Pandeminin tarihsel kökenleri ve panoptikon

-
Aa
+
a
a
a

Diğer pek çok sorun gibi pandemi de sadece bugünün konusu değildir. Köklerini, Akdeniz'de ufak bir seyir yaparak bulmamız mümkün. Peki nasıl başladı tüm bu pandemi hikayesi, birlikte bakıyoruz.

Kaynak: Universal History Archive/UIG/Getty Images
Universal History Archive/UIG/Getty Images
Pandeminin tarihsel kökenleri
 

Pandeminin tarihsel kökenleri

podcast servisi: iTunes / RSS

İnsanlığın geçirdiği en uzun dönem olan (yaklaşık 3 milyon yıl diyelim) “avcı-toplayıcı” yıllarımızda pandemi izine rastlanmıyor. Tabiatla arasındaki ilişki henüz bozulmamış, dengeli ve simbiyoz bir yaşam sürebildiğimiz bir dünyadayız… Ne zaman ki Neolitik devrim gerçekleşiyor, işler sarpa sarmaya başlıyor. Tarım devrimi ile birlikte insanlar medenileşmek adına, köyler, kentler, şehirler kurdukça ve diğer şehirlerle bağlantı kurup artı değerlerini önce değiş tokuş etmek, sonraları da satmak için ticaret yolları geliştirdikçe ve bu uğurda savaştıkça, salgın hastalıklar da aynı orandan güçlenip yayılıyor. Hele Bronz Çağı gelip de bu güçlü metali üretmek için gereken kalay Akdeniz havzasında bulunmadığı için uzun deniz yolculukları başladığında, değiş tokuş edilenler sadece metalar ve kültürler değil, hastalıklar da oluyor.

Kullandığımız malların pek çoğunun Çin’den geliyor olması yeni bir şey değil

İpek Yolu ile bu metalar ve insanlar Asya’nın en batısına kadar kara yolu ile ulaştırılır. Bu noktadan sonra Doğu Akdeniz limanlarından teknelere yüklenerek Kuzey Afrika ve Avrupa limanlarına taşınır. İlk aşama, deniz yollarının kara içi ulaşım sistemlerine eklenmesiyle gerçekleşir. Bu şekilde Akdeniz, uzunca bir süre eski dünya ulaşım ağının merkezi olmuştur. Ticaret arttıkça salgınların etki alanı genişlemiş ve sonuçları ağırlaşmıştır. O halde salgınlar da aynı yolu izlerler diyebiliriz; (ex oriente lux) sadece ışık değil, virüsler de doğudan yükselir.

Tarihte iz bırakmış pek çok salgın var. Biz Akdeniz’i ilgilendiren birkaçına bakalım isterseniz.

Bizans İmparatoru Jüstinyen -Ayasofya'yı da inşa ettiren zat- Roma İmparatorluğu’nun kaybettiği hemen hemen tüm toprakları tekrar fethederek, 6. yüzyılda Akdeniz’i bir Bizans gölü haline getirmeyi başarmış, ancak bedel olarak da bu süreçte gemileri vebayı tüm limanlara bulaştırmıştır. Akdeniz şehirleri, nüfuslarının yaklaşık yarısı bu salgında kırıldığı tahmin ediliyor.

Kara Ölüm, dünya nüfusunu yarı yarıya azaltmak üzere gemiden inmiştir bile

 14. yüzyıla geldiğimizde Cenovalılar, o güne kadar süregelen geleneksel kürekli tekne tipi olan kadırgalarda çok büyük bir ilerleme kaydederler ve tek sırada üç kürekçi oturtmayı başarırlar! Bu çok daha süratli yeni teknelerini hemen test etmek isterler. Artık etkinliğini yitirmiş olan Moğolları Kırım’da yenen Cenovalılar, zafer sarhoşluğu içerisinde, Ekim 1347’de, 12 gemiyle Sicilya'daki Mesina Limanı’na demirlerler. Ancak kadırgalarında, savaştan galip dönen bir filodan beklenen şaşaadan eser yoktur. Gemilerdeki sessizliği fark edip rıhtımda toplanan insanları güvertede veba karşılar. Tayfaların çoğu ölmüş, hayatta kalanlar ise ıstırap içindedirler. Sicilyalılar gemilerin hemen limandan çıkarılmasını sağlarlar, ancak artık çok geçtir; Kara Ölüm, dünya nüfusunu yarı yarıya azaltmak üzere gemiden inmiştir bile.

Kara Ölüm zamanında Marsilya Limanı (Kaynak: Wikimedia Commons)

Kara Ölüm zamanında Marsilya Limanı (Kaynak: Wikimedia Commons)

İstanbul, Cenova, Venedik, Marsilya, ardından Floransa’ya, oradan da Papalık merkezi olan Avignon’a, oradan da hacılarla birlikte tüm Avrupa'ya yayıldı. 1348 yılının başında Calais’ye varmıştı bile. İngiltere ve Fransa vebadan öyle zayıf düştüler ki ateşkes ilan ettiler. İngiliz feodal sistemi, vebanın ekonomik koşulları ve demografiyi değiştirmesi sebebiyle çökme noktasına geldi. Bir dipnot; Birleşik Krallık’ta Waymouth Limanı’nda dolaşırken, “Kara Ölüm İngiltereye bu limandan 1348’de girip toplam nüfusun %30 ile %50 sini öldürdü” tabelası ile karşılaştım.

“Kara Ölüm İngiltereye bu limandan 1348’de girip toplam nüfusun %30 ile %50 sini öldürdü” tabelası

Kara Ölümün bazı sonuçları

Grönland'daki nüfusu harap eden Vikingler, yerli halklara karşı savaşma gücünü kaybetti ve Kuzey Amerika'daki keşifleri durdu. Kültürel alanda bu felaket, Roma Katolik Kilisesi’nin dini baskılarının sorgulanmasına ve de mistisizmde bir artışa ön ayak oldu. Vebanın yol açtığı diğer olumsuzluklar ise bağnazlık ve başkalarını hedef göstermedeki artış, daha fazla önyargının oluşması ve hatta bazı azınlıkların, örneğin Yahudilerin katledilmesi oldu.

İtalya'da Kara Ölüm yıllarında yedi genç kadın ve üç genç erkekten oluşan bir grup Floransa'dan kaçıp Floransa kırsalındaki terk edilmiş bir villaya yerleştiler.

10 gece boyunca 100 hikâye anlatıp kaleme aldılar. Evet, Bocaccio’nun ‘Decameron’u bu şekilde ortaya çıkar ve bizlere yazıldığı döneme ait ilginç bilgiler sunar.

Hadi Avrupa kent merkezleri kuzeye kaydı, ya da Bocaccio Decameron’u yazmak için dağ köylerine kaçtı; peki liman kentleri ne yapacaklardı? Tek geçim kaynakları ticaret olan bu insanların gidecek yerleri de yoktu ve ticaretle de veba geliyordu. Peki Akdeniz ticareti durdu mu? Hayır, durmadı.

“Quaranta Giorni”

Venedikli veba doktoru illüstrasyon

Venedikli veba doktoru

Venedik'e gelen gemilerin karaya yolcu ya da yük çıkarmadan önce 40 gün demirde beklemesi gerekiyordu. Karantina adı verilen bu uygulama, İtalyanca “40 gün” anlamına gelen “quaranta giorni” kelimesinden türetilmiştir. Karantina uygulaması ilk olarak 1347'de Ragusa Cumhuriyeti'nde (bugünkü Hırvatistan'da Dubrovnik) uygulanan “trentino” veya "otuz günlük izolasyon" döneminin yetersiz olduğunun düşünülmesinin ardından geliştirilmiştir.

1377 tarihli bir belge, Ragusa'ya girmeden önce, yeni gelenlerin veba belirtileri olup olmadığını görmek için limana yakın adalarda 30 gün (“trentine”) kalmak zorunda olduklarını belirtir. 1448'de Venedik Senatosu bekleme süresini 40 güne çıkartır ve böylece "karantina" terimini doğar. Zaman içerisinde 40 günlük karantinanın veba salgınları ile baş etmek için etkili bir formül olduğu da kanıtlanır. Dubrovnik, gemi personelinin 40 güne kadar tutulduğu Lazzarettos gibi karantina bölgelerinin kurulduğu ilk Avrupa şehri olur. Tahminlere göre veba, enfeksiyondan ölüme kadar 37 günlük bir süreye sahiptir ve bu nedenle Avrupa karantinaları potansiyel ticaret ve tedarik gemilerinden mürettebatın sağlığını belirlemede oldukça başarılı olur.

Tekne tipleri pulları

Pandemi, Tekne tipleri, global köy

Acaba veba sonrası azalan nüfus, tekne tiplerinin değişimini de hızlandırmış olabilir mi?

Bu programın takipçileri hatırlayacaktır; Akdeniz’in genel tekne tipi olan Kadırga, kürekle seyir yapan, çok personelle yürüyebilen, yaklaşık 200, bordaları alçak olduğu için de hem yük hem top kapasitesi az bir teknedir.

Pandemi sonrasında kürekçi sıkıntısı sebebiyle, kadırgaya oranla gemici ihtiyacı 5’te 1, top ve yük kapasitesi ise 5 kat fazla olan, sadece yelkenle ilerleyen, karavel, kalyon, kog ve filinta gibi tekneler önce Akdeniz'de, ardından da Atlantik kıyılarında seyre başladılar.  Örneğin Hollandalılar, geliştirdikleri filintalar ile tüm Avrupa filolarının altı katı mal taşıma kapasitesine ulaşırlar. Bu yeni tip gemilerle yeni seferler yapmanın zamanı gelmişti. Bilinen dünyanın sınırları artık aşılmak üzereydi… Hepsi bir virüs yüzünden!

Afrika’dan ilk çıktığımız zamanlardan sonraki en büyük yayılma bence bu yeni tip gemiler sayesinde olmuş gibidir. 15. yüzyılda Coğrafi Keşifler ile insanlık, bölgesel ilişkiler kuran eski dünyanın yalnızları olmaktan çıkmış, gemilerine binerek dünya ölçeğinde birbirleri ile tanışma ve kaynaşma fırsatı bulmuştur.

Bilinmezin sembolü olan okyanuslar sır olmaktan çıkmış, yoğun trafiği olan birer iç denize dönüşmüştür.

Kolomb'un seyir defterinden yeni dünyayı okuyalım:

Az sonra karşıma iki üç köy çıktı. Köy halkı kıyıda toplanıp bizi çağırıyor, Tanrı'ya şükrediyordu. Kimileri bize su, kimileri yiyecek getiriyor, kimileriyse karaya çıkma niyetinde olmadığımızı görerek suya atlayıp yüze yüze yanımıza yaklaşıyorlardı... Bize papağanlar, pamuk kozaları, mızraklar ve daha birçok şey getirip bunları cam boncuklar ve çıngıraklarla değiş tokuş ettiler. Sahip oldukları her şeyi değişmeye hazırlar... Gelişmiş ve sağlıklı vücutları, yakışıklı yüzleri var... Silahsızlar ve silahları tanımıyorlar. Onlara bir kılıç gösterdiğimde keskin kenarından acemice tutup kendilerini kestiler. Demir kullanmıyorlar. Mızraklarını kamıştan yapıyorlar. Bunlardan iyi köleler olabilir. Elli kişiyle bunların hepsine boyun eğdirilebilir, istediklerimizi yaptırabiliriz.

Keşifler çağına farklı bir bakış: Bir soykırım olarak pandemi

Yerlilerin katliamı illüstrasyon

Ve bu yeni dünyayı sömürgeleştirirken, koloniciler bu güzel insanlara bir eski dünya hediyesi vermeyi de ihmal etmediler; çiçek hastalığı. Tabi hastalık derken, çiçek soykırımı demek daha doğru olacaktır, çünkü yerli Amerikalıların %90'ı ölmüştür bu salgın sonucunda.

Örneğin Hispaniola Adası’na vardığında, Kolomb’u 60.000 nüfuslu Taino halkı karşılamıştır. 1548’e gelindiğinde nüfusları 500'ün altına düşmüştür.

1520'de Aztek İmparatorluğu çiçekle tanıştı. Hastalık, kurbanlarının çoğunu öldürdü ve diğerlerini de hasta ve güçsüz bıraktı, nüfusu zayıflattı; böylece İspanyol sömürgecilerine direnme ihtimalleri de ortadan kalkmış oldu. 2019'da yapılan ilginç bir araştırma var; 16. ve 17. yüzyıllarda hastalık yoluyla yaklaşık 56 milyon yerli Amerikalı'nın ölümünün, daha önce ekilmiş topraklardaki bitki örtüsünün atmosferden daha fazla karbondioksit çekmesi ve bir soğuma olayına neden olması nedeniyle olduğunu, bunun Dünya'nın iklimini değiştirmiş olabileceği sonucuna ulaşmışlar. Kolonileştirilen Amerika topraklarında 56 milyon kadar olan yerli nüfusu, 1650’de 4 milyona kadar düşmüştü. Ancak “keşifler çağı” hiçbir engel tanımıyor ve hızla yeni çözümler “keşfedebiliyordu”.12 milyon Afrikalı’yı Amerika'ya göç ettirerek pamuk, şeker kamışı gibi plantasyon alanlarında köleleştirmek gibi…

Yeni sömürgecilik ve yeni salgınlar

1817: İlk Kolera Pandemisi

Bir milyon insanın öldüğü Rusya'da ortaya çıktı. Dışkı bulaşmış su ve yiyeceklerle yayılan bakteri, İngiliz askerleri ile Hindistan'a sıçradı ve 10 milyonlarca kişinin canını aldı. Britanya İmparatorluğu ve donanması kolerayı İspanya, Afrika, Endonezya, Çin, Japonya, İtalya, Almanya ve Amerika'ya da yaydı ve burada 150.000 kişiyi öldürdü. 1885'te bir aşı geliştirildi, ancak pandemiler devam etti.

1855: Üçüncü Veba Salgını

Çin'de başlayıp Hindistan ve Hong Kong'a yayılan veba 15 milyon kurban aldı. Hindistan en önemli kayıplarla karşı karşıya kaldı ve salgın İngilizlere karşı bazı isyanları ateşleyen baskıcı politikalar için bir bahane olarak kullanıldı. Pandemi, vakaların birkaç yüzün altına düştüğü 1960 yılına kadar aktif olarak kabul edildi.

1918 baharında Madrid'de bir grip salgını olduğuna dair telgraf servisi raporları, pandeminin “İspanyol Gribi” olarak adlandırılmasına yol açtı. 1918 influenza salgını olarak da bilinen İspanyol Gribi, 21. yüzyılın başlarında yaklaşık 500 milyon insanı veya dünya nüfusunun üçte birini enfekte eden bir H1N1 virüsünün patlak vermesi sonucunda ortaya çıktı. Salgın, dünya çapında 50 milyondan fazla insanın ölümünden sorumludur.

Pandemiden panoptikona

Panoptikon illüstrasyonu

Son iki yıla baktığımızda sanırım ‘pandemi’den daha yaygın kullanılan bir kelime yoktur.

Kısıtlamalar, ölümler, korkular… Ve belki de içlerinde en beteri olan panoptikon bir hayata geç(iril)miş olmamız. Sağlık sorunu olmanın ötesinde nedir pandemi? İktidarlar ve halklar arasındaki dengenin hiç olmadığı kadar bizler aleyhine bozulmuş olması halidir. Yüzyıllardır verdiğimiz özgürlük mücadelemizin, sosyal kontratlar yaparak elde ettiğimiz hakların bir çırpıda yok olması halidir.

Akdeniz Kııtası tarihte olduğu gibi bu sorunu da çözecektir diye umuyor, başımızı eğmiyoruz.

Hoşça kalın.