AB'de Ekonomik Birlikten Sonrası

-
Aa
+
a
a
a

Güncele Bakış - 12

 

Ömer Madra: Konumuz Avrupa Anayasası ile ilgili arda arda iki gün arayla yapılan oylamalarda, önce Fransa'da sonra da Hollanda'da 'hayır' çıkması ve bunun neler getirip götürmekte olduğu meselesi.

 

İlkay Sunar: Türkiye'ye yansıması ne olabilir? Bir kere Avrupa'nın siyasal birliğe gidişinin o kadar kolay olmadığını gösteriyor. Ekonomik olarak entegrasyon daha kolay halledilen bir mesele olarak çözüldü. Siyasal ve kültürel meselelerde daha zor, daha engebeli bir arazi üzerinde yürür olaylar. Burada da öyle görünüyor. Bir de bu iki ülkenin, aslında üç ülke demek lazım, çünkü ondan evvel de Almanya'da sosyal demokratların kaybetmesi ile adeta bir orada da bir oylama olmuş gibi oldu, Avrupa Anayasası orada da çevrilmiş gibi bir hava oldu ve gittikçe sosyal demokratların zayıflaması, Hıristiyan demokratların da -muhtemelen Merkel'in -gelecek dönemde şansölye olma şansının daha fazlalaşması bu şekilde yorumlanabilir. Dolayısıyla burada üç ülke var, ama iki tane kilit ülke var, bir tanesi Almanya, bir tanesi Fransa; bu ülkeler AB'nin motoru. Avrupa vizyonunun en önemli iki ülkesinde neler oluyor ve bu nasıl yansıyacak? Benim görebildiğim kadarıyla, özellikle Fransa'ya baktığımızda çok çeşitli nedenlerden dolayı Avrupa Anayasası reddediliyor ve bunlar da birbirleri ile illa örtüşen, birbirlerini tamamlayan nedenler değil. Hatta birbirleri ile çelişkil olan nedenler. Bir kaç rakam buldum, 'hayır' diyenlerin %56'sı sosyalist seçmen, %60'ı yeşillerden geliyor, %98'i komünistlerden geliyor, %75'i de milliyetçi sağdan geliyor. Milliyetçi sağ, sosyalistler, yeşiller ve komünistler, bunlar arasında ortak bir noktayı bulmak oldukça zor, özellikle milliyetçi sağ ile sosyalistler, komünistler ve yeşillerin aralarında bazı ortak noktalar bulabiliriz de, buna karşılık iktidardaki UMP partisinin %80 seçmeni, merkezde olan UDF'nin de %76 seçmeni de 'evet' diyor. Burada benim görebildiğim kadarıyla çeşitli korkular, endişeler hakim, ama bunlar birbirleri ile farklı olan endişeler gibi geliyor. Kabaca sosyalistleri, biraz da komunistleri, biraz da yeşilleri işin içine katarak merkezin solu dersek; bana kalırsa Fransa'da veya Almanya'da hakim olan esas endişe, sosyal devlet, sosyal refah Avrupa'sının gittikçe ultra liberal, neo-liberal politikalara teslim olmasına karşı olan tepki gibi geliyor bana. Burada bazıları yanlış okuyorlar bence, soldaki bu korku ve endişe, sosyal devletin, sosyal refah modelinin elden gitmesi, Avrupa'nın bütünleşmesine, birliğine karşı olduğunu hiç zannetmiyorum. Bu solun AB taraftarı olduğunu, ama bir sosyal demokrat bir Avrupa modeline taraftar olduğunu, ultra liberal –Chirac'ın deyimiyle vahşi kapitalizme kayan- bir Avrupa'yı reddettikleri görüşündeyim. Dolayısıyla Avrupa'yı reddetmiyorlar, ultra neo liberal bir Avrupa modelini reddediyorlar. Bunu iyi anlamak lazım çünkü bizde de bazı azarlar solun bunu tepkisini milliyetçi bir tepki, ulusalcı bir tepki, bir ulus-devlet tepkisi olarak okumaya çalışıyorlar, bu bence doğru değil.

 

Solun önemli bir kısmı Avrupacı, fakat dediğim gibi bir sosyal demokrat bir sosyal Avrupa vizyonuna yakın. Sağa gelince, orada da çok çeşitli nedenler var; özellikle merkez sağ, liberal, hatta ultra neo liberal politikalara yakınlaştı Hıristiyan demokratlarda olduğu gibi. Daha aşırı sağ daha ulusalcı ve devletçi olabilir, bunlar göçlere karşılar, özellikle bunun Hollanda'da önemli rol oynadığına inanıyorum.

 

Halbuki Hollanda oldukça liberal. Şöyle de okundu bu, Avrupa Anayasası liberal veya neo liberal bir Avrupa öngördüğü için reddedildi. Ben buna da katılamıyorum. Avrupa Anayasası liberal ekonomik politikalar filan getiren bir anayasa değil ki. Belirli bir siyasal çerçeveyi çizmeye ve siyasal birliğe doğru atılan bir adım olarak görmek lazım. Dolayısıyla Anayasa'da simgeleşen bir sürü korkular, endişeler, özetle şunu gösteriyor ki, bu haliyle, özellikle Fransa ve Almanya gibi çok önemli iki ülkede, tereddütler var. Şimdi İngiltere erteleyeceğini söylüyor, arkasından Çekler, vs. Oralarda bile Demek ki şu anda çok farklı nedenlerden dolayı, farklı görüşlerden dolayı Avrupa'nın hangi yönde birleşeceği veya birleşip birleşmeyeceği konusunda tartışmalar var. İngiltere burada farklı bir tarafı temsil ediyor, daha çok Anglosakson modeli diyebileceğimiz Atlantik İttifakı'na, yani Amerika'ya yakın, liberal politikalara yakın, AB'nin siyasal düzeyde bir federalizme gitmesini istemeyen, daha çok devletarası bir anlaşma olarak kalmasını isteyen bir anlayışı var, hatta Euro Zone'a da girmediler. Ekonomik birliğe fazla itirazı olmayan bir tarafı temsil ediyor. Bu da farklı bir Avrupa modeli, yani AB'yi isteyenler arasında bir liberal-sosyal ayrımı var, bir de AB'nin siyasal birliğini istemeyenler var, -İngiltere ve son giren üyeler, özellikle Doğu Avrupa üyelerinin çoğunda olduğu gibi- daha ulusalcı, daha gevşek bir AB'yi istiyorlar, daha Atlantik ittifakına, Amerika'ya ve Anglo Sakson modeline yakın duruyorlar. Böyle anlaşmazlıklar var Avrupa'nın geleceği üzerinde. Tabii Amerika ve İngiltere bu işten memnun, AB'nin kendini Amerika'ya bir alternatif olarak göstermesi karşısında çeşitli soru işaretlerinin ortaya çıkması Amerika açısından olumsuz değil. İngiltere zaten siyasal birliği istemeyen bir modele inanıyordu, o o açıdan memnun.

 

Bu Türkiye'ye nasıl yansır? Bir kısım okuduklarım, dinlediklerim "bu büyümeye karşı da bir tepkidir, hatta ve hatta bu Avrupa Anayasası'nın reddedilmesinde Türkiye korkusu da rol oynadı" diyenler var. Olabilir, özellikle milliyetçi sağda, fakat çok büyük rol oynadığını zannetmiyorum.

 

ÖM: Buna ilişkin bir veri de yok şimdilik elimizde.

 

İS: Ekonomik faktörlerin, AB'nin niteliği ile ilgili faktörlerin çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bir kısım insan da diyor ki: "AB'nin o federal, daha sıkı siyasal işbirliğine gidecek olan Avrupa vizyonu artık gücünü kaybettiğine göre bu gevşek AB'de de Türkiye'ye yer olur. Buna da "İngiltere modeli" diyebiliriz. İngilizler de zaten bizi çok destekliyorlar bu konuda, esas itibariyle bu Türkiye'nin işine yarar, daha çok devletarası belirli bir serbest ticari alana, ekonomik entegrasyona dayalı bir AB'de de Türkiye'nin yeri vardır, çünkü siyasal ve kültür olarak da zaten Türkiye'ye kuşku ile baktığı için Avrupalılar böyle bir sorun olmayacaktır, dolayısıyla bu Türkiye'nin işine yarar." Bu da mantıklı geliyor, çünkü İngiltere de ta başından beri bizi destekliyor.

 

ÖM: Hatta Amerika da.

 

İS: Evet aynı şekilde, hem İngiltere hem Amerika daha gevşek, daha federal, siyasal birliğe gitmeyen bir Avrupa'nın taraftarı. Dolayısıyla Türkiye'nin şansı burada çoğalabilir. Ama diğer taraftan da büyümeye karşı bir tepki var, özellikle küçük ülkelerde, Hollanda'da  bunun da önemli olduğunu düşünüyorum, çünkü Hollanda zaten liberal politikalar güden bir yer, orada fazla sosyal demokrat, liberal eksenin önemli olduğunu zannetmiyorum, orada daha çok göç korkusu ve Türkiye biraz daha önemli bir faktör olabilir.

 

AB'de bir demokrasi açığından bahsedilir hep, bu da önemli bir nokta. Vatandaş, çok uzakta, Brüksel'de bir takım kapılar ardında verilen kararlardan da hoşlanmıyor, böyle demokrasi ayağı gayet eksik olan, bürokratik bir süper bir Avrupa devletinden de bir çok insanın hoşlanmadığını biliyoruz. Dolayısıyla gittikçe büyüyen ve zaptedilemez, koordinasyonu, eşgüdümü çok zor olan bir Avrupa'ya karşı da bir tepki var. Tabii ne kadar büyürse, sorunlar da o kadar büyüyor. Bir kısım insan da, bırak Türkiye'yi, Romanya'nın ve Bulgaristan'ın üyeliklerinin bile suya düşebileceğinden bahsediyor. Böyle bir takım spekülasyonlar var. Bana sorarsan, ilk kurulduğu zamanki –ilk 6 üyeydi galiba- vizyon, o sıkı Avrupa, kültürel, siyasal ve ekonomik birliğini kurmuş bir Avrupa vizyonu şu anda pek gerçekçi görünmüyor. İngiliz modeline mi yakın diyeyim, ekonomik olarak entegre olmuş, –ondan hiçbir şekilde vazgeçilmeyecek diye düşünüyorum- ama siyasal olarak da çok fazla sıkı fıkı olmayan bir Avrupa görünümü var şimdi.

 

ÖM: Asıl model tartışmasında, serbest piyasanın, neo-liberal ekonominin tamamen hakim olduğu ve 'eurokratlar' diye adlandırılan Avrupalı komisyonerlerin, devletlere rağmen karar verdikleri, sosyal hakları ortadan kaldıran bir yapıya karşı bir çatışma var.

 

İngiltere'nin AB'deki temsilcisi Peter Mendelson'un, "genetik olarak değiştirilmiş yiyecekler yensin" diye bir girişimi vardı, buna Avrupa'da pek çok devlet karşı çıkıyor, hatta komisyondakiler de buna rağmen ısrar ediyor, oysa kocaman da bir rapor çıktı, bin küsur sayfalık, bunun zararları olduğuna dair.

 

İS: Çevre ve gıda konusu, bu aşırı standartlaşma da hoşlarına gitmiyor insanların, böyle Brüksel'den dayatılan aşırı standartlar. Bu standardizasyon da sosyal bir Avrupa'yı standartlaştırma yerine serbest neo liberal bir piyasa ekonomisini yerleştirme adına yapıldığı için, rekabet kuralları, vs. serbest piyasayı teşvik eden standartlaşma olduğu için özellikle merkez sol tarafından bir karşı koyma var. Öyle görünüyor ki, Fransa'da ve Almanya'da muhtemelen daha liberal politikaları savunan isimlerin iktidara gelmesi bekleniyor, mesela Sarkozi'nin 2007 yılında devlet başkanı olması bekleniyor, Merkel'nin erken seçimlerden sonra iktidara gelmesi bekleniyor. Zaten bu iki kilit ülkede de daha muhafazakâr görünüşün altında liberal politikalar güden ve Atlantik İttifakı'na, Amerika'ya daha yakın olan iktidarların gelmesi ihtimalleri var, İngiliz modeli ağır basmaya başladı bile. Dolayısıyla sarkaç, serbest piyasa modeline dayalı, daha liberal, siyasal olarak daha gevşek bir Avrupa modeline doğru kaymış gibi görünüyor.

 

ÖM: Ama bu çok farklı sonuçlar doğurabilir benim kanaatime göre. Eski Çevre Bakanı Michael Meacher de "bir grup hiç seçilmemiş bürokratın kimin ne yiyeceğine karar vermesi demokrasiye karşıdır, işte Fransa ve Hollanda da özünde buna karşı çıktılar referandumda" diyor.

 

İS: Özü bilmiyorum ama önemli bir nokta, bu homojenleştirme, standartlaştırma meselesi, yani yerel birimlerin kendi kararlarını verememesi ve bazı homojenleştirici, standartlaştırıcı ölçülerin, merkezden eurokratlar tarafından empoze edilmesi, "şunu yiyeceksin, şunu yemeyeceksin, şu peyniri şöyle üreteceksin, bu peyniri böyle üreteceksin" vs. demesine karşı büyük bir tepki var.

 

Avrupa düzeyinde bir sosyal demokrat vizyon üretilmesi gerekiyor, eğer AB bundan sonra, ekonomik birlikten sonra, ileriye ikinci bir adım atmak istiyorsa - ki burada bir tökezleme var- Avrupa düzeyinde el ele verecek yeni bir sola ihtiyaç var.

 

Burada merkez solun, soldakilerin AB vizyonundan vazgeçmediklerini, fakat bir ultra liberal, neo-liberal bir Avrupa'ya itirazları olduğunu, sosyal demokrat vizyonun da bugün zayıflamış durumda olduğunu görüyoruz.

 

(7 Mayıs 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)