AB Süreci

-
Aa
+
a
a
a

Güncele Bakış

 

Ömer Madra: Bir çeşit zaman tüneline girmiş gibiyiz; Kıbrıs meselesi, Kardak meselesi, Ermeni soykırımı tartışmaları, başörtüsü meselesi ve geçen Çarşamba günü Genelkurmay Başkanı'nın yaptığı geniş kapsamlı değerlendirme konuşması. Ne oluyoruz?

 

İlkay Sunar: Hükümetten başlarsak, AB sürecine çok hızlı başlayan, yelkenlerini epey büyük bir rüzgârla dolduran hükümetin 17 Aralık'tan sonra gittikçe yavaşlamasından, duruma hakim değilmiş gibi bir havanın ortaya çıkmasından kaynaklanan, aynı zamanda yükselen milliyetçi tepki gibi konularda sanki bir siyasal boşluk var gibi. Bu havanın içinde Genelkurmay Başkanı'nın, Harp Akademileri Komutanlığı'nda yaptığı çok geniş, 24 sayfayı bulan yıllık bir değerlendirmesi var ki, bütün bu son aylardaki konulara değiniyor. Eğer bir şeye odaklanmak gerekiyorsa, bu konuşmada ve diğerlerinde, bütün bu hadiselerin ortaya çıkmasındaki esas sürecin AB süreci olduğunu düşünüyorum. En önemli boyutu budur diye düşünüyorum. Tabii bu arada da ABD ile olan ilişkilerimiz. Burada iki tane önemli aktör var, iç politikadaki sorunların ortaya çıkmasını, yeniden düşünmemizi gerektiren sorunların ortaya çıkmasını tetikleyen iki tane olay var: Bir tanesi AB süreci, diğeri de ABD'nin, özellikle Ortadoğu politikaları diye düşünüyorum. Zaten Genelkurmay Başkanı'nın konuşmasına baktığımızda da bu ikisi ortaya çıkıyor.

 

Genelkurmay Başkanı'nın konuşması tepkilere yol açtı haklı olarak. "Türkiye'de yine sivil-asker ilişkilerine yönelik olarak bir sorun olarak ortaya çıkıyor" denildi, ki doğrudur. Demokratik Batı ülkeleri veya AB normları ile bakıldığı zaman bu konuda da en geniş açıklamaları zannediyorum Hasan Cemal yaptı; "Silahlı Kuvvetler bir siyasal parti gibi hareket etmemelidir, bu siyasal açıklamaları yapmamalıdır" dedi.

 

ÖM: Soli Özel de Pazar günkü Sabah gazetesinde benzeri bir değerlendirme yaptı.

 

İS: AB ve demokratik Batı normları açısından doğrudur. Fakat aynı zamanda, Türkiye'de bütün bu olayların yarattığı boşlukta da, askerin geleneksel rolü göz önüne alınırsa bu sürecin yavaş yavaş aşılacağını, sivil-asker sorununun da, bütün diğer konularda olduğu gibi yavaş yavaş oturacağını düşünüyorum. İçerik olarak önemli mi? Evet, buradaki görüşlere katılalım veya katılmayalım önemli.

 

Ben şunu beklerdim; siyasal parti başkanlarından böyle bir ufuk turu bu noktada önemli olabilirdi. Çünkü bu konuşma, hem güvenlik sorunlarına, hem küresel aktörlere, hem bölgesel sorunlara ve iç siyasete de değinilen bir konuşma. Deniz Baykal'ın böyle bir konuşma yapması veya Tayyip Erdoğan'ın, doğrusu daha aydınlatıcı ve iyi olurdu diye düşünüyorum. Bunun yatıştırıcı bir tarafı da var, milliyetçi tepki vs. derken, belki Genelkurmay'ın böyle bir açıklama yapmasının yatıştırıcı etkisi olabilir diye düşünüyorum.

 

Bu konuşmada önemli noktalardan bir tanesi de şuydu; Türkiye'nin ılımlı İslam devleti veya İslam ülkesi olması meselesine değiniyordu. Yalnız bunun da çerçevesini söylemek lazım, Amerika'nın Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi kapsamında değiniyordu bu konuya. Diyor ki; "bu proje içinde Türkiye'ye de ılımlı İslam devleti veya İslam ülkesi yakıştırması yapılıyor, Türkiye'nin nüfusunun %99'una yakını Müslüman olduğu için bu doğru değildir, Türkiye laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir, Türkiye ne bir İslam devleti ne de İslam ülkesidir" diyor. Türkiye'yi model göstererek, nüfusunun büyük bir bölümü Müslüman olan ülkelerin kolaylıkla demokratik yapıya dönüşebileceği sonucu çıkarmak yanıltıcı olabilir. Burada bir çok malzeme var, T.C.'nin bir ılımlı veya ılımsız İslam devleti olmadığı kesin, bir çok kişi "İslam ülkesidir" tanımına takıldı. Burada ince bir ayar yapıyor gibi geliyor bana, çünkü "nüfusunun %99'unun Müslüman olduğu ülkeye de İslam denilemez, toplum olarak bir İslami yaşam biçiminin dayatıldığı bir ülke demek değildir" demeye mi getiriyor, bilemiyorum ama önemli olan, Müslüman ülkelerin kolaylıkla demokrasiye geçemeyecekleri noktası. Çünkü Amerikan Ortadoğu Projesi'nde bu var.  Burada önemli olan, "Türkiye'nin ayırt edici niteliğinin laiklik olduğunu, laiklik süreci yaşayamayan ülkelerin demokrasiye kolay kolay geçemeyeceklerini" söylüyor. Buradaki mesajı, "Müslüman bir ülkenin demokrasiye geçişi laiklikten geçer, dolayısıyla Türkiye'yi ılımlı bir ülke olarak sunmak demokrasiye geçiş açısından da yanıltıcıdır" diye anlıyorum.

 

Diğer konular bildiğimiz konular, Ermeni sorunu, PKK sorunu, Kerkük sorunu, Kıbrıs sorunu, diye devam ediyor. Belki gözlerden kaçtı, televizyon ve medyadaki, kitle iletişim vasıtalarındaki kültürel erozyondan da bahsediyor, hatta yoksulluğun da Türkiye'de önemli bir problem olduğuna değiniyor.

 

Genelkurmay Başkanı, AB ile ilgili olarak TSK'nin pozisyonunu açıklıyor; AB'ye önem verdiğimizi, zaten bütün Türkiye tarihine baktığımızda bu değerleri içselleştirdiğimizi ve TSK'nin AB'ye girilmesinde gayet kararlı olduğunu söylüyor. Fakat sonra yaptığı değerlendirmelerde Ermeni meselesi olsun, PKK meselesi olsun veya Kıbrıs meselesi olsun, burada AB sürecinin arkasına saklanan veya bunu mazeret olarak gösterenleri yine bir tehdit olarak algılıyor. Yani bir noktada AB'ye kesin kararlı olarak girmemiz gerektiğine fakat çok dikkatli olmamız gerektiğine, AB süreci içinde bizi bir takım tuzakların, tehlikelerin beklediğine, içeriden ve dışarıdan AB süreci arkasına saklanacak olan bölücü güçlerin olduğuna işaret ediyor. İşin özeti bu.

 

ÖM: Genelkurmay Başkanı Org. Özkök'ün konuşmasının odak noktasında bu gergin dönüşüm ortamının, AB sürecinin yattığını okuyorsun?

 

İS: Evet. Bir şey hariç, o da laiklikle ilgili olan kısım; AB projesi içinde laiklik açısından herhangi bir tehlike gördüğüne dair hiçbir cümle yok bu konuşmada, orada da yalnızca Amerika'nın Türkiye'yi "ılımlı bir İslam devleti veya ülkesi" olarak görmesini de irticai tehlike olarak görüyor. Hatta o bile bir şekilde AB süreci ile ilişkilendirilebilir; hak ve özgürlüklerin arkasına sığınarak -hatta zannediyorum bir yerinde hafifçe ona değiniyor- irticai faaliyetlerin de kendi tehlikeli siyasetlerini güdebileceklerini söylüyor. Yani eninde sonunda her şey geliyor AB süreci içinde yaşanan durumdan kaynaklanıyor. Bunu değerlendirmeyi ben Genelkurmay Başkanı'na atfetmiyorum, son aylardaki gelişmelere, 17 Aralık'tan sonraki gelişmelere baktığımızda, ben de öyle görüyorum. AB sürecinden kaynaklanıyor bu sorunlar.

 

ÖM: AKP iktidarının, AB sürecine çok hızlı ve enerjik bir şekilde yaklaşmasından sonra, konunun odak noktasında bu süreç varsa, o zaman tekrar buraya yüklenmesi beklenirken, bu konuda bir çeşit iktidar boşluğu görünüyor ortada.

İS: Katılıyorum, böyle bir durum var, hızlı bir başlangıçtan sonra. Belki kendileri de tahmin edemediler, Avrupa ile müzakereler başladıktan sonra çok zorlu bir sürecin bizi beklediğini. Buna hazırlıksız olarak yakalanmış olmalarına doğrusu inanamıyorum, biraz da şaşırıyorum, öyle bir durum varsa, ki öyle görünüyor. AKP iktidarı bu tepkileri tahmin edilebilmeliydi ve buna göre önceden bazı politikalar oluşturabilmeliydi diye düşünüyorum. Ama böyle bir durumun ortada olmadığı görünüyor. AB süreci içinde, hele müzakereler başladıktan sonra –ki inşallah başlar!- bu sürecin çok zor olacağını, bir noktada popüler bir deyimle söylemek gerekirse, "hamama girenin terleyeceğini" biliyorduk, tahmin ediyorduk.

 

Hükümetin burada kendi içinde de tam bir konsensüse ulaşamamış olmasının yarattığı boşluk var, bu çok doğru, ama ya bu süreci güdeceğiz, ya bu süreçten vazgeçeceğiz. Tabii ki bu sürecin içinde yaşanan zorlukları aşmamız gerekiyor. Şöyle bir bağlantı yapmak istiyorum; Radikal'de uzun bir söyleşi çıktı Alain Touraine'le... Bir Fransız grupla, Le Monde'da Türkiye'nin AB'ye girmesini destekleyen bir yazıları çıktı. O grup Türkiye'deydi. Ankara ve İstanbul'da konuşmalar yaptılar. Çok enteresan, bir yandan Türkiye'de AB'ye giriş sürecimizin bizi bölebileceği, zayıflatabileceği endişelerinden kaynaklanan tepkiler var son aylardaki esas konu bu. Fakat Touraine'in sözlerine baktığımız zaman ilginç bir şey görüyorum; Bir Avrupalının, hiç olmazsa önemli aydın kesiminin, Türkiye'nin AB'ye alınmasını isteyen kesiminin bakış açısını yansıtan nokta şu; diyor ki "Türkiye AB'ye girmelidir, çünkü AB'nin küresel ölçekte bir güç olması ancak Türkiye'nin girmesi ile mümkün olur. Amerika'nın küresel gücüne, karşı bir alternatif olacak Avrupa, ancak Türkiye'yi kendisine kattığı zaman ortaya çıkar." Ondan sonra da Ortadoğu'daki devletlerin, genellikle Arap ülkelerinin nasıl çok zayıf devlet geleneğine sahip olduğunu, iki tanesinin çok güçlü olduğunu, birisinin Türkiye ve öbürünün İran olduğunu söylüyor. İran'ın durumu zaten malum, Türkiye'nin de demokratik, laik, güçlü bir devlet geleneğine sahip, güçlü bir ülke olarak Avrupa için büyük yarar sağlayacağını söylüyor. Bir taraftan "AB bizi bölecek" diyoruz, diğer taraftan da eğer bunu bir önemli gösterge sayarsak, Türkiye'nin Avrupa'yı daha güçlü yapacağını söyleyen, Le Monde'da bir genel bildiri imzalanıyor aydınlar tarafından. Yani AB bizi bölecekse o zaman bu Touraine'in söylediği tamamen yanlış, bir hayal dünyasında yaşıyor bu Fransız aydınlar. Çünkü o güçlü Türkiye'nin Avrupa'yı nasıl daha güçlü yapacağından bahsediyor, eğer AB'ye alınmasının esas nedeni Türkiye'nin gücü ise, ne diye bu adamlar bizi bölsünler? Onu anlamıyorum doğrusu.

 

 

Touraine de Avrupa'nın bir alternatif güç olarak çıkması ve sorunlara daha farklı yaklaşması açısından, "beni Ukrayna ya da Portekiz'in AB'ye girmesi pek heyecanlandırmıyor, beni heyecanlandıran proje bu, ve burada da Türkiye'ye muhtacız" diyor. Güçlü Türkiye'den bahsediyor, çünkü Avrupa gücünden bahsediyor. Benim açımdan Türkiye'nin bir güç odağı olarak AB'ye alınması, bir Türk aydını olarak, özellikle, demokratik anayasal insan haklarına dayalı bir ülkenin gelişmesi için bu değerleri benimsemiş bir aydın olarak beni çok hoşnut kılıyor mu? Hayır, ben isterdim ki "Türkiye demokratik olduğu için, insan haklarına dayalı olduğu için, anayasası gelişmiş laik bir ülke olduğu için biz Türkiye'yi almak istiyoruz" desinler. Halbuki diyorlar ki "Avrupa'nın dünya ölçeğinde güçlü olmasını istediğim için, Türkiye'nin girmesini, güçlü bir devlet olarak, ülke olarak girmesini istiyorum" diyor. Bu beni bir Türk aydını olarak pek tatmin etmiyor.

 

ÖM: Doğru, ama demokratik yönde, bir başka farklı okuma denemesi yaparsak, Türkiye'nin de özellikle son yıllarda gerçekleştirmeye çalıştığı geniş kapsamlı reformlarla Avrupa standartlarına, aslında evrensel standartlara, uygun bir demokrasiyi kurma, genişletme, yaygınlaştırma çabasının da pozitif bir katkısı oldu herhalde?

İS: Orası kesin, ama işte onu vurgulamıyor, ben Avrupalı aydınların Türkiye'nin AB'ye alınmasında bu yönümüzü ön plana çıkarmalarını tercih ederdim. Ama biz endişe içindeyiz, AB bizi bölmeye mi çalışıyor, zayıflatmaya mı çalışıyor? AB'ye girmemizi isteyen insanların gerekçesinde güçlü Türkiye var. Yani ya onlar tamamen yanıldılar veya biz çok vehim içinde yaşıyoruz.

 

17 Aralık'ta Brüksel'e de gitmiştim, orada Belçika Dışişleri Bakanı'nın verdiği konuşma vardı, "Belçika halkı pek taraftar olmasa bile biz de hükümet olarak Türkiye'nin AB'ye girmesini istiyoruz" dedi ve aynı Alain Touraine'in verdiği gerekçeyi verdi: "Avrupa Türkiye ile daha güçlenir". Dolayısıyla Türkiye'nin girmesini isteyen Avrupalıların bakış açısında güçlü Türkiye gerekçesi var. Bölerek, zayıflatarak bir güçlü Türkiye'nin ortaya çıkmayacağını iyi bilmeleri lazım. Türkiye'nin girmesini isteyenler, güçlü Türkiye'nin Avrupa'ya girmesini istiyor.

 

ÖM: Bütün bu yaşanan genel süreci, Kıbrıs, Kardak, bayrak, Ermeni, İncirlik, başörtüsü, vs. hepsini birden aslında AB süreci üzerinden okumak ilginçti.

 

İS: Ermeni meselesi de tabii, bir nokta da AB süreci içinde gündeme oturdu. Bunları konuşmamız, bunlarla yüzleşmemiz, bunların muhasebesini yapmamız lazım. Bence sonunda hem demokratik açıdan, hem siyasal süreç açısından çok daha güçlü çıkabileceğimiz bir fırsat diye düşünüyorum.

 

(26 Nisan 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)

* Genelkurmay Başkanı Org. Özkök, Harp Akademileri'nde yıllık değerlendirme konuşmasını yaparken, (20 Nisan 2005)