyorlar. Neyse bu konu bizim konumuzun dışında biraz.

 

Neredeyse her bakanlık vakfıyla parayla topluyorBir de birşey söyleyebilirim. Burada bir de devletin sivil toplum örgütü var tabii ki. Enteresandır bu. Devlet de kendi hareket yeteneğini geliştirebilmek ve hızlandırabilmek için, daha doğrusu para harcama konusunda daha rahat olabilmek için vakıflar kurdu. Bugün neredeyse bütün bakanlıkların, valiliklerin, kaymakamlıkların vakıfları var. Çevre Bakanlığı’nın Çevre Vakfı var. Çevre Bakanlığı bütçesinin belki 6-7 katı daha fazla bütçesi var. Egzoz gazı emisyonu ölçtürüyor, bütün arabası olanlar gidiyor pul alıyor. Para vakfa gidiyor. Dolayısıyla vakıftan daha kolay para harcayabiliyor devlet. Kalem kağıt alamıyorsunuz ama vakfınız varsa çok rahatlıkla oradan harcama yapabiliyorsunuz.

Bu sefer ne yapıyor bakanlık – harcamaları oraya kanalize ediyor. Ama bunlar şimdi kağıt üzerinde bir şekilde sivil toplum örgütü sayılıyor. Bu rakamlar içerisine dahil. Ama diğer açıdan sivil toplum örgütü değil çünkü demokratik bir yapısı yok. Tamamen atama ile başa geliyor insanlar. Para bir şekilde –kusura bakmasınlar ama– haraç şeklinde kesiliyor. Pasaport almaya gittim, mecburen ödedim 1.5 milyon Adalet Geliştirme Bilmemne Yapma Vakfı’na. Bağış ödüyorsunuz. Bu şekilde gidiyor yani paralar.

HD: Peki biz gelelim sizin programınıza. Bu parantez içine de teşekkürler. Sizin Sivil Toplum Geliştirme Programınızda şu ana kadar neler yapıldı?

  Trafiğe çözüm amacıyla kurulan İstanbul Trafik Vakfı, otopark işletmeciliğindeki verimliliğiyle dikkat çekiyor...

Ne zaman yapıldı?

SD: Kasım ayının sonunda kuruldu program. 2 yıllık demiştim. Şu ana kadar bir ihtiyaç analizi süreci yaşadık. Türkiye’deki 225 sivil toplum örgütünü farklı bölümlerden toplayıp bir araya getirdik. Onların ihtiyaçlarını tespit ettik ondan sonra bu ihtiyaçların hangisini ne şekilde karşılayabiliriz, bunları tespit ettik tekrar oturup.

 

Şimdi kurslar hazırladık sivil toplum örgütlerine, özellikle proje hazırlama ve iletişim kurma konusunda. Minimum 500 tane sivil toplum örgütüne. Türkiye’nin bütün bölgelerini kapsıyor. Bu kursları vereceğiz. 6 tane kurs olacak 13 farklı ilde. Çantamızı alıp seyahate çıkıyoruz Haziran ortasından itibaren. Diyarbakır’dan başlıyoruz. Bunlara –4’er günlük kurslar olacak– proje nasıl hazırlarsınız, iletişim nasıl kurarsınız, önce kendi aranızda iletişim nasıl kuracaksınız onu anlatıyoruz. Sonra diğer sivil toplum örgütleri ile, sonra devlet ile sonra da halk ile nasıl iletişim kuracaksınız. Çünkü yok yani iletişim sıfır bizde. Bunları anlatacağız.

 

HD: Peki bu ne kadar – 1.5 sene mi sürecek, yoksa daha mı kısa?

 

SD: 1.5 sene sürmeyecek. 6 ay sürecek. Bu arada bir işbirliği ağı oluşturmaya çalışıyoruz sivil toplum örgütleri arasında. Onun ötesinde yayınlar hazırlıyoruz. 6–7 tane yayınımız olacak ve sivil toplum örgütlerine sürekli fon geliştirme ve iletişim konusunda destek verecek bizim ekibimiz. Böyle bir çalışma.

 

HD: Peki o zaman bu 500 kadar STK dediniz. Size mi başvurdular yoksa siz mi buldunuz bu kuruluşları?

 

SD: Başvuruyorlar; şu anda Diyarbakır kursuna katılacak olanlar. Duyuru yaptık. Buradan da yapayım isterseniz. Diyarbakır’da Güneydoğu Anadolu’da kurs almak isteyen sivil toplum örgütleri –yöneticiler, üyeler de olabilir– başvursunlar lütfen: www.stgp.org ya da www.turksiviltoplum.org. Orda duyuru var. Duyuruya kendi kısa özgeçmişlerini yollarlarsa, kursa katılmak istiyorum derlerse tamam. Ondan sonra Van olacak. Van’ın duyurusunu yapacağız hemen arkasından. Sonra bu şekilde devam edecek.

 

HD: 6 ay boyunca. Neye göre seçtiniz bu illeri? Tesadüf mü yoksa bilinçli bir seçim mi?

 

SD: Bilinçli bir seçim oldu. Öncelikle lojistik açıdan. Toplantı yapılabilecek mekan, diğer illere yakınlık, ulaşım vs. Bir de mesela Güneydoğu’da en fazla Diyarbakır’da var sivil toplum örgütü. Dolayısıyla Antep’te yapıp Diyarbakır’dakileri oraya çağırmaktansa Diyarbakır’da yapıp Anteplileri çağırmak şeklinde oldu.

 

HD: Sunay Bey, iletişim ve proje hazırlama konuları dediniz... şu anda STK’arda gördüğünüz ihtiyaç ve en çok eksik olunan nokta mı? Bu nedenle mi bunlara öncelik verdiniz veya şöyle diyeyim: Başka ne gibi eksiklikler var, eğer bunlar eksiklik ise, nelerin aşılması gerekiyor?

 

Fonlar İstanbul Boğazının doğusuna geçemiyor

 

SD: Doğru. En büyük eksiklik bu ikisi. Proje hazırlama ve iletişim. Ama onun ötesinde çok büyük eksiklikler var ve çok büyük farklılıklar var. Bir kere ikiye ayırıyorum ben sivil toplum örgütlerini Türkiye’de:

1) İstanbul’daki STK’lar; 2) İstanbul dışındakiler.

İstanbul’dakiler hakikaten bir dukalık durumunda.

 

HD: Her konuda bu suçlama geliyor İstanbul’a. Var bir hikmeti demek ki. Ticarette de öyle denir.

 

SD: İstanbul düşmanlığı canlanıyor galiba. Abartmayalım şaka yapıyorum. Şimdi ciddiye alacaklar ve kapıdan çıkışta çevirecekler beni.

 

HD: Yok hayır, değil, ama bu bir gerçek. Ben de kendi çalışmalarımda bu gözlemlerde bulunuyorum.

 

SD: Yurtdışından inanılmaz fonlar geliyor Türkiye’ye, sivil toplum örgütlerinin harcaması ve kullanması için. Yurtiçinde de var artık. Özel sektör de desteklemeye başladı sivil toplumu. Ama İstanbul’da bir ağ var. Yani İstanbul’da Boğaz’dan itibaren Marmara’yı kapatan kocaman bir ağ gerilmiş. Bu ağ bütün kaynakları burada yakalıyor ve Anadolu’ya geçirmiyor. İstanbul’da bütün şirketler, özel sektör de İstanbul’da kurulmuş durumda. Bu ağın da kötü tarafı gözenekleri çok dar yani küçük paralar dahi geçemiyor Anadolu’ya. Çok çok çok küçük balıklar geçiyor, onlar da Doğu’ya falan gitmeden Anadolu’da Ankara’da falan takılıyor.

 

HD: Peki o tarafın bu işi bilmemesinin de etkisi olabilir mı bu konuda?

 

SD: Elbette. Birincisi bilmedikleri için alamıyorlar. İkincisi de bilecek fırsatları olamıyor. Yani kapasitelerini geliştirmek için hiçbir fırsat bulamıyorlar. İstanbul’daki dernekler bunlar için proje yaptıkları zaman gidiyorlar kendileri yapıyorlar projeyi ve tekrar İstanbul’a geri dönüyorlar. Oysa yapmaları gereken Anadolu’daki yerel girişimleri teşvik edip onlara projeyi yaptırmak.

 

 STK fonları "hortumlayan" İstanbul

Eğer yapamıyorlarsa o projeyi yapmasınlar. Anadolu’nun bir ilçesinde o bölge halkının o projeye ihtiyacı olup kendi örgütlenip projeye sahip çıkmayacaksa, İstanbul’dan gidip de o projeyi orda yapmanın hiçbir anlamı yok. O sadece para harcayıp şov yapmaktan başka birşey değil. Bu ne yazık ki bol miktarda yapılıyor, ve çok da eleştiriliyor. Geçenlerde sponsorlarla görüşmelerim vardı; hem yabancı elçiliklerle görüştüm, hem de Türkiye’deki belli başlı yabancı şirketlerle görüştüm –özel sektör kuruluşları ile. Hepsinin ortak bir kanısı: STK’lar projedeki hedeflerine ulaşmayı bilmiyorlar.

Sadece parayı harcayıp bunun PR boyutuna önem veriyorlar fakat halkla ilişkilerde sıfırlar.

 

HD: Bunda galiba bir faktör de –tek bir neden olduğunu zannetmiyorum– STK’ların gelir kesimi eksik, yani hayatta kalabilmek için (hatta geçen STK sempozyumunun konusuydu bu) eğer STK kendi gelirini kazanabilecek hale, “non-profit organisation” yani kâr amacı gütmeyen ama para kazanabilen kuruluşlar haline gelse, bu projelere belki bu kadar sarılmayacak. Ama ayakta kalabilmek için proje yapmış gibi görünüyor, aslında para bulmak derdi belki, sürekliliğini sağlamak için.

 

SD: Çok haklısınız. Ama bunun olması için de insanların sivil toplum hareketlerine böyle bir ihtiyacı hissetmeleri ve bunu yapmaları gerekiyor. Fakat büyük sivil toplum örgütlerine baktığınız zaman bunlar yerel gereksinimden çok tepeden, yani aşağıdan yukarı değil yukarıdan aşağıya kurulmuş kurumlar. İstanbul’daki bir kurum Anadolu’daki bilmemne gölünün balıkçılık sorunu için proje yapıyor. Oysa bunu yapması gereken oradaki balıkçılar. Onlar yapmıyor ama İstanbul’daki bir dernek yapıyor. Ne zaman ki Van Gölü’nün veya başka akarsularının oradaki balıkçılar kendileri örgütlenip dernek kurup orası için savaşmaya başlayacaklar, işte o zaman onlar kendi paralarını kazanmaya başlayacaklar bence.

 

Projelere uluslararası standart şartı

 

HD: Peki o anlamda sizin programın o yerel inisiyatifi hayata geçirebilmek için ne gibi öncelikleri var?

 

SD: Bizim programın hedef kitlesi o insanlar. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde çalışan insanlar. Ben bunlara “STK manyakları” diyorum. Gerçekten her ilin, ilçenin hatta köyün birkaç tane STK tutkunu çıkıyor böyle. Bunlar gerçekten canla başla çevresindeki insanları örgütlüyorlar, birşeyler yapmaya çalışıyorlar. Kimi park yapmaya çalışıyor, kimi restorasyon adı altında camisinden kaçırılan eserleri, halıları kurtarmak için çalışıyor. Kimi belediyeye karşı savaşmaya başlıyor. İşte böyle şeyler, küçük mücadele veren insanlar var. Bu insanlara el vermeye çalışıyoruz, yol göstermeye çalışıyoruz. Yani nasıl örgütlenirsiniz, örgütlendiniz ama örgütünüzü geliştirmek için ne gibi haklarınız var ve bu hakları ne şekilde kullanabilirsiniz, kimlerle işbirliği yapabilirsiniz, fon kaynaklarına ulaşmak için proje nasıl hazırlarsınız…

 

Proje hazırlamak kolay değil artık. Avrupa Birliği’nden tutun da Birleşmiş Milletler’e, Dünya Bankası’na kadar bütün yabancı çokuluslu kurumlar uluslararası bir formata göre proje istiyorlar, bu da hiç kolay değil, bunu öğretmeye çalışıyoruz. İletişim tam bir başbelası bizim ülkemizde. İnsanlar bayılıyorlar kavga etmeye. Trafikte iki kişi birbirine el hareketi yaptığı zaman, arabada, o yolun ortasına çıkıyorlar kavga ediyorlar, oysa 10 dakika konuşsalar bütün sorunlarını çözebilirler.

 

HD: STK’larda da durum aynı tabii…

 

SD: Aynen öyle. STK’lar bir kere kurum içi dalaşma konusunda çok başarılılar. Bir süre sonra bakın büyük STK’lara, hepsinde aynı sorun var. Aralarından bir grup istifa ediyor, ayrılıyor, yeni bir dernek, yeni bir vakıf kuruyor. Onlar ayrılıyor, yeni birşey kuruyor ve böyle bölünmeler şeklinde ilerliyor durum.

 

HD: Peki o zaman bu tablo bir nesilde çözülebilecek mi sizce?

 

SD: Bu evrimsel bir süreç gerektiriyor ve bunu yaşayacağız biz.

 

HD: Tohum mu atıyoruz biz şimdi?

 

SD: Aynen öyle. Türkiye’de birçok şey yukarıdan düştü. Ben şöyle diyorum: Biz normal maratoncu değiliz, maratonu 3 adım koşarak bitirmeye çalışıyoruz. 3 adımcı kısa mesafede yorulur. Bizim kucağımıza düşüyor herşey. Bu bilgisayarı al kullan diyoruz ama, biz daha okuma yazmayı bilmiyoruz. Gökten cep telefonu düşüyor kucağımıza. Dolayısıyla bu süreyi biz 3 adımda aştığımız için bu sancıları yaşıyoruz. Ama bir süre sonra eminim oturacak yerine bunların hepsi.

 

HD: Yani bunları da sonuçta normal karşılamak gerek diyorsunuz. Bu gerçeği aşmak için sürece ihtiyacımız var.

 

SD: Bunun için çalışmak ve çırpınmak gerekiyor ki bırakırsak hepten gidecek. Devam etmek lazım.

 

HD: Peki Sunay Demircan, son olarak tekrar bir web sayfası adresinizi ve telefon numaralarınızı verelim.

 

SD: Sivil Toplum Geliştirme Programı Sivil Toplum Destek Ekibi’nin telefonu 0312 – 447 77 81; web sayfası da http://www.turksiviltoplum.org/

 

(18 Haziran 2003’te Açık Radyo’da yayınlanmıştır. Deşifre eden: Eda Cerrahoğlu)