“Deprem esnasında en güvenlisi cenin pozisyonudur”

-
Aa
+
a
a
a

Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Acil Tıp Uzmanı, profesyonel dağcı ve arama kurtarmacı Dr. Ferudun Çelikmen’le deprem bölgesindeki tecrübeleri üzerine konuşuyoruz.

Khalil Hamra/AP
Fotoğraf: Khalil Hamra/AP
Adana'dan Hatay'a arama kurtarma çalışmaları
 

Adana'dan Hatay'a arama kurtarma çalışmaları

podcast servisi: iTunes / RSS

(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)

Beysun Gökçin: Açık Deniz’den herkese iyi fikirler. 95.0 Açık Radyo’da bir Açık Deniz programında daha birlikteyiz. Bu haftaya özel bir program yapıyoruz. Açık Deniz’in dümeninde Altın Saatler ekibi olacak. Gürhan Ertür'le beraber stüdyodayız. 

Gürhan Ertür: Beysun çok teşekkürler. Geçen hafta da Açık Deniz programının saatini bize ayırmıştın. Sağ olasın. 99’daki beraberliğimiz, iş birliğimiz ve Açık Radyo macerasındaki birlikteliğimiz devam ediyor. 

B.G.: Hemen bir şey ekleyeyim. Ben bir CD arıyordum. 2005 yılında, Şubat ayında

Gürhan'la Sri Lanka'daki tsunamiyle ilgili bir program yapmıştık. Orada Altın Saatler’e Gürhan beni davet etmişti ve izcilik üzerine konuşmuştuk. Bir alıntı yapıp burada yayınlamayı düşünüyordum ama dün akşam o programı dinledim. Bugüne dair pek bir şey yoktu. Ancak şunu söylemem lazım; herkes gibi ben de çaresiz bir şekilde televizyonun başında deprem bölgesini, afet bölgesini izliyorum. O yayın bir ara çıktı, aklıma geldi. Sizlere de hatırlatmış oldum. Şimdi söz sende Gürhan. Sizin gündeminiz vardır. Ben arada bir-iki şey söylemek istiyorum. O zaman katılacağım.

G.E.: Gündem ortak tabii. Bugün Altın Saatler ekibimizden Elvan Cantekin, Muzaffer Tunçağ aramızda. Konuğumuz Doktor Ferudun Çelikmen. Ferudun Bey, hoş geldiniz programımıza.

Ferudun Çelikmen: Merhabalar. Nasılsınız? 

G.E.: Sağ olunuz. Çok teşekkürler. 99 depreminde olduğu gibi 24 saatlik yayınımızı depreme ayırmıyoruz ama dün 8 saatlik bir yayın yaptık. Bugün de birkaç programımızda yine depremi gündeme getirdik. Ben sizi hemen tanıtmak istiyorum. Eksik bıraktığımı da siz söyleyin lütfen. Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Acil Tıp Uzmanı, profesyonel dağcı ve arama kurtarmacı. Bildiğimiz kadarıyla siz bölgeye de gittiniz ve bölgede de bazı çalışmalar yürüttünüz. Öncelikle bundan bahsedebilir miyiz? Ne yaptınız? Arama kurtarma mı, yoksa sağlık hizmetlerini mi yerine getirdiniz? 

F.Ç.: Her ikisi de. Biz aynı gün, 6 Şubat’ta, Adana üzerinden Hatay'a geçip, akşam hasta baktık. Ertesi gün de arama kurtarmalara başladık. Yeditepe Üniversitesi'nin YÜDAK isimli, öğrencilerden oluşan Yeditepe Üniversitesi Doğal Afetler Arama ve Kurtarma ekibi var. 16’sı genç öğrencilerimizden olmak üzere, acil tıp uzmanı, çocuk hastalıkları uzmanı ve hemşirelerden oluşan toplamda otuz kişilik bir ekiple gittik. Hızlı bir şekilde intikal ettiğimiz için de ertesi gün 12 tane insanın hayatına el uzatmış olduk. Canlı olarak 5 erişkin, 7 de çocuk çıkarttık enkazdan. Akşamları da hasta bakmaya devam ettik. Kurtardıklarımıza ilk müdahaleyi yaptık. Filmlerde görebileceğiniz bir felakete, Hollywood filmlerinde olabilecek inanılmaz olaylara tanık olduk. Sonrasında otobüsle yeni bir YÜDAK ekibi geldi. Yerimizi onlar aldı. Aynı bölgeye geldiler çünkü biz lojistiği oraya kurduk. Çadırlarımız, malzemelerimiz oradaydı. Onlara devir yaptık. İlk gittiğimiz zamana göre biraz daha toparlandı olay ama tam bir felaket söz konusu. Çok güzel bir şehir olan, kültürlerin kavşak noktası olan Hatay bitmiş durumda. 

B.G.: Ferudun Bey, sanıyorum, bu iki büyük deprem bir ezberi de bozdu. 72 saat meselesini yeniden değerlendirmek gerekecek herhalde. 

F.Ç.: 92’den beri afetlerin içerisindeyim. Bizim artık bu büyük kentleri cazibe merkezi haline getirmekten kaçınıp okulu, üniversitesi, her türlü altyapısıyla yerleşimleri Anadolu'ya yaymamız lazım. O baktığımız on şehir de depremzede. On şehir de çevresinden hep göç almış yerler. Kötü kentleşmiş yerler. Hatay’da Asi Nehri'nin kıyısına, Amik Ovası'na, tarım alanlarına yayılmış bir konutlaşma, yapılaşma var. Harap olan yerler hep oralar. O ovadaki verimli arazileri ekip biçmek yerine binalar yapılmış. Asi Nehri'nin kıyısına mahalleler kurulmuş ve hepsi yerle bir. 

İhbar geldikçe yukarılara, yamaç yerleşim bölgelerine de çıktık. Çok daha eski olduğu her halinden belli binalar ayakta duruyor, mezar olmamış insanlara. Bu çok önemli bir konu. Mesela ben Erzincanlıyım. Erzincan'da da cumhuriyetin ilk yıllarında, 1939’da meydana gelen depremdeki kayıtlı verilere göre jeologların, yer bilimcilerin bir kısmı meydana gelen en büyük deprem olduğunu söylüyor. Ama ben onu görmedim, yaşamadım, bilemiyorum. 92’de gene Erzincan yerle bir oldu. Niye? Kent dere yatağında. Sabıkalı fay hatları belli. Ben yer bilimcileri ikiye ayırıyorum. Bir fal bakanlar var, bir de ciddi veriler üzerinden konuşanlar var. Ciddi veriler üzerinden konuşanlara çok büyük saygı duyuyorum. Kuzeydoğu Anadolu fay hattı belli. Karlıova’dan Saros'a kadar ulaşan hattan içerilere girmenize gerek yok. Dere yolu derler kamyoncular. İnsanlar genelde nehir etraflarını çok sever. Suyundan faydalanmak için ve gitmek gelmek kolay olduğu için. Oysaki nehir yataklarının çoğu, yerin binlerce metre altına inen fay hatları. Amik Ovası’nda Asi Nehri’nin yaptığı gibi, Kuzeydoğu Anadolu fay hattındaki bütün o ırmakların yaptığı gibi. Buna dikkat etmek lazım. Yerleşimleri böyle alanlardan yamaçlara, dağlara taşımak lazım. Başka türlü olmaz. Bu kentleşmeyi hepimiz ölmeden önce bir şekilde halletmemiz lazım. Yoksa çoluk çocuk bizim ahmaklığımız yüzünden telef olup gidecek. Anadolu'ya inanmak lazım. Gerçek yer bilimci bilim insanlarını dinleyerek fay hatlarından uzakta yeni kasabalar kurmak lazım. Mesela sahada çalışan birbirinden değerli arkadaşlarım var ya da Naci Hoca gibi yıllar önce bu konuda uyarmış bilim insanlarımız var. Aklıselim bir şekilde mutlaka yerleşmeyi yaymamız lazım. Bunu yapmadığımız takdirde bizim yaptığımız sadece yaraya merhem olmak. 99’da AKUT'la, 6 Şubat felaketinde genç üniversite öğrencileriyle, hekim arkadaşlarımızla yaptığımız işler yaraya merhem olmak. Bu yaptıklarımız aman aman önemli olaylar değil ama tabi 12 tane insan kurtardık sonuçta. Bu yapılanlar onlar için değerli. Belki de biz gitmeseydik binlercesi gibi onlar da enkaz altında kalacaktı. 7 tane çocuk çıkardık. İnsanın kendisi de anne-baba olunca olaylara çok daha farklı bakıyor.

G.E.: Ayın 6’sında müdahale etme imkânınız oldu. Çok hızlı tepki verdiğiniz anlaşılıyor. Aynı zamanda bir hafta gibi o en akut dönemde oradaydınız. Buradan hareketle özellikle müdahale açısından 99’la bir karşılaştırma yapmak mümkün mü? 

F.Ç.: Ben Hatay'ı biliyorum. Öteki iller için ezbere konuştum ama hekim arkadaşlarım sahada. Bizim Acil Tıpçılar her ilde kendi başlarına organize oldular. Onlardan gelen bilgiler doğrultusunda bu felaketin 99’dan çok daha büyük olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Hatay’da her iki binadan biri yıkılmış ama kalan o bina da sıkıntılı. Orada da gidip yaşanmaz. Hatay’ı yeniden yapmak gerekecek. Dağlara, yamaçlara çıkmak gerekecek. O şehri bir daha Asi Irmağının kenarına kurmak intihar demek. Orayı çoluğa çocuğa mezar yapmak demek. Şehri Amik Ovasına kurmamak lazım. Yamaçlara çıkmak lazım. Ben videolar çektim, görseniz inanamazsınız. O sallantı esnasında zemin sıvılaşmış. Bir de bu deprem çok uzun sürmüş. Depremlerin yıkıcılığı genelde şiddeti üzerinden konuşuluyor. Ben Türkiye'de ve yurt dışındaki bütün deprem afet bölgelerine gittim. Gözlemime göre şiddetin büyüklüğü kadar süresi de önemli. Fay hattının kırılması uzun sürerse rezonans artıyor. Kısa sürede yavaşlamazsa şiddet daha fazla oluyor. Türkiye’deki depremin iki dakikaya yakın sürdüğünü söyleyenler var. Marmara depremi 45 saniye sürmüş, şimdiki ise bir buçuk dakika. Uzun sürmesi yıkıcılığı artırmış.

F.Ç.: Sanıyorum 6 Şubat ile 99 arasındaki en büyük fark da meteoroloji. Eksi on-on bir derecelerde dışarıdaki su şişeleri donmuş. Bunu geçenlerde televizyonda gördüm, çok çarpıcıydı. Karavanın içindeki içme suları donmuş. Dolayısıyla şartlar çok daha farklı.

Elvan Cantekin: Benim sorum da bununla bağlantılı olacak. Bölgede çalışanlar arasında yabancı ekiplerin de olduğu bazı arama kurtarmacılarla konuştum. Depremin soğuk havada ve gece olması nedeniyle insanların yatakta ve üzerinde de yorgan varken yakalanmalarının enkaz altında canlı kalma sürelerine biraz katkısı olduğunu söyleniyor. Siz ne dersiniz? 

F.Ç.: 92 depreminden beri ben ısrarla söylüyorum. İnsanlar hayatında bir kişiyi bile kurtarmamışlar, bol keseden atıyorlar. İster amuda kalkın, ister çöküp kapanıp tutunun bir yerlere. Bina güm diye aşağı indiği anda yaşama şansınız çok az. Herkes bir şekilde de sakınmaya çalışıyor. Bunun nihai hâli cenin pozisyonudur. Bunu baştan yaparsınız kafanızın, gözünüzün, omurganızın kırılması engellenir. O yüzden cenin pozisyonun önemini ısrarla söylüyoruz. Elvan Bey'in dediği konuya da geleyim. Altı ay kış uykusuna yatan bütün memeliler bu şekilde yatarlar. Bazal metabolizma dediğimizde en az enerji ihtiyacıyla yemeden içmeden bir kış uykusunu geçirirler. Hyber Nationdediğimiz bu özellik memelilerde vardır. O zaman enerji ihtiyacınız da azalıyor. İkincisi; hipotermiden korunursunuz, ısı kaybı azalır. Bizim çıkardığımız iki kişi üzerinde yorganla battaniyeyleydi. Bunlar uzun süre hayatta kalma şansını artırıyor. Ama aslolan, adam gibi zemine yapılmış, adam gibi binada yaşayabilmek. Alçak katlı, yatay mimaride, sağlam zeminlerde… Bunları bir kenara bıraktığınız zaman hayatta kalma şansınız azalır. Cenin pozisyonunu kısa vadede söylememiz lazım. İnsanlar nasıl kurtuldular, nasıl bir şekilde saatler sonra enkazdan çıkarıldılar? Bu verileri değerlendirmek adına bunları söylüyorum. Yoksa bunları herkes yapsın depremden kurtulur diye bir olay yok. Bina yıkılırken gördünüz mü televizyonlarda? Tonlarca ağırlık güm diye aşağı iniyor. Darmadağın oluyor. Yani içerisinde gayri ihtiyari sakınanlar, savrulanlar, yatağın yanına düşenler, sağlam bir eşyası olanlar bina yıkıldığında kiriş ve kolonların da yardımıyla hayat üçgenlerinde, yaşam boşluklarında kalıyor. Bir de tam üzerine düşmez de malzemelerin yanında olursanız hayatta kalma şansınız artıyor. En son bir kızcağız kurtarıldı. Aleyna Ölmez. Soyadından hatırlıyorum, ölmedi kızcağız. Etrafındakilere cenin pozisyonu aldığını kendi söylemiş. On birinci ya da on ikinci gün çıktı. Hâlâ bazı hocalar çıkıp çök, kapan, tutun yapın diyor. Bina çöktüğü anda sen refleks olaraktan mecburen sakınma hareketi yapıyorsun ve bunun nihai sonucu cenin pozisyonu. Bunu baştan yaparsan savrulma esnasında kafan, gözün, omurgan kırılmaz ve ölümcül yaralar almazsın. Çünkü depremlerde en çok ölüm nedeni soyut organ yaralanmaları. Omurga, kafa ve beyin travmaları. Ardından da crush sendromu geliyor. O yüzden baştan bu ülkeye özgü gerçekleri doğru yorumlamak, doğru paylaşmak lazım. Biz ne Japonya'yız ne Amerika. Japonya'da dokuz büyüklüğünde deprem oluyor. Bunları görmek lazım. Binaları yıkılmıyor. Amerikalıların evlerini biliyorsunuz, genelde hep göl kıyısında iki-üç katlı evler. Çelik konstrüksiyon yapıyorlar, kaya zemine yapıyorlar. New York'a gidin, Manhattan’ın tamamının zemini kayadır. İstanbul'a bakıyoruz mesela Finance City kurulmuş Ataşehir'de. Onun zemini nasıl acaba? Gidip merak eden oldu mu? Birbirine değen gökdelenler, burgulu burgulu, cam kaplı binalar. İstanbul'u revize etmek lazım. Herkesin kafasına göre iş yapmaması lazım. Çok iyi yerleşim lazım. Çok iyi planlama lazım. Çok iyi bina kalitesi lazım. Nefesim, gücüm bunları anlatmaktan öteye geçmiyor. 

"Afet bölgesinde elektrik, su, barınma, iletişim problemleri var"

G.E.: Ben bir şey sormak istiyorum. Yaralılar var. Özellikle de onların acil sağlık hizmetlerine kavuşması gerekiyor. O anlamda bölgedeki gözlemleriniz nelerdir ve yapılması gerekenlere ilişkin neler söylemek istersiniz?

F.Ç.: Çok hızlı bir şekilde oraya intikal ettik. Şu anda da göreve devrettik. Sürekli veri akışı var. Bizim gittiğimiz yer Hatay'daki şehir hastanesi. Dışarıdan bakıyorsun fırıl fırıl, camlı mamlı bir bina ama kullanılamaz halde. Arka taraftan çökmüş bina. Çok büyük bir mücadele var. Yapmadığımız bir şey kalmadı orada. Ama dediğim gibi deprem olduktan sonra yaptıklarımız yaraya merhem olmak. En azından tuz, biber dökmeden yaraya merhem olmaya çalıştık. İnşallah önümüzdeki süreçte düzgün işler yapılır. Yoksa çok büyük tepkim var benim de. Konuşacağım çok şey var da şimdilik yaraya tuz biber olmasın diye konuşmuyorum. Çok üzücü şeyler var, çok büyük sıkıntılar var. 

B.G.: Şimdi genelde biz hep gelen depreme göre hazırlanıyoruz. Ben de herkes gibi çaresiz bir şekilde televizyonlarda sadece tanık oluyorum. Şöyle bir tespitim var. Şu anda afet bölgesinde elektrik, su, barınma, iletişim problemleri var.  Mesela babam apartmana girdi. Geceydi. Elinde bir tane mandallı el feneri vardı ve pilli değildi dinamoluydu. Hatırlayın eski bisikletlerde hemen yan tarafta bir dinamo vardır ve lambasını, farını o yakar. Bizim endüstriyel tasarımcılara ihtiyacımız var. Afet bölgesinde şu anda en kolay bulunan şey insan gücü ve ateş. Bir dinamo tasarlanıp elektrik üretilebilir. Burada da insan gücü kullanılabilir. Mesela biz tekneyi karaya çekerken otuz-kırk kişi olurduk ve koca bir tekneyi çekerdik. Yani insan gücü çok önemli bir kaynak ve kullanılabilir vaziyette ve tabii en kolay ulaşılır şeylerden bir tanesi de ateş. Az önce anlattığım o donmuş suları görünce aklıma şu geldi; ateş var, kaynatabilirsin. Şişelerdeki suyu ısıtıp gece yataklarda bir miktar ısınma sağlanabilir. Endüstriyel tasarımcıların devreye girmesi gerekiyor bence. İnsan gücüyle çalışan aletler tasarlanabilir ki bunlar var, dinamolar. Bunlarla aküler şarj edilebilir. Aküler şarj olunca da iletişim meselesi hallolabilir. Ayrıca deprem çantasında mutlaka telsiz olmalı. Çünkü telsiz bütün altyapılardan bağımsız olarak iletişim kurabildiğimiz bir alet. En azından biz denizde ya da okyanusun ortasında telsizle istasyondan istasyona iletişim kurabiliyoruz. Ayrıca telsizin şöyle bir avantajı var. Diyelim ki beş kilometre sonraki bir istasyondan daha sonraki istasyona ulaşmayı sağlayabiliyor ve en azından iletişimsiz kalınmayabiliyor. Yani özetle söylemek istediğim bu şey; madem deprem coğrafyasında yaşıyoruz deprem sonrasına dair teknolojiler üretmemiz gerekiyor. Dışa bağımlı olmadan oradaki yaşam konforunu en azından belli bir standartta sürdürebilecek aletlerin tasarlanması gerekiyor. Ben endüstriyel tasarımla uğraşıyor olsam bunu bir proje konusu haline getiririm. İnsan gücü ve ateşle ne tür aletler yapabiliriz ki deprem sonrasında oradaki insanların belli bir standartta hizmet almalarını sağlayabiliriz, sorusuna cevap ararım. Bu bence çok ciddi bir konu. Bu tür alanları sizler de biliyorsunuz, ne dersiniz?

F.Ç.: Bu konularda çalışmakta elbette zarar yok. Oradaki enerji ihtiyacı, ısı ihtiyacı için bu tür çözümler getirilebilir. Benim önerim şu. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede depremin etkilediği şehirlere İskenderun, Trabzon, Samsun, Giresun Limanlarından konteyner ulaştırma şansınız var. Çünkü deniz en sağlıklı ulaşım araçlarından bir tanesi. İki-üç tonluk malzemenin taşınması kolaylıkla sağlanabilir. Konteynerleri birbirine bağladığınızda, yirmi tane konteyner için bir tane duş, tuvalet konteyneri eklediğinizde ve bunlara bir de 300-400 kWA gücünde bir jeneratör eklediğinizde bütün sorun çözülüyor. Oradaki sorunlar sıcak suyla anında halledilecek boyutta değil. Daha çok şeye ihtiyaç var. Çok daha fazla ihtiyaç var. Ama bunlar da inovasyona açık.

B.G.: Ben de daha büyük yeteneği olan aletleri tasarlamaktan söz ediyorum. Yoksa yani basit bir şey ateş yakmak.

F.Ç.: İnsanların yerini kalp atışlarıyla ve vücut ısılarıyla tespit etmeye yarayan aletler var. Hasta hipotermik bile olsa kalp atışından ve biraz da vücut ısısı yardımıyla enkaz altındaki yerini sabitleme şansınız var. Dronelar çok önemli. Havadan anında enkazda kaç kişi olduğunu bulma şansı var. Yani teknolojiye, inovasyona açık olmak lazım. Çünkü afetler özellikle bizim ülkemizin bir gerçeği. Deprem ülkesinde yaşıyoruz. Tespit edilmiş fayların yanında bir de tespit edilmemiş başka diri küçük faylar var. Evlerimizin nerede olduğunu bilmemiz lazım. Bu çok önemli. Biz biraz yer bilimini ihmal etmişiz. Okullarda jeolojiyi, astronomiyi müspet bilimler arasına koymak lazım. 

B.G.: Bu bölgelerdeki jeolojik yapının üzerine inşa edilecek inşaatları da doğru yapamadığımızdan kaynaklanıyor sorun. Sadece yer bilimleri değil, inşaat ve deprem mühendisliği konusunda da bilgi verilmeli. Bu boyutta bir afetten sonra acil tıp hizmetlerinin çok büyük önemi var. sadece enkazdan çıkanların tedavi edilmesi değil, onun ötesinde şu anda sayıları yüz binleri bulan insanlar çok zor şartlarda ve her türlü tehdide açık olarak yaşıyor. Bu konuda yapılması gerekenler nedir? Sizin görüşlerinizi almak isterim. 

F.Ç.: Konteyner kentlerin intikali ne kadar çabuk olursa o kadar iyi olur. Çünkü çadırda güvenlik olmaz ama konteyner daha kompakt bir yapı. O yüzden dediğiniz konuyla ilgili konteyner bazlı çözüm önemli. Özellikle üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede limanlardan gemiyle binlerce konteyner taşıma şansınız var. Ağır kitleleri başka şekilde taşıma şansınız yok. Bu malzemenin intikaliyle sorun ikinci gün, üçüncü gün hızlı bir şekilde çözülebilir. Çünkü insanlar iki gün, üç gün enkazın başından ayrılmıyor; canı orada, malı orada, cenazeleri orada. Ama konteyner kurulumu sonraki günleri, haftaları bulduğu anda sıkıntı oluyor. Özellikle kış şartlarında ve gece olan depremlerden sonra bir an evvel konteyneri önceden belirlenmiş yerlere koyduğunuzda büyük ölçüde bir ihtiyacı karşılamış olursunuz. Barınma, yemek yeme, aydınlanma, ısınma sorunlarını bu şekilde çözmek çok kolay, çok mantıklı. 200-300 kWA jeneratörle enerjiyi verdiğinde binlerce insanı aynı anda aydınlığa ve ısıya kavuşturma şansın var. 

Muzaffer Tunçağ: Ben de bir şey eklemek istiyorum. Nükleer santrallerde elle çalışan jeneratör var, oralara sığınaklar da yapılıyor. Belki biraz geç kaldım ama bunu hatırlatmak isterim. Zannediyorum İzmir Belediyesi, Hatay'da konteyner imalatı yapıyor ve yerinde temin ediyor. Öyle de bir durum var. Onu da anımsatmak istedim. 

G.E.: Çok teşekkürler. Kolaylıklar diliyoruz.